05-08-2024
İsmet Berkan

Umarım ‘Dostlar vergi denetiminde görsün’ türü bir imaj düzeltme çabası değildir

Umarım ‘Dostlar vergi denetiminde görsün’ türü bir imaj düzeltme çabası değildir

Bundan 21 yıl önce, 2003’te saçma sapan bir trafik kazasında kaybettiğimiz rahmetli Ercan Arıklı dev bir medya patronu değildi ama yine de patrondu.

1980’lerin efsanevi Nokta dergisini yayınlayan Gelişim Yayınları’nın sahibiydi; 90’larda dergi grubunu Sabah ile birleştirdi, bizim yolumuz da Sabah gazetesi binasında kesişti.

Bir sohbetimiz sırasında Türkiye’nin büyük medyasıyla ilgili yaptığı bir analiz hiç aklımdan çıkmaz. ‘Bak’ demişti, ’70’lerde ve 80’lerde gerek Erol Simavi’nin Hürriyet gazetesi, gerekse ağabeyi Haldun Simavi’nin Günaydın gazetesi büyük bir rekabet içindeydi. Bu rekabette okuyucu kazanmak için iki gazete ne kadar halktan yana olduklarını gösterme ihtiyacıyla zaman zaman bir takım iş insanlarına ve şirketlerine saldırır, hatta onları iflasın eşiğine kadar getirirdi. Ama bu iki gazete her zaman hedeflerini ince eleyip sık dokuyarak seçerdi; hiçbir zaman bir büyük reklam vereni veya bir dev holdingi hedef almaz, hep dişlerine göre düşman bulurlardı…’

Yaşım Ercan Arıklı’dan çok küçüktü ama verdiği bazı örnekleri ben bile hayal meyal hatırlıyordum.

Bu hikayeyi ve Ercan Beyin analizini hatırlamamın sebebi 10Haber’in manşet haberi: ‘Maliye dev bir sigara şirketini vergi kaçırırken fena yakaladı, 6 milyar ceza kesti.’

6 milyar lira bugünkü kurdan çevirseniz 180 milyon dolar gibi bir paraya denk geliyor. Çok değil ama az da değil.

Meselemiz şu:

Tayyip Erdoğan hükümeti bugün enflasyonla mücadele programı adı altında 2018-23 arasında yaptığı vahim hatalardan dönmeye çalışıyor.

Dönmek çok kolay değil. Seçim ekonomisi harcamaları nedeniyle kamu maliyesinde ciddi bozulma oldu, üstüne bir de deprem ve onun getirdiği 100 milyar dolarlık (bugünün dolar kuruyla 3,3 trilyon lira) harcama bindi ve bütçe açığımız birdenbire 1 trilyon dolarlık milli gelirimizin yüzde 6,4’üne kadar yükseldi.

Bütçesi bu kadar yüksek açık veren bir ülkenin enflasyonla mücadelesi çok zor. O yüzden şimdi iktidar bu bütçe açığını kısmaya çalışıyor. Kısmak derken iki yol var tabii: 1. Harcamaları azaltacaksınız; 2. Gelirleri arttıracaksınız.

Tayyip Erdoğan iktidarı harcamalarda anlamlı bir azaltmaya gidemiyor; gerek ‘itibardan tasarruf olamayacağı’ için, gerekse bir takım şirketlere önceden verilen sözler nedeniyle.

İktidar aslında gelirleri de anlamlı biçimde arttıramıyor. İşte son vergi paketinin başına geleni gördünüz; Hazine ve Maliye Bakanlığı 750 milyar lira gelir hedefleyen bir paket hazırladı, Ak Parti’den ancak 150 milyarlık yasa çıktı. Beşte biri kadar yani.

Oysa bakanlık 750 milyar gelir isterken yaptığı sunumda çok çarpıcı bazı vergi kaçırma örnekleri sergilemişti. Gerek bireyler, gerekse şirketler gelir vergisi ödemeden yaşamanın yolunu bulmuştu. Gelir İdaresi bunları biliyor, ama bir şey yapamıyordu.

Vergi paketi Meclis’te küçülünce kamuoyunda bir tartışma başladı. Nereden bulunduğu ve gerçek olup olmadığı bilinemeyen bir takım belgeler sosyal medyada uçuşmaya başladı. Bazı tanınmış şirketler sahiden vergi ödemiyor, paylaşılan vergi levhalarında adı bilinen koca şirketler ‘matrahsız’ görünüyordu.

Tartışma alıp yürüyünce Hazine ve Maliye Bakanlığı bir açıklama yaptı, ‘matrahsız şirket’ iddialarını yalanlamadı, onun yerine binlerce büyük mükellefin incelemeye alındığını duyurdu.

Derken, dün pazar günüydü, Anadolu Ajansı bir haber geçti. Buna göre bir sigara şirketi sattığı ürün miktarıyla bu ürünleri üretmek için satın aldığı hammadde miktarı arasındaki uyumsuzluktan yakalanmış, şirkete de 6 milyar lira ceza kesilmişti.

Çoğu gazete ve web sitesi bu haberi ‘Maliye büyük balık yakaladı’ diye duyurdu ama aslında yakalanan balık bile sayılmazdı; çünkü 6 milyar lira size bana büyük rakam, ama sigara sektörü için de, devlet için de son derece küçük. Dediğim gibi 200 milyon dolar etmiyor.

Oysa o sırada içinde çalıştığım için çok iyi hatırlıyorum, 2008’den itibaren Doğan Medya Grubuna kesilen vergi cezalarının toplamı bir ara 4,5 milyar dolardı, bugünün parasıyla 149.839.785.000 lira ediyor. Neredeyse 150 milyar TL. Yani Meclis’ten geçen vergi paketinin önümüzdeki yıl için öngördüğü toplam gelir artışı kadar para tek kalemde tek bir şirketten isteniyordu. Doğan Grubu sonunda 1 milyar dolardan fazla parayı devlete ödedi (Ödenen ceza bugünün parasıyla 50 milyar lirayı buluyordu; doların o zamandan bu yana uğradığı değer kaybı da düşünülecek olursa aslında rakam çok daha büyüktü).

Bugün bu cezaların tamamının haksız olduğu ortaya çıktı, ama devlet aldığı parayı Doğan Grubuna hiçbir zaman geri ödemedi. Bu cezaların birer FETÖ komplosu olduğu yıllar sonra, 15 Temmuz darbe girişimiyle anlaşıldı. Cezayı kesen müfettişlerin neredeyse tamamı ya FETÖ’den hapse atıldı ya da yurtdışına kaçtı.

Maliye Bakanlığı’nın canı istediğinde nasıl cezalar kesebildiğini bildiğim için pazar günü gelen haberi de en azından şimdilik şüpheyle karşılıyorum.

Türkiye’de özellikle gelir vergisinde iki türlü büyük kaçak olduğunu zaten vergi istatistiklerine bakarak bile görebiliyoruz. Bu kaçaklardan biri şirket karlarından alınan kurumlar vergisinde, diğeri ise bireysel gelirlerden alınan gelir vergisinde.

Hazine ve Maliye Bakanlığı kendisi örneklerini sıralamıştı zaten, ayda 5 milyon lira ve daha fazlası harcama yapabilen bireyler vardı ülkemizde ve onlar gelir vergisi ödemiyordu. Pek o zaman harcadıkları bunca parayı nereden buluyorlardı?

Şirketler kesiminde de, baktığınızda Türkiye alması gereken kurumlar vergisinden yüzde 10’a yakın az tahsilat yapıyordu. Bunca şirket zarar ediyorsa veya az kâr ediyorsa o şirketler bunca yıldır nasıl ayakta duruyordu?

Bakın şirketler, hele hele üretim yapıp satan şirketler açısından olabilecek en basit vergi kaçırma yöntemini Dilan-Engin Polat davasında görüyoruz zaten. Bu çiftin şirketleri 500 milyon liralık ürün satışı gerçekleştirmiş. Peki sattıkları ürünleri nereden almışlar? Yine kendi şirketlerine ürettirmişler bu ürünleri. Ama aslında büyük olasılıkla işe yaramaz ürünler sattıkları için maliyetleri sıfıra yakın. Bu kadar yüksek kazancın vergisini ödemek istememiş, kendi kendilerine şişirilmiş naylon faturalar kesmişler. Polat çiftinin sattığı işe yaramaz ürünlerden biri ‘Makyaj temizleme suyu.’ Bu, bildiğiniz musluk suyu.

Her neyse, en başa döneyim. Acaba Hazine ve Maliye Bakanlığı sırf vergi topluyorum ve sıkı denetim yapıyorum izlenimi vermek için mi işe bu sigara şirketinden başladı, yoksa sahiden denetim yapacak mı?

Görüyoruz ki Gelir İdaresi Başkanlığı’nın gerçek bir vergi denetimi yapmak için aslında elindeki araçlar hiç de yetersiz değil, isterse yapabiliyor.

Ama istemesi, gerçekten istemesi siyasi iradeye ve yanlış bir nasıra basıp basmamasına bağlı.

İran vurur mu, vuramaz mı?

İran vurur mu, vuramaz mı?

Gabriel Garcia Marquez’in ünlü romanı Türkçeye ‘Kırmızı Pazartesi’ diye çevrildi, gerçek adı ‘Önceden haber verilmiş bir cinayetin güncesi’ydi.

Bugün de günlerden pazartesi ve belki de bir ‘Kırmızı Pazartesi’ yaşayacağız; İran Tahran’da öldürülen Hamas siyasi büro şefi İsmail Haniye için intikam yemini etti, kimi uluslararası uzmanlara göre bugün İsrail’e saldırabilir.

Marquez’in romanında cinayeti işleyecek iki kardeş bunu yapacaklarını önceden herkese duyurur; çünkü aslında biri onları engellesin ve bu saçma cinayeti işlemek zorunda kalmasınlar diye dilemektedirler. Ama kimse onları engellemez.

İran’ın durumu da biraz romandakine benziyor. Önceden ilan ettiler. Cuma akşamından beri Tahran’a uçak uçmuyor, İsrail’e de öyle. Eh haliyle Hizbullah’ın kalesi Lübnan’a da gidilmiyor.

Türkiye dahil pek çok ülke bu üç ülkedeki vatandaşlarını uyardı, oralardan ayrılmalarını, ayrılamıyorlarsa uzun süre oradan çıkamamaya hazırlanmalarını istedi.

Peki vurur mu İran? Ben kendi adıma sembolik, kuyruğu dik tutmayı hedefleyen bir saldırıyı İran’ın mutlaka yapacağını düşünüyorum. Yoksa hem içte hem dışta prestij kaybı olur.

Ama bu vurmanın bir bölgesel savaşa dönüşmesini de beklemiyorum; çünkü İsrail’le savaşa bu bölgeden katılacak ülke görmüyorum. Aslında bakacak olursanız bölgede İsrail’e karşı açık açık askeri tehditte bulunan iki ülkeden biri İran’sa, diğer Türkiye. Siz Türkiye’nin İsrail’e karşı bir savaşta İran’la yan yana dövüşmesini bekliyor musunuz?

İran birkaç ay önce İsrail onların konsolosluk binasını vurdu diye intikam yemini etmiş, sonra 300 füze ve SİHA fırlatmıştı İsrail’e. Ama daha füzeler havadayken İran açıklama yapmış, ‘Bütün intikam saldırımız bundan ibarettir, devamı gelmeyecek’ demişti. Yani ‘Bizi anlayışla karşılayın, bir şey yapmak zorundaydık, ama hepsi bu kadar’ demişlerdi. Nitekim o 300 füze ve SİHA hiçbir şeyi vuramamış, neredeyse tamamı havada imha edilmişti.

Bölgedeki bu yalnızlığı devam ettiği müddetçe, ayrıca haritaya bakan herkesin görebileceği coğrafi uzaklık yüzünden İran’ın İsrail’le doğrudan savaşı olamaz; olsa olsa İran’ın vekilleri aracılığıyla İsrail’i vurması söz konusu olabilir.

Tabii bir de İran’ın nükleer silah elde etme olasılığı var. O olasılık, Türkiye dahil herkesi korkutuyor olmalı, o aşamaya gelindiğinde dünyanın geri kalanının İran’a ne yapacağını kestirmek zor.