Bölünme korkusu, tarih boyunca pek çok milletin hafızasında derin izler bırakmış bir kaygı. Bu korku, tarihten ders çıkaran milletler için bazen hayatta kalmanın temel bir aracı haline gelmiştir. Düşünün, tarihte hiçbir zaman yıkılmaz ve bölünmez denen kaç imparatorluk, devlet ve güç merkezleri sonunda tarihin tozlu raflarına gömülmüş, unutulmuştur? Aynı şekilde devasa ve batmaz denen birçok büyük şirket, ekonomik darbelerle ya da yeniliklere ayak uyduramadığı için çökmüş, iş dünyasından silinmiştir.
Bu bağlamda, günümüzde de birçok ülke ve millet bu bölünme korkusuyla yüzleşmeye devam ediyor. Türkiye’nin tarihine kazınmış olan “Sevr Sendromu” bu korkunun en somut ve köklü örneklerinden biridir. Özellikle Batılı güçlerin Türkiye’yi hala bölmek istediğine, terör örgütleri aracılığıyla bu emellerine ulaşmak istediklerine dair yaygın bir inanç halkın kolektif bilincinde derin bir yer edinmiş durumda. PKK gibi ayrılıkçı örgütlerin arkasında Batı’nın desteği olduğu algısı Türkiye’nin dış tehditler karşısında hep tetikte kalmasını sağlıyor. Bu algı yalnızca bir dış tehdit olarak görülmüyor; içeride bir huzursuzluk ve tedirginlik kaynağı olarak da varlığını sürdürüyor.
Rusya’nın Boğazlar ve sıcak denizlere inme emelleri de tarih boyunca Türkiye’nin güvenlik stratejilerinin merkezinde yer almış bir mesele. Hatay konusunda Suriye’nin ısrarcı tutumu, Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik genişlemeci “Megalo İdea” hayali, Ermenistan’ın bazı Türk toprakları üzerinde hak iddia etmesi gibi faktörler Türkiye’nin bölünme endişesini sürekli diri tutan unsurlar. Türkiye’nin coğrafi konumu onu pek çok dış aktörün stratejik çıkarlarının kesiştiği bir noktaya yerleştirirken bu tür ayrılıkçı girişimlerin de hedefi haline getiriyor.
Bununla birlikte Türkiye gibi büyük ve güçlü bir ülkenin bölünmesi içerideki kırılganlıkların artması ve ekonomik istikrarsızlıklarla daha olası hale gelir. Bu yüzden Türkiye’nin yalnızca dış tehditlere değil, içerideki zayıflıklarına da dikkat etmesi, birliği koruması büyük önem taşıyor. Her ne kadar bu tehditler dışsal gibi görünse de bölünmenin asıl sebepleri bazen içerideki zayıflıklardan, yanlış yönetimlerden ve toplum içindeki kutuplaşmalardan kaynaklanır.
Tarih boyunca güçlü devletlerin bölünmesi, genellikle diğer büyük aktörlerin çıkarlarını tehdit etmeye başladıkları anda devreye giren stratejik hamleler sonucunda olmuştur. Büyük imparatorlukların zayıflatılması, kontrol altına alınması ve sonunda parçalanması, tarih sahnesinde sıkça karşılaşılan bir senaryodur. Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan, Rusya İmparatorluğu gibi devasa güçler bu stratejik oyunların sonucunda tarih sahnesinden silinmişlerdir.
Bir ülkenin parçalanması asla bir gecede gerçekleşen bir olay değildir. Bu süreç sabırla ve ince bir stratejiyle yüzyıllar boyunca işlenen manevraların sonucunda ortaya çıkar. Batı’nın Türkiye’ye yönelik stratejik planları da bu bağlamda düşünüldüğünde, yalnızca askeri ve ekonomik saldırılardan ibaret değildir. Bu oyunların bir parçası olarak, ülkeleri içeriden zayıflatma, toplumsal çatışmalar yaratma ve ekonomik baskılar uygulama gibi pek çok farklı yol denenir.
Bugün de Batı, Rusya, Çin ve Ortadoğu gibi bölgelerde bu bölme ve kontrol stratejileri devam ediyor. Özellikle İsrail’in genişlemeci politikaları ve bölgedeki güçlü ülkeleri zayıflatma hedefi bu stratejik planların bir parçası olarak dikkat çekiyor. Türkiye de bu planlarda kritik bir noktada yer alıyor ve zaman zaman hedef haline getiriliyor. Ancak bu tehditlerin ötesinde, Türkiye’nin iç birliğini sağlaması ve dış politikada güçlü bir duruş sergilemesi bu planları boşa çıkarmanın anahtarı olacaktır.
Hun İmparatorluğu’ndan Osmanlı’ya kadar kurulan 17 Türk devletinden 16’sının tarihe karışması bu milletin bölünme konusundaki tarihi tecrübesini derinleştiriyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Birinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan büyük parçalanmalar dünya siyasetini şekillendiren önemli olaylar arasında yer alır. Özellikle Osmanlı, Avusturya-Macaristan ve Rusya İmparatorluklarının dağılması yalnızca bu ülkelerin değil, dünya siyasetinin de yeniden şekillenmesine neden olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı sonrası yapılan antlaşmalar yalnızca yeni devletlerin kurulmasına değil, aynı zamanda etnik ve dini dengelerin bozulmasına da yol açtı. Osmanlı’nın dağılması Orta Doğu’da pek çok yeni devletin ortaya çıkmasına, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına ve bölgenin siyasi haritasının yeniden çizilmesine neden oldu. Günümüzde Irak, Suriye, Libya gibi ülkelerde yaşanan bölünmeler ve istikrarsızlıklar aslında bu tarihsel sürecin yansımalarıdır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla birlikte Türkiye’nin toprak kaybı Sevr Antlaşması ile pekiştirilmeye çalışıldı. Ancak Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı ile bu bölünme girişimleri boşa çıkarıldı ve Türkiye yeni sınırlarıyla bir bütün olarak varlığını sürdürmeye devam etti. Ancak bu tecrübe Türk milletinin hafızasında derin izler bıraktı ve bölünme korkusu ulusal bilincin önemli bir parçası haline geldi.
Bugün Türkiye’nin jeopolitik konumu ve stratejik çıkarları onu pek çok dış tehdidin hedefi haline getirmeye devam ediyor. Özellikle Suriye’deki iç savaş, Irak’taki istikrarsızlık ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerindeki rekabet, Türkiye’nin dış politikadaki zorluklarını artıran faktörlerdir. Bu durum Türkiye’yi bölgesel bir güç mücadelesinin tam merkezine yerleştirirken iç bütünlüğünü koruma zorunluluğunu da beraberinde getiriyor.
Suriye’deki PYD/YPG gibi terör örgütlerinin Türkiye’nin sınırlarında özerklik ilan etmeye çalışması bu bölünme tehdidinin somut bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Aynı zamanda Yunanistan ile yaşanan Ege ve Doğu Akdeniz gerilimleri Türkiye’nin dış politika öncelikleri arasında yer alıyor. Yunanistan’ın “Megalo İdea” hayali hala tarih kitaplarının sayfalarında yer alırken zaman zaman bu genişlemeci düşünceler yeniden gündeme geliyor.
Bir ülkenin bölünmesi yalnızca dış tehditlerle değil, içerideki dayanışma eksikliği ve zayıflıklarla da gerçekleşir. Türkiye’nin gelecekte bu tür bölünme tehditleriyle başa çıkabilmesi için içerde güçlü bir birlik sağlanması ve dış politikada sağlam adımlar atılması kritik öneme sahiptir. Özellikle ekonomik kırılganlıkların ve toplumsal kutuplaşmaların derinleşmesi bu tür dış tehditlerin etkili olmasını kolaylaştırır.
Tarih bizlere bölünmenin sadece bir dış düşmanın saldırısıyla değil, içerideki zayıflıkların artmasıyla da gerçekleştiğini gösteriyor. Bu yüzden Türkiye sadece dış güçlerin oyunlarına odaklanmak yerine içerdeki sorunlarına da çözüm bulmalı ve birlik içinde hareket etmelidir.
Dış tehditler her zaman var olacaktır; ancak içerideki dayanışmayı ve toplumsal bütünlüğü sağlamak bu tehditlere karşı en büyük savunmamız olacaktır. Türkiye tarihten ders alarak ve bugünün şartlarını iyi analiz ederek gelecekte de bu bölünme tehlikesini bertaraf edebilir.
Sonuç olarak, bölünmek ya da bölünmemek sadece dış tehditlere değil, içerideki gücümüze ve dayanışmamıza da bağlıdır. Türkiye bu güç ve dayanışmayı sağlam tuttuğu sürece bölünme korkusuyla değil, birlik içinde güçlü bir gelecek inşa etme umuduyla ilerleyecektir.
19 Kasım 2024 - Enerji ve askeri güvenlik: Geleceği şekillendiren stratejik bağlantılar
17 Kasım 2024 - Karaburun’dan bakınca zeytin jeopolitiği ve “Zeytinyağı Savaşları”
14 Kasım 2024 - Atatürk: 15 yılda derin dönüşümün mimarı ve uygulayıcısı
6 Kasım 2024 - Trump zaferi tahmininde haklı çıktığıma üzüldüm: Muhtemel gelişmeler ve Türkiye