Erdoğan–Trump Zirvesi: Fotoğraftan Fazlasını İstiyorsak

24 Eylül 2025

Oval Ofis’e giden yol her zaman belirsizliklerle ve sürprizlerle dolu — hele ki masanın diğer ucunda Donald Trump oturuyorsa.

Ukrayna lideri Zelenski’nin yaşadığı muamele bunun en çarpıcı örneğiydi. Trump’ın tarzını bilenler iyi bilir: Dengeleri gözetmek, ince ince müzakere etmek onun kitabında yazmaz. O, dosyaları hızla kapatıp “oldu bitti” yaratmaya alışmış narsist bir lider. Müzakereyi eşitler arası bir alışveriş değil, karşı tarafa dayatılacak bir anlaşma olarak görüyor.

İşte bu nedenle, 25 Eylül’de Washington’da yapılacak Erdoğan–Trump zirvesi sadece bir fotoğraf karesinden ibaret olmayacak. Ticaret, güvenlik, teknoloji, yatırım ve jeopolitik alanlarda milyarlarca dolarlık bir pazarlığın ve müzakerenin sahnesine dönüşecek.

Lakin iki liderden ziyade müzakereyi ekipleri yapacak, sadece pürüzlü önemli konuların onların kararına bırakılacak. Fazla vakit kalmadı, umarım iyi bir ön müzakere yapılmıştır.

Trump’ın Ajandası

Trump’ın hedefi net: Amerikan seçmenine “istihdam ve refah” hikâyesi satmak. Boeing ve Lockheed Martin kasalarını dolduracak kontratlarla kampanya sahnesine çıkmak, 2026 ara seçimleri öncesinde elini güçlendirmek istiyor. AB, Çin, Körfez ülkeleriyle yaptığı gibi.

F-16 tedarik ve modernizasyonu, Boeing uçak siparişleri, hatta belki F-35’e geri dönüş ihtimali… Bunların ABD için değeri en az 20–25 milyar dolar. Muhtemelen daha da fazla.

Türkiye’nin Hesabı

Ankara açısından tablo çok daha karmaşık. Bu anlaşmalar, Türkiye’nin hava gücünü 2030’ların ortasına kadar takviye edebilir, Yunanistan ve İsrail’in F-35 üstünlüğünü kısmen dengeleyebilir. Washington’la normalleşme finansmana erişimi kolaylaştırabilir, yaptırım baskılarını hafifletebilir, 100 milyar dolar ticaret hedefine yaklaştırabilir, yatırımcıların gözünü yeniden Türkiye’ye çevirebilir.

Ama ağır bir fatura da kapıda. Savunma bütçesinin neredeyse yarısı bu alımlara gidebilir. Teknoloji transferi yazılı güvenceye bağlanmazsa bağımlılık riski artar. Elektronik kilitler, kullanım kısıtları ve lojistik zincirinde ABD’ye mahkûmiyet, Türkiye’nin özerkliğini sınırlar.

Alternatifler

Eurofighter Typhoon seçeneği hâlâ masada. Berlin’in vetosu kalkıyor; İngiltere, İspanya ve İtalya ile ortak üretim ve bakım üsleri kurulabilir. Rusya ya da Çin’den yapılacak alımlar pazarlık gücü sağlar ama siyasi maliyeti çok yüksek olur — S-400 vakası hâlâ hafızalarda.

Yerli KAAN projesi stratejik hedef olarak masada, ancak 2030’dan önce operasyonel olgunluğa ulaşması zor görünüyor. Bu yüzden köprü çözümler kaçınılmaz.

Enerji ve Sanayi: Asıl Kalıcı Dosya

Türkiye–ABD ilişkilerinin kalıcı olmasını belirleyecek olan uçak sayısı değil. Enerji ve sanayide ortaklık kurulmadıkça “stratejik ortaklık” lafı boş bir slogandan öteye gitmez.

Türkiye, Doğu Akdeniz ve Avrasya’da enerji merkezi rolünü güçlendirmedikçe; ABD LNG’siyle uzun vadeli kontratlar yapılmadıkça; esnek fiyatlama ve ortak depolama projeleri kurulmadıkça ticaret hedefleri havada kalır.

Oysa ciddi potansiyel var:

•Afrika’da arama–üretimden rafineri ve petrokimyaya, mini-grid projelerinden enerjiye erişime kadar Türk müteahhitliği ile Amerikan finansmanı birleşebilir.

•Orta Asya’da, bakır, uranyum ve nadir toprak elementleri için ortak fonlar kurulabilir; Trans-Hazar geçişinde Türkiye’nin lojistik rolü ABD kredileriyle desteklenebilir.

•Yeşil dönüşümde, batarya, hidrojen, karbon yakalama ve ısı pompaları gibi alanlarda ortak üretim ve Ar-Ge merkezleri olmadan hedefler kâğıt üzerinde kalır.

Siyaset Dosyaları

Enerjiyi siyasetten ayırmak mümkün değil.

ABD’nin Kıbrıs için ortaya koyacağı yeni vizyon Türkiye’yi tatmin etmezse Doğu Akdeniz denklemi çöker. Gazze’de yapıcı rol üstlenmezse her proje siyasi risklere takılır. Suriye’de YPG özerklik baskısı Ankara’nın kırmızı çizgilerini aşarsa, yapılacak ticaret ve savunma anlaşmaları içeride de meşruiyet kaybeder. Rusya’dan petrol ve doğal gaz alımına yasak getirilmesi yönündeki baskıyı Ankara’nın kabul etmesi  de mümkün değil.

Üstelik, Halkbank davası ve Reza Zarrab dosyası hâlâ kapanmış değil. Trump ailesinin Türkiye’deki gayrimenkul ilgisi ve Washington’daki sermaye çevrelerinin bağlantıları da masanın görünmeyen başlıkları arasında.

Bizim bilmediğimiz başka perde arkası görüşme ve müzakere kanalları olduğu aşikar.

Fotoğrafın Ötesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan için Oval Ofis’te çekilecek fotoğraf elbette önemli olabilir; ama asıl değerli olan, o fotoğrafın arkasına yazdırılacak şartlardır.

Türkiye, savunma alımlarını teknoloji transferi ve yerelleştirmeye bağlamalı. YPG/PYD konusunda yazılı güvence almalı. Enerji dosyası, Doğu Akdeniz’den Orta Asya’ya ve yeşil dönüşüm teknolojilerine kadar genişletilmeli; Kıbrıs çözümüyle eşzamanlı ilerlemelidir. Ticaret hedefi yalnızca rakamsal değil, Eximbank kredileri, gümrük kolaylıkları ve yatırımcı yönlendirmeleriyle güvence altına alınmalıdır.

Ve en önemlisi: Türkiye kendisini yalnızca ABD’nin “bölgesel ortağı” olarak değil, yeni dünya düzeninde stratejik oyun kurucu olarak konumlandırmalıdır.

25 Eylül’deki zirve, iki liderin buluşmasından ibaret değil; Türkiye için tarihi bir yol ayrımıdır. Bu fırsat ya kalıcı bir ortaklığa dönüşecek ya da geçmişin bağımlılıklarını ve sıkıntılarını daha da ağırlaştıracaktır.

Oval Ofis’ten alınacak en büyük kazanım, anlık bir fotoğraf değil; Türkiye’nin beklentilerini  güvence altına alacak yazılı somut taahhütler olmalıdır.

Aksi halde geriye hüsran kalır.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.