07-02-2024
İsmet Berkan

25 yıl önce açılan ‘fırsat penceresi’ artık kapanıyor; ne yaptık?

25 yıl önce açılan ‘fırsat penceresi’ artık kapanıyor; ne yaptık?

Sabah sabah 25 yıl önceye döndüm. O zaman önce bir grup gazeteciye, sonra bütün kamuoyuna sunulan bir raporu hatırladım, oturdum o raporu yeniden okumaya başladım.

Raporu Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği TÜSİAD için Prof. Dr. Cem Behar başkanlığında bir akademik heyet (O zamanki akademik unvanlarıyla Prof. Dr. Cem Behar, Doç. Dr. Oğuz Işık, Doç. Dr. Murat Güvenç, Doç. Dr. Sema Erder ve Yrd. Doç Dr. Hakan Ercan) yazmıştı ve başlığı ‘Türkiye’nin Fırsat Penceresi: Demografik Dönüşüm ve İzdüşümleri’ idi (İndirmek isterseniz bu linki tıklamanız yeterli).

Rapordan söz edeceğim ama önce raporu hatırlama nedenimi söylemeliyim:

Türkiye İstatistik Kurumu her yıl yaptığı gibi bir önceki yılın nüfus verilerini yayınladı dün. Türkiye nüfusu daha 1999’da yapılan tespitteki gibi gelişmeye devam ediyor, nüfus artış hızı yavaşlıyordu.

2023’te Türkiye nüfusu sadece 92 bin 824 kişi arttı. Bu da binde 1,1’lik artış anlamına geliyor. Sıfıra çok yakın. Nüfus artış hızımız uzun zamandan beri yavaşlıyor, bilim bunu 1999’da görmüştü zaten, son iki yılda yavaşlama hızındaki artış olsa olsa ekonomik krizle bağlantılıdır. Çiftler artık daha az çocuk yapıyordu zaten; ekonomik kriz evlilik kararlarını da çocuk yapma kararlarını da erteletmiş veya bu kararlardan vazgeçilmesine sebep olmuş gibi.

Demografi, bir bilimin adı. Adından da anlaşılıyor, nüfus hareketleriyle ilgileniyor. TÜSİAD’ın 1999’da Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Cem Behar başkanlığındaki heyete hazırlattığı rapor bu bilimin verilerine bakarak Türkiye nüfusunun bizim merkez sağ siyasetçilerin büyük hayali olan 100 milyon seviyesine hiçbir zaman ulaşamayacağını, artış hızının yavaşlayacağını ve nüfus artışının durma noktasına geleceğini daha o zamandan söylemişti.

Görece basit bir matematik aslında. Hepimizin anne-babası var. Eğer anne-babamız en az iki çocuk sahibi değilse nüfus artışı sürdürülemez. Yani iki kişi tek çocuk yapıyorsa nüfus azalır ister istemez.

Bugün baktığımızda Türkiye’de kadın başına ortalama doğurganlık oranı 1,6. Yani çocuk sayısı çoktan ikinin altına düşmüş. Tayyip Erdoğan herkese üç, hatta dört çocuk yapmayı tavsiye ediyor ama insanlar onu dinlemiyor, doğurganlık düşüyor.

1999 yılında yazılan rapor bu gelişmeyi bekliyordu ama bir de Türkiye’de nüfus yapısının geriden gelen bir ‘momentum’u (atalet) vardı; bu sayede Türkiye’nin önüne ‘fırsat penceresi’ açılacaktı. O dönemde raporun bize söylediği şuydu: Genç ve dinamik bir işgücü geliyor; bu işgücü de bize fırsat penceresi açıyor. Bu işgücünün niteliğini arttırmaya odaklanır, daha iyi bir eğitim fırsatı yaratabilirsek Türkiye orta gelir tuzağından çıkıp yüksek gelirli ülkeler arasına katılabilir.

Radikal gazetesinde yazdığım dönemden beri bu konuyu kaç kere ele aldığımı, aynı yazıyı kaç kere tekrar tekrar yazıp aynı soruyu kaç kere sorduğumu hatırlamıyorum bile. Sorduğum soru şuydu: İleride yaşlı ve zengin mi olmak istiyoruz, yaşlı ve fakir mi?

Çünkü yaşlanacağımız kesindi, ama yaratacağımız zenginlik bize bağlıydı.

Türkiye maalesef yaşlı ve fakir olmayı tercih etti. Şimdi o geleceğe neredeyse vardık bile, hele 8-10 yıl sonra durum bugünkünden de fena olacak. Esas zorlukları becerisi, yeteneği olmayan, dolayısıyla çalışma hayatı boyunca pek de birikim yapamamış büyük kalabalıklar artık çalışamaz da olunca göreceğiz.

Türkiye bu kalabalık genç nüfusunun niteliğini aradan geçen 25 yılda arttıramadı; yani onlara hak ettikleri iyi eğitimi veremedik, 21. yüzyıl becerisi denen becerileri kazandıramadık. Öyle olduğu için de ekonomimiz yeterince orta teknoloji ürünü bile üretemiyor artık, yüksek teknoloji ve tasarıma dayalı ürünlerimiz yok denecek seviyede olduğu için ihracatımız tıkanıyor, ülkemiz zenginlik yaratamıyor.

Yani TÜSİAD’ın 1999’da yazdığı raporda sözü edilen ‘fırsat penceresi’ kaçırıldı; bugün o pencere kapanıyor artık.

Bakın Türkiye’nin ‘ortanca yaşı’ artık 34. Bunun anlamı şu: 31 Aralık 2023 itibariyle 85 milyon 372 bin 377 olan Türkiye nüfusunun tam yarısı artık 34 yaşın üzerinde; diğer yarısı ise altında.

Oysa 2022 sonunda ortanca yaşımız 33,5’ti. Yani giderek yaşlanıyoruz.

Nitekim TÜİK’in hazırladığı nüfus piramidinde de 2007 yılından 2023’e yaşanan farklılaşma çok çarpıcı. Genç nüfus azalıyor, giderek daha orta yaşlı bir ülke oluyoruz. Sağlık hizmetlerinin düzelmesi ölüm hızını azalttığı için yaşlı nüfusta da yoğunlaşma başlamış.

Yaşlı ve fakir bir ülke olmaya gidişimiz bundan.

Ama hemen moralinizi bozmayın.

Az önce 8-10 yıl sonra bundan da kötü durumda olacağımızı söyledim, ancak daha sonrası parlak olabilir.

Çünkü nüfus artış hızının yavaşlaması başka bir fırsat penceresi açıyor Türkiye’ye, yeter ki siyasetçiler, ülkeyi yönetenler bu pencereyi bu kez kaçırmasın.

Yakın zamana kadar her yıl bir milyonun üstünde çocuk ilkokula başlardı. Bu yıl bu sayı 800 binlere düştü. TÜİK’in nüfus piramidi grafiğinde 0-4 yaş arasındaki nüfus azalışına iyi bakın. Demek ki önümüzdeki yıllarda ilkokula başlayanların sayısı 500 bine düşecek, hatta sayı daha da azalacak.

Bu da nüfus baskısından kurtulan eğitimin kalitesini arttırmak için büyük fırsat. Daha az sayıda çocuğu daha iyi şartlarda eğitebiliriz artık. Bu sayede Türkiye 21. yüzyılın başında yapabileceği ileri doğru atılımı yüzyılın ikinci yarısının başına doğru, örneğin 2040 civarında yapmaya başlayabilir; dünyanın geri kalanıyla arasındaki bilim ve teknoloji farkını ciddi biçimde azaltabilir. Yeter ki eğitime ayrılan kaynaklar ‘talep az’ denerek kesilmesin, devlet eliyle verilen eğitimin ağırlığının ve kalitesinin yeniden artması için belli bir planla hareket edilsin.

Türkiye 1999’da bilimin sesini dinleseydi bugün olduğumuz noktadan çok daha iyi bir yerde olabilirdik.

Kim bilir, bilimin sesini belki bugünden sonra dinler ülkemizi yönetenler.

Hatay’ın uğradığı ağır haksızlık ve partizanlık

Hatay’ın uğradığı ağır haksızlık ve partizanlık

Dün depremin yıldönümüydü. Pek çok nutuk atıldı, pek çok anma töreni yapıldı. Bunlar içinde en anlamlısı Hatay’daydı; gelen bütün siyasetçiler ama galiba en çok Hatay’ın CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş protesto edildi.

Deprem Gaziantep’ten Kahramanmaraş ve Adıyaman’a, Kilis’ten Hatay ve Adana’ya kadar pek çok yeri vurdu. Ancak nihai bilançoya baktığınızda depremde yıkılan veya ağır hasar gören binaların yüzde 42’sinin, yani neredeyse yarısının Hatay il sınırları içinde olduğunu görüyoruz.

Hatay’da 55 bin 589 bina yıkılmış veya ağır hasar görmüş. Bu ilde yıkılan veya ağır hasar gören bağımsız birim (apartman dairesi, dükkan diye okuyun) sayısı 204 bin 882.

Hatay’ın aldığı hasara en yakın hasar Kahramanmaraş ilinde, ama farkı görün: Maraş’ta yıkılan veya ağır hasar gören bina sayısı 12 bin 980, yani Hatay’dakinin dörtte birinden biraz fazla. Yıkılan veya ağır hasar gören bağımsız birim sayısı ise 60 bin 51; yani yine Hatay’dakinin dörtte birinden biraz fazla.

Biliyorsunuz depremden sonra merkezi hükümet hemen TOKİ’yi harekete geçirdi; deprem yaşayan şehirlerin yeniden inşasına başlandı. İktisatçı Prof. Dr. Uğur Emek TOKİ’nin deprem ihalelerini derlemiş; hangi şehirde kaç konutluk ihale yapıldığına bakmış. Burada acayip bir dengesizlik var. Toplam hasarın yüzde 8’ini alan Hatay TOKİ ihalelerinin sadece yüzde 8’ini almış. Buna karşılık Hatay’ın dörtte biri kadar bina yıkılan Kahramanmaraş’ın aynı ihalelerden aldığı pay yüzde 23, yani Hatay’ın neredeyse üç katı. İhale şampiyonu il ise Gaziantep.

Bu tabloya bakanlar açıkça partizanlık görüyor. Cumhurbaşkanı daha yeni, Hatay için ‘Bize oy vermezseniz size hizmet gelmez’ anlamında cümleler kullandı. Sahiden de öyle. Hatay’a ceza veriliyor, bu ile merkezi hükümet depremden sonra mümkün olanın en azını yapıyor.

Yapay zeka nasıl öğreniyor? Bir büyük gelişme

Yapay zeka nasıl öğreniyor? Bir büyük gelişme

Yapay zekayı bugün bu kadar gündemimize sokan büyük buluş, adına ‘öğrenen algoritma’ denen yöntem.

Bu sayede yapay zekalar satrançtan Go’ya, fizikten matematiğe pek çok konuyu siz öğretirseniz ‘öğreniyor’ ve sonra da sizin için problem çözüyor.

Peki ama nasıl öğreniyor? Örneğin sohbet robotları için çok basit bir şeymiş gibi diyorlar ki internetten okuyor ve öğreniyor.

Tamam da okuduğunu nasıl anlıyor? İşte o hiç kolay değil. Hatta ciddi bir tartışmanın da konusu. Pek çok kişiye göre mevcut yapay zeka aslında okuduğunu bizim gibi anlamıyor ama okuduklarından hareketle tahminde bulunuyor.

Haberi 10Haber’de var; şimdi yeni bir deney yapılmış, iki yaşındaki bir çocuğun dili nasıl öğrendiği bir kamera aracılığıyla saptanmış; aynı veriler bir yapay zekaya da verilmiş ve yapay zeka da ‘dil öğrenmiş.’

Bunun ardındaki mekanizmayı ve büyük tartışmayı pazar günü ayrıntılı yazacağım ama şimdilik çok önemli ve büyük bir olayla karşı karşıya olduğumuzu söyleyeyim.

Unutmayın, yapay zekayı ilerletirken aslında kendimiz, yani insan hakkında da çok şey öğreniyoruz.