Dubai’yi düşündüğümde aklıma 3000 yıllık tarihi ve burayı küçük bir balıkçı köyünden bugünkü haline getiren vizyoner lideri Şeyh Muhammed bin Raşid el Maktum geliyor.
Burj Khalifa, Palm Jumeirah ve Dubai Marina gibi ikonik mega projeler de. Ayrıca hala şaşırtıcı bulduğum, dünyanın dört bir yanından yatırımcıları cezbetmeye devam eden etkileyici emlak projelerini de düşünüyorum.
Diplomatik kariyerim boyunca bu şehri birçok kez ziyaret ettim. Pekin’de görev yaparken genellikle oraya gidişte birkaç günümü Dubai veya Sharjah’ta geçirirdim.
Ama ilk önemli iş ziyaretim yaklaşık çeyrek asır önce, 2000’lerin başında gerçekleşti. O dönemde OECD’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika Yatırım Programını yönetiyordum ve Maktum’un ekibiyle yakın çalışıyordum. Programımıza yaptıkları mali katkıya karşılık onlara eş başkan olarak önemli bir rol verdik.
Daha sonra Şeyh Muhammed bana Dubai Uluslararası Ticaret Borsası’nı kurmam ve yönetmem için görev teklif etti, ancak ücret paketi üzerinde anlaşamadık. OECD ve Paris daha cazip kalıyordu.
Başka bir Dubai hatıram 2003’te o zaman Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan ile ilk kez bu kentte görüşmem idi.
Bu şehir devletinde beni en çok etkileyen şey, iklim açısından bana hala pek çekici gelmese de akıllı bir stratejik vizyonu olması ve bunu etkili uygulaması oldu. Bu hala öyle. Dubai sağlık, internet, akıllı kentleşme, küresel limanları kontrol etme, dünya çapında bir iş ve turizm merkezi olma, ekonomik çeşitliliği artırma, sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etme, inovasyonu destekleme ve yaşam kalitesini artırma konularında göz kamaştırıcı başarılar elde etti, sürdürüyor.
20. yüzyılın başlarında Dubai inci dalışı ve ticaretle ayakta kalan bir yerdi. Ancak 1960’larda petrolün keşfi ile kaderini değiştirerek hızlı bir modernleşme sürecine girdi ve bugüne kadar kaydedilen ilerlemenin bir yanılsama olmadığını bize gösterdi. Expo 2020 gibi büyük uluslararası etkinliklere ev sahipliği yaparak gerçek bir küresel cazibe merkezi haline geldi. Akıllı şehir teknolojileri ve sürdürülebilir enerji projeleri ile Dubai kentsel yaşamın geleceğini şekillendiriyor.
Şeyh Muhammed bin Raşid el Maktum genellikle şehrin “kurucu Atatürk’ü” olarak görülüyor. Sadece Dubai’nin Emiri değil, Birleşik Arap Emirlikleri’nin de (BAE) Başkan Yardımcısı ve Başbakanı.
Dubai’nin ekonomisi petrolün keşfiyle hızla dönüşse de, aslında günümüzdeki onun sürükleyici gücü, lokomotifi turizm, gayrimenkul, finans, ticaret ve lojistik gibi petrol dışı sektörler. Dünyanın en işlek havalimanlarından olan Dubai Uluslararası Havalimanı, yine dünyanın en büyük alışveriş merkezlerinden Dubai Mall ve Orta Doğu’nun en büyük limanlarından Dubai Limanı göz kamaştırıcı. Maktum, eğitim, sağlık ve altyapı alanında da önemli reformlar yaparak şehri gerçek bir uluslararası metropol haline getirdi, dünyanın her yerinden sermaye ve yetenek cezbetmeye devam ediyor.
Bu ziyaretim sırasında Dubai’nin BAE politikasındaki yükselen önemini daha net şekilde fark ettim. Maktum’un oğlu ve Dubai Veliaht Prensi Şeyh Hamdan bin Muhammed bin Raşid’in birkaç gün önce BAE Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı olarak atanması Dubai’nin federasyon içindeki ulusal güvenlik politikalarındaki etkisini artırabilecek kritik bir gelişme.
Henüz 41 yaşında olan Şeyh Hamdan’ın önümüzdeki yıllarda BAE politikasında Dubai’nin gücünü daha da pekiştirme niyeti açık. BAE’nin savunma sektöründe yenilikler ve de silahlı kuvvetlerin modernizasyonunda çok etkili olması bekleniyor. Bu kapsamda Türkiye ile savunma sanayii işbirliğinde kilit bir figür haline geleceğini de bir kenara not edelim.
Şeyh Hamdan, Dubai Expo 2020, Akıllı Dubai Girişimi, Dubai Gelecek Vakfı ve Dubai Uluslararası Finans Merkezi’nin genişletilmesi gibi girişimlerde önemli roller oynadı. Bu arada, 2006’dan bu yana BAE Dışişleri Bakanı olan 52 yaşındaki Abdullah bin Zayed’in eş zamanlı olarak son kabine değişikliğinde Başbakan Yardımcısı olarak atanması da gelecekteki politik mimari ve dengenin nasıl oluşmakta olduğunun bir diğer işareti, bana sorarsanız.
2008 küresel finans krizinde Abu Dabi’nin Dubai’ye 10 milyar dolarlık yardım sağlaması, iki aktör arasındaki güç mücadelesinde Abu Dabi’nin artan rolünü daha da vurgulamıştı. Bir jest olarak, o zamanki BAE Başkanı ve Abu Dabi Emiri Halife bin Zayed’in bu finansal zorlukların üstesinden gelmedeki rolünü takdir etme amacıyla, ikonik Burj Dubai’nin adı Burj Khalifa olarak değiştirilmişti.
Dubai’nin turizm, finansal hizmetler ve gayrimenkul sektörlerine daha fazla odaklanarak ekonomik kaynaklarını çeşitlendirme politikası, Abu Dhabi’nin petrol bağımlı ekonomisiyle tezat oluşturuyor.
Abu Dhabi, dış politikada zaman zaman daha sert bir tutum benimserken ve ekonomik politikalarda uzun vadeli sürdürülebilirliğe odaklanırken, Dubai Katar ambargosu ve İran’a yönelik önlemler gibi son politikalarda farklı bir yaklaşım sergiledi.
BAE’nin politik sistemi, yedi emirliğin yönetici aileleri arasında işbirliğini teşvik eden belirli politik mekanizmalarla çalışıyor. Bu sistemin işleyişine dair son bir örnek, 2022’de Halife bin Zayed’in ölümünün ardından emirliklerin yöneticilerinden oluşa Federal Yüksek Konsey tarafından Muhammed bin Zayed’in oybirliğiyle Başkan seçilmesi oldu. Şeyh Hamdan ve Şeyh Abdullah’ın federal rollerde öne çıkmaları da gelecekte BAE’de liderlik için stratejik pozisyonlarını güçlendiriyor.
Eylül 2003’te 184 üye ülkeden yüksek düzeydeki ekonomik politikacılar, finans liderleri, banka yöneticileri, sivil toplum örgütü temsilcileri, akademisyenler ve gazetecileri bir araya getiren IMF ve Dünya Bankası’nın ortak yıllık toplantısı için dönemin OECD Genel Sekreteri Donald Johnson ile Dubai’ye gittim.
Ana gündem maddelerimiz arasında küresel ekonomik toparlanma, tıkanan ticaret müzakerelerini yeniden başlatma, BM Binyıl Kalkınma Hedeflerine ulaşma ve Irak’ın yeniden inşası yer alıyordu.
İngiltere Hazine Bakanı ve daha sonra Başbakan olan Gordon Brown ve IMF Başkanı Horst Köhler ile ortak girişimlerimiz hakkında ikili görüşmeler yaptık.
Resmi bir akşam yemeğinde, Türkiye’deki görevinden ayrılan ve UNDP’nin başına geçen merhum Kemal Derviş’in yanında oturdum. Daha sonra yeniden buluşmayı kararlaştırdık, sohbetimizi daha da derinleştirdik. O dönemde Türkiye’de kendisi için en üst düzey liderlik fırsatı penceresi açılmışken neden anlamsız toplantılar ve temaslarla zamanını harcadığını samimiyetle sordum. O da aynı samimiyetle sorumu yanıtladı.
22 Eylül 2003’te Ali Babacan ve ABD Hazine Bakanı John Snow arasında Dubai Uluslararası Kongre Merkezi’nde 8.5 milyar dolarlık kredi anlaşmasının imza törenine katılanlar arasındaydım.
Tamamen merakımdan dolayı bulunuyordum orada. İki bakan dünyanın dört bir yanından gelen gazetecilerle dolu odaya beklenenden geç geldi. Daha sonra metinle ilgili olarak son dakikaya kadar Dubai ile Ankara arasında yoğun telefon ve e-posta trafiği olduğunu öğrendim.
Babacan heyecanlı görünürken Snow kendinden son derece emin idi. Sırayla hazırladıkları açıklamaları okudular, imza attıktan sonra tek bir soru almadan salondan hemen ayrıldılar.
Anlaşmanın amacını daha sonra öğrendiğimde çok öfkelendim. Anlaşmanın iki şartından biri Irak’ta zorunlu işbirliğiydi, diğeri ise ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarının Türkiye’nin kredi şartlarına uyup uymadığını izleyeceğiydi. Kongreye verilen güvenceye göre Türkiye ‘tek taraflı ve bağlayıcı olarak Kuzey Irak’a girerse’ kredi iptal edilecekti.
Bu madde 20 Mart 2003 tarihli Türk Büyük Millet Meclisi’nin Kuzey Irak’a asker gönderme kararının fiilen geçersiz kılındığı, yeni bir parlamento kararı konusu olması gereken kararın bir finansman anlaşması ile değiştirildiği, böylece hükümetin yetkisini aştığı yönünde bir tartışmaya yol açtı.
Anlaşma George W. Bush’un Türkiye’yi ziyareti ve Erdoğan ile yaptığı görüşmeyi takiben dokuz ay sonra hemen askıya alındı.
Başbakan Erdoğan bizi Burj Khalifa Oteli’nin kapısında karşıladı. Tokalaştıktan sonra, Donald Johnson’ı ve beni sıcak bir jestle kolumuzdan tutarak toplantı odasına götürdü. Bizi orada bulunan bakanlarıyla tanıştırdı. Sadece Ali Babacan ve Kürşat Tüzmen’i hatırlıyorum. Egemen Bağış simultane çeviri yapıyordu ve konuşmayı doğrudan bir diyalog gibi yansıtmakta çok iyiydi.
Genel Sekreter ile protokol toplantısından sonra OECD ile ortaklaşa neler yapılabileceği konusunda görüşlerimi sunmak için izin istedim. İlgiyle dinlediğini ve not aldığını görünce birçok öneride bulundum.
Bunlardan biri o döneme kadar Devlet Planlama Teşkilatı ve Hazine bünyesinde faaliyet gösteren yabancı yatırım departmanının, başarılı OECD ülkelerinde olduğu gibi doğrudan Başbakan’a bağlanması ve Başbakan’ın stratejik sektörlerdeki büyük uluslararası yatırımcıları bizzat ziyaret etmesiydi.
OECD’nin bu alanda geniş bir uzman ve deneyim havuzuna sahip olduğunu ve Türkiye’ye her türlü desteği sağlamaya hazır olduğumuzu anlattım. Birkaç yıl sonra “Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı”nın kurulmasında muhtemelen bizim de karınca kararınca katkımız olmuş olabilir.
Erdoğan ayrıca İstanbul’da TİKA ile birlikte kurduğumuz OECD Özel Sektör Gelişim Merkezi aracılığıyla MENA yatırım ve yönetişim programımıza daha fazla destek sözü verdi. Hakan Fidan’ın da çok katkısı oldu bu merkezin etkin işleyişine.
Ayrıca, muhalefetten direnişle karşılaşan OECD kamu yönetimi reformunun başarılı örneklerini Türkiye’ye yansıtmak için hemen bir teknik ekip gönderebileceğimizi ilettim. Çok ilgilendi ve hemen Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’e önerimizi hayata geçirmesi talimatını verdi.
Ne yazık ki, sonraki toplantılarımızda bakanlıklardaki teftiş kurullarının kaldırılmasının değerlendirilmesi için OECD ülkelerinden örnek olup olmadığını sormak dışında, gönderdiğimiz OECD ekibine başka bir şey sormamışlar. Erdoğan ayrıca Babacan ve Tüzmen’e OECD ile işbirliğini daha da genişletmeleri talimatını verdi yanımızda, daha kapsamlı ve özel görüşme için beni de Ankara’ya davet etti.
Bu ziyaret sırasında, Dubai’deki hızlı büyüme ve gelişmenin daha da arttığını, gökdelenlerin sürekli genişlediğini, yeni projelerin ortaya çıktığını, dünyanın dört bir köşesinden insanların burayı güvenli bir liman olarak gördüklerini gözledim.
Halen Türk yatırımcılar ve iş insanları tarafından bölgede kurulan şirket sayısı 570’i aşmış durumda. Dubai serbest ticaret bölgesinin yaşam alanlarında hayatını sürdüren Türk vatandaşlarının sayısının 30 binden fazla. BAE ile ticaret hacmı 10 milyar dolara yakın.
Türkiye ve Dubai arasında işbirliği potansiyeli aslında çok geniş, ancak çok sayıda görüşme ve 13 projeyi kapsayan on milyarlarca dolarlık mutabakat zaptının imzalanmasına rağmen, henüz yeterince ilerleme sağlanamamış.
Her iki taraf da güven, pratiklik ve “kazan-kazan” temelde finans, enerji, savunma sanayi, gıda, ticaret ve yatırım gibi çeşitli sektörlerde işbirliği ruhunu geliştirmek için daha fazla çalışmalı işbitirici yaklaşımla, Dubai ile Abu Dhabi arasındaki hassas dengeyi anlama ve bu dinamikleri ustaca yönlendirme becerisini de içerecek şekilde.
18 Aralık 2024 - Yeni Suriye politikası: Stratejik bir vizyon
15 Aralık 2024 - Cebelitarık’ın Afrika kıyısında: Fas’ın zenginliği, çelişkileri ve çekiciliği
13 Aralık 2024 - Suriye’de Erdoğan’ın hakkı Erdoğan’a, ama zor sorular yanıt bekliyor
9 Aralık 2024 - Avrupa Birliği’nin enerji krizi sanayileşmeyi de çökertti
6 Aralık 2024 - 2025’te bizi ve dünyayı sıcak günler bekliyor