07-06-2023
İsmet Berkan

Muhalefetin önündeki tıkaç Kemal Kılıçdaroğlu mu, CHP mi?

Muhalefetin önündeki tıkaç Kemal Kılıçdaroğlu mu, CHP mi?

Baktığınızda Tayyip Erdoğan seçimi yüzde 52 ile kazandı. Bir anlamda, sokaktaki iki kişiden birinin oyunu aldı, diğerini alamadı.

Demokratik bir toplumda bu son derece normal. Elbette Beşar Esat veya İlham Aliyev gibi oyların yüzde 90’ını toplamayacaktı.

Türkiye’de Erdoğan’ı onaylamayan kuvvetli bir muhalif damar var. Bu damar son seçimde yüzde 48 oy aldı.

Şimdi o muhalif damar kendi içinde tartışıyor. ‘Acaba bizi temsil eden kişi Kemal Kılıçdaroğlu değil de bir başkası olsaydı, daha mı fazla oy alırdık? Tayyip Erdoğan’ı seçimde yenmek mümkün olur muydu?’

Elbette bu soruların mutlak cevabını hiç kimse bilemez; olan oldu, yaşananlar yaşandı ve tarih yazıldı bitti. Facebook’ta kendi kendilerine kurdukları paralel evrende ‘eğlenen’ 25 bin kişiden biri değilseniz, hayatın gerçeklerinin içinde yaşayacaksınız.

Soruların cevaplarını kimse bilmiyor ama yine de bu sorular soruluyor. Çünkü daha seçimden bir ay önce yapılan kamuoyu araştırmalarında bile Tayyip Erdoğan’ın gitmesini isteyenlerin oranı yüzde 57-62 arasında değişiyordu.

Ne oldu da, bu insanların bir bölümü gitmesini istese bile yine de dönüp Tayyip Erdoğan’a oy verdi?

Erdoğan’ın birleştirici gücü

Bu soruya cevap arayan insan sayısı az ama arayanlar bile Tayyip Erdoğan’ın gücünü ya tamamen ya da kısmen gözardı ediyorlar. Nitekim muharebeye giderken yığınakta yapılan temel hata da burada başlıyor.

Evet, zaman zaman karşıtları yüzde 60’ı bulsa dahi Tayyip Erdoğan aslında birleştirici bir güç.

Yanlış okumadınız, birleştirici bir güç. Çünkü en düşük durumda bile halkın yüzde 40’ı ‘Tayyip Erdoğan’dan vazgeçmem’ diyor.

‘Karşı taraf’taki yüzde 60’ı böyle birleştiren, sıkılı yumruk gibi bir arada tutan bir güç veya lider var mı? Hayır, yok!

‘Un var, yağ var, şeker var…’

Benim gençliğimde Türkiye’nin türlü çeşitli başarısızlıkları için hep aynı cümle kullanılırdı: ‘Un var, yağ var, şeker var ama helva yapamıyoruz.’

Bu en son yüzde 60’a kadar tırmanan (ama öyle kalacağı meçhul olan) muhalif damarın sorunu da bu işte: Helvayı yapamamak.

Gelin aynı benzetmeden gidelim ve soralım: Peki ama gerçekten elde un, şeker ve yağ var mı ki helva yapılamıyor?

‘Muhalefet’i temsil eden siyasi partilerin birbirine benzemezliği, dolayısıyla bir araya gelseler bile ortaya bir helva çıkmayacağı başından beri bilinen bir sorundu. Bu sorunu aşabilmek için o partilerden 6 tanesi samimi çaba gösterdi, salt Erdoğan karşıtlığında değil pozitifte de birleşebileceklerini, yani helva yapmayı başaracaklarını göstermek istedi. Ama hepimiz biliyoruz, en sonunda ortaya bir helva çıkmadı.

Bana göre bunun sebebi, iki partinin tutumlarıydı. 

CHP ve İyi Parti’nin tutumları

Bunlardan birincisi CHP. Bu parti zaman içinde, diğer beş partiyle bir arada durmak için çok taviz verildiğini, kendi kimliklerinden vazgeçildiğini düşünmeye başladı. Benzetmeden gidecek olursak, ‘Biz unduk ve en fazla malzeme bizdeydi ama içimize şeker ve yağ katıldı, alttan da ısı geldi ve un olmaktan çıktık’ demeye başladılar. Oysa başka türlü helva yapmak mümkün değildi. Bu tepkiye bulunan çare, partinin genel başkanının aday yapılmasıydı.

İkinci parti ise İyi Parti’ydi. Bu parti de, yine benzetmeden gidiyorum, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ilk turda seçilmesi için HDP ile zımni bir ittifak kurulmasına itiraz etti, ‘Biz şekeriz ama bu HDP içimize bir çeşit tuz veya sirke gibi katılıyor, sonunda ortaya helva çıkmayacak’ dedi. İtirazını kayda geçirdi ama helva yapımından tamamen ayrılmayı göze alamadı. En sonunda haklı çıkmış olması hiçbir biçimde teselli değil.

Erdoğan olmazsa zamk da kalmaz

Bugünden seçime daha beş yıl vakit var, siyaset konuşmak, hele hele seçim dönemi mühendisliklerini konuşmak için belki çok erken. Ama emin olun, bundan 5 yıl sonra o vakit geldiğinde bir kez daha Erdoğan karşıtı muhalif hareketin en büyük partisi olarak CHP’yi merkeze alan tartışmalar yapacağız.

Çünkü bu parti ve onun kendi tuhaf iç mekanizmaları sayesinde genel başkanı olmuş kişi o vakitte de bir kez daha kendi adaylığında (veya belirleyiciliğinde) direnecek ve büyük ihtimalle helva yapmak bir kez daha mümkün olmayacak.

Tek teselli, belki de Tayyip Erdoğan’ın beş yıl sonraki seçimde sahnede bulunmayacak olması olabilir. O zaman helva yapmak daha da zor olacak; çünkü muhalefeti birleştiren bir zamk da olmayacak.

Erdoğan son 5 yılda o kritik iki hatayı yapmamış olsaydı, zaten muhalefet ümitlenemezdi

Erdoğan son 5 yılda o kritik iki hatayı yapmamış olsaydı, zaten muhalefet ümitlenemezdi

Tayyip Erdoğan’ın 2018’de başkanlık sisteminin ilk başkanı olarak seçilmesinden sonra yaptığı ilk büyük hata, damadı Berat Albayrak’ı Hazine ve Maliye Bakanı olarak kabinesinde görevlendirmesiydi.

Berat Albayrak, hiçbir sıfatı olmasa bile zaten 2014 başından beri özgül ağırlığı çok artan bir özel danışmandı. Ama Erdoğan bununla yetinmedi, neredeyse beyninin ikinci yarısı gibi güven duydu ona ve Türk ekonomisini ona emanet etti. Bu genç adamın ekonomiyle ilgili kendine özgü görüşleri ve daha önemlisi üslubu, Türkiye’yi kısa zamanda ekonomik krizin içine soktu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ikinci kritik hatası ise, Berat Albayrak’ı gönderdikten sonra yerine atadığı ekonomi yönetiminin en kritik ismi olan Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ı kısa sürede görevden almak oldu.

Naci Ağbal göreve devam etmiş olsaydı Türkiye yüzde 85 enflasyonu ve bugün 23 lirayı da aşan dolar kurunu hiç görmeyecekti; ekonomik büyümemiz de bugünden çok farklı olmayacak, hatta belki daha yüksek olacaktı. (Faizler de bugünkünden çok daha aşağıda gerçekleşecekti.)

Türkiye’de muhalefete ‘Bu sefer kazanabiliriz’ hissini veren şey de, Erdoğan’ın üst üste yaptığı bu iki hata oldu açıkçası. Bu iki hatayı, özellikle de ikincisini kapatmak için Erdoğan’ın şu önümüzdeki 5 yılı feda etmeye bile yaklaştığını söyleyebiliriz. Dünyada kendi kendine ekonomik enkaz devreden az iktidar vardır, Erdoğan’ın ikinci dönemi böyle bir iktidar.

Çoğu analist ve daha önemlisi muhalefet, Tayyip Erdoğan’ın seçim döneminin son haftalarında Mehmet Şimşek hamlelerini ve Ali Babacan’a yüklenmeye başlamasını doğru anlayamadı, bunları zayıflık belirtisi olarak gördü. Oysa Erdoğan, ‘Ekonomiyi düzeltecek olan da benim, bunu da Mehmet Şimşek’le yapacağım’ diyordu seçmene ve seçmen ona bu anlamda güvendi.

Ekonomi, muhalefetin elindeki en önemli kozdu, sadece birkaç haftada bu kozu onların elinden aldı Erdoğan.

Dolar 23, Euro 25 liraya doğru

Dolar 23, Euro 25 liraya doğru

Merkez Bankası doların fiyatını baskılamak için piyasaya müdahale etmez olunca Türk lirası da serbest düşüşe başladı. Bu düşüş, tahmin ediyorum 22 Hazirana kadar devam edecek.

22 Hazirandan önce Merkez Bankası başkanının ve Para Piyasası Kurulu’nun değişmesi bekleniyor. Bu değişikliklerin ardından da piyasada Merkez Bankası’nın faizi ne kadar arttıracağına dair toto oynanacak.

Dün de yazdım, bugün yeni haberi de var zaten, çeşitli yabancı yatırım bankaları Merkez Bankası’nın en azından faizi yüzde 15’e çekmesini bekliyor. Bense hala Merkez Bankası’nın ikili faiz oranı kullanmaya başlaması, yani piyasayı daha yüksek bir faizle fonlarken politika faizini daha düşük tutması ihtimalini de göz önünde bulunduruyorum.

Fakat ne olursa olsun bankaları fonama maliyetleri yükselecek, bu da piyasada faizi yükseltecek. Faizin yükselmesi, doların fiyatını bir seviyede dengeleyecek. O seviye nedir bilmiyorum, pek çok kişi gayet afaki biçimde 25 liralık dolar kurunun o denge noktası olduğunu düşünüyor, diyecek bir şeyim yok. Ama bakın bugünden dolar 23 liraya dayandı, Euro ise 25 liraya.

Türkiye içinde bulunduğu durumdan kuvvetli bir dış kaynak girişi olmadan çıkamayacak. Bu dış kaynağın maliyeti (faizi) çok belirleyici olacak. IMF’ye gitmek, yani sisteme düşük maliyetli para ve güven aşılamak söz konusu olamayacağına göre mantıklı olan seçenek Tayyip Erdoğan’ın Mehmet Şimşek aracılığıyla güven devşirmesi. Bu da ancak Şimşek’in savunduğu ortodoks iktisata kuvvetli bir dönüşle mümkün.

Bu dönüşü 22 Haziranda göreceğiz. Bakalım ne kadar kuvvetli olacak.

Ya Rusya yenilirse?

Ya Rusya yenilirse?

Ukrayna uzun zamandan beri bir büyük karşı saldırıya hazırlanıyor. İki gün önce Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski, The Wall Street Journal gazetesine ‘Karşı saldırıya hazırız’ dedi. Önceki gün ve dün Ukrayna tarafı ileri doğru hareketlendi. Bu beklenen karşı saldırı mıdır, değil midir henüz çok net değil.

Ama Rusya uzun zamandan beri Ukrayna saldırısına karşı hazırlanıyor. Cephe hattı boyunca yüzlerce kilometre siper kazıldı, tankların geçişini yavaşlatmak için dev hendekler ve başka fiziki engeller cephe hattına yerleştirildi. Belli ki Rus ordusu Ukrayna ordusunun hazırlığını ciddiye alıyor.

Dün bombalanıp yıkılan barajı da Rus ordusunun savunma çizgisinin bir parçası kabul etmek gerekir. Barajdan akan suyun yaratacağı sel Ukrayna ordusunun güneyde saldırmasını yavaşlatacak, hatta belki bir süre içim imkansız kılacaktır.

Savaştaki bu gelişmeler, akla ister istemez Rusya’nın yenilmesi ihtimalini de getiriyor. Rus ordusunun Ukrayna’dan tamamen çıkmak zorunda kalması, Ukrayna’nın 2014’ten beri ayrılıkçıların (ve Rusların) işgalindeki topraklarını da geri almayı başarması, Rusya’nın yenilgisi anlamına gelir ve Putin iktidarını sarsabilir.

Rusya’nın resmen yenilmesi ihtimali, biz de dahil herkesi yakından ilgilendiren çok önemli jeo-politik ve jeo-stratejik sonuçlar yaratacak bir şey olur.

Daha şimdiden bu sonuçları öngörmeye çalışan önemli makaleler görmeye başladım Batı medyasında ve dergilerinde.

En basitini söyleyeyim: Rusya’nın Ukrayna’daki yenilgisi, Suriye’de kartların yeniden karılmasına neden olabilir mesela.

Ben onu Petrocelli olarak değil Kowalski olarak hatırlayacağım

Ben onu Petrocelli olarak değil Kowalski olarak hatırlayacağım

TRT’nin tek kanal olduğu yıllarda büyüyenler, Avukat Petrocelli’yi de hemen hatırlayacaklar. İşte o Petrocelli’yi oynayan oyuncu Barry Newman önceki gün 92 yaşında öldü.

Evet elbette Petrocelli’yi de izlerdim ve çok da beğenirdim ama benim için Barry Newman, 1971 yapımı büyük kült film Vanishing Point’in Kowalski’siydi esas olarak.

Herhalde yapılmış en iyi otomobil takip filmiydi bu ve o yaşlarda hepimizin içindeki nihilist küçük solcuya hitab ediyordu. Sistemin haksızlık ettiği ve bu haksızlığa direnen isyankar adam.

İzlemeyenlere bu bence sahiden önemli ve güzel filmi tavsiye ederim.