Wimbledon söz konusu olduğunda, tenis tutkunları için etraflarındaki her şey durur. Bu prestijli turnuva, sporseverlerin hayatında adeta bir mihenk taşı. Ya tüm imkanlar zorlanarak pahalı bilet bulunur, yakınlarda bir otel ya da arkadaş evi ayarlanır, maçlara gidilir ya da 1 Temmuz ile 14 Temmuz tarihleri arasında tüm işler ertelenip ekranlara yapışılır dış dünyaya veda edilip
Londra’da yaşamanın avantajıyla Wimbledon’u 2005’ten bu yana canlı izleyebiliyorum. Birlikte çalıştığım şirketlerin özel locaları oluyor, kendimi davet ettiriyorum.
Wimbledon’un benim için beş boyutu var:
İlk olarak, maçların ve dünyanın dört bir yanından oyuncuların kalitesi gerçekten çok yüksek. Kimler geldi, kimler geçti? Sekiz Wimbledon şampiyonluğuyla turnuva tarihinin en başarılı erkek oyuncusu Roger Federer hepimizin gözdesi. Zarif oyun stili ve korttaki centilmenliğiyle tanınıyor. Martina Navratilova Wimbledon’da kadınlar teklerde dokuz kez şampiyon oldu. Pete Sampras yedi kez şampiyonluğu kucakladı, güçlü servisi ve agresif oyun tarzıyla biliniyor. Serena Williams’ın da yedi Wimbledon şampiyonluğu var. Björn Borg hatirlarsaniz beş kez Wimbledon şampiyonluğu kazanarak 1970’lerin ve 80’lerin başında tenis dünyasına hükmetmisti. Rafael Nadal’ı da severim, çim kortta da büyük başarılara imza atmış bir toprak kort üstadı.
İkincisi, tenisçilerin yetenekleri, stratejileri ve fiziksel dayanıklılıkları, bizleri her an diken üstünde tutuyor. Onların davranışlarından ve oyun stratejilerinden hem kişisel hayatım hem de profesyonel uğraşlarım için her zaman dersler çıkarıyorum. Onların azmi, disiplini, ruh halleri, tepkileri ve profesyonelliği bana motivasyon kaynağı oluyor.
Üçüncü olarak, Wimbledon bir şehrin tarihi ve geleceği yaşatarak nasıl dünya çapında bir marka oluşturabileceğinin en iyi örneklerinden biridir. Tıpkı Davos, Aspen, Venedik ve Bodrum gibi. 19. yüzyıla dayanan tarihiyle Wimbledon hem geçmişin izlerini taşıyor, hem de modern sporun zirvesini temsil ediyor bence. Elbette ki dünyada sadece Wimbledon değil dört Grand Slam turnuvası da öne çıkıyor: Australian Open, Roland Garros, US Open. Indian Wells, Miami Open, Madrid Open, Roma Masters ve Shanghai Masters gibi prestijli turnuvalari da unutmayalım.
Dördüncü olarak, ekonomik kazançlar Wimbledon’un başka bir önemli bir boyutu. Turnuva İngiltere ekonomisine milyonlarca pound kazandırır. Turizm, konaklama, yeme-içme sektörleri ve daha birçok alan bu dönemde canlanır.
Yerel halk da bu etkinlikten iyi kazanıyor. Tenisçiler de hiç az ödüllendirilmiyor. Bu yıl toplam ödüller 50 milyon pound’u buldu. Erkek ve kadın teklerde şampiyon 2.7 milyon pound alıyor. Asıl kazanç tabii ki reklam ve sponsorluklardan gelecek.
Son olarak, Wimbledon’un benim için en özel boyutlarından biri turnuvada Türk tenisçilerin yer alması. Ne yazık ki Türk tenisçiler finallere kadar ilerleyemiyor. Bu yıl Wimbledon’da oynayan Türk tenisçiler arasında Zeynep Sönmez öne çıktı. Sönmez son dönemlerde önemli başarılara imza atarak dikkatleri üzerine çekiyor. Bu yılın başında Katar Açık’ta WTA 1000 seviyesinde ilk kez mücadele etti, Fransa Açık’ta ana tabloya kalmayı başardı.
Bir de Türk hakemler var yaklaşık 330 Wimbledon hakemi arasında. İzmir kökenli Mutlu Yücebaş en iyi çizgi hakemlerinden. Soner Sivri, Erkan Tahran, Esin Kıratlı ve Serdar Sümer de görev yapıyor farklı kortlarda.
Velhasıl, Wimbledon benim gibi tenis tutkunları için sadece bir spor etkinliği değil, yaşam biçimi de. Her yıl bu büyülü atmosferi yaşamak, dünya çapındaki en iyi tenisçileri izlemek ve bu büyük spor ailesinin bir parçası olmak tarif edilemez bir deneyim. Bu nedenle en azından 2025 için siz de kendinize bir kıyak çekin ve Wimbledon’ı yerinde canlı seyretmek için hazırlıklarınıza şimdiden başlayın.
22 Aralık 2024 - Konforun tuzakları, hayatın gerçek ritmi ve tavsiyeler
18 Aralık 2024 - Yeni Suriye politikası: Stratejik bir vizyon
15 Aralık 2024 - Cebelitarık’ın Afrika kıyısında: Fas’ın zenginliği, çelişkileri ve çekiciliği
13 Aralık 2024 - Suriye’de Erdoğan’ın hakkı Erdoğan’a, ama zor sorular yanıt bekliyor
9 Aralık 2024 - Avrupa Birliği’nin enerji krizi sanayileşmeyi de çökertti