Dünya sahnesinde uzun zamandır sabit kalan sınırlar artık giderek daha büyük tehditlerle karşı karşıya. Devletlerin bölünme riski yalnızca tarihin değil, bugünün ve yarının da gerçeği. Ayrılıkçı hareketler, etnik çatışmalar ve sosyal huzursuzluklar bu süreci hızlandırıyor. Örnekler gözümüzün önünde: Irak, Libya ve Suriye gibi ülkeler bölünmenin acı sonuçlarını yaşıyor. Ancak mesele sadece bu ülkelerle sınırlı değil. İran, Rusya ve Çin gibi büyük devletlerde de benzer senaryoların işlenmekte olduğunu görmek bölünme riskinin küresel boyuta ulaştığını gösteriyor.
Batı dünyasında da bu riskler azımsanacak gibi değil. ABD’deki siyasi ve etnik kutuplaşmalar, Birleşik Krallık’ın Brexit sonrası iç kargaşası, İspanya’da Katalonya’nın bağımsızlık arayışları ve Fransa’daki sosyal huzursuzluklar bu ülkelerin birliğini tehdit eden unsurlar olarak öne çıkıyor. Bir zamanlar ulus-devlet modeliyle güçlü ve bölünmez görülen bu ülkelerde de artık çatırdamalar baş göstermiş durumda.
Özellikle Katalonya ve İskoçya’daki bağımsızlık hareketleri sadece Avrupa kıtasında değil dünyada yeni devletlerin doğmasının önünü açan emsaller yaratıyor. Aynı şekilde Suriye ve Irak’taki çatışmalar bu bölgelerde farklı siyasi yapılar ve yeni devletlerin doğması riskini artırıyor. Afrika kıtasında ise etnik grupların özerklik talepleri çok uzun süredir devam eden sömürge döneminden kalma sınırların sorgulanmasına neden oluyor. Tüm bu dinamikler küresel çapta devletlerin bölünme riskini artıran unsurlara işaret ediyor.
Peki, bu bölünme riskleri neden ve nasıl bu kadar güçlü bir şekilde ortaya çıkıyor? Aslında bu sorunun cevabı tek bir nedene bağlanamaz. Çok çeşitli faktörler devletlerin gelecekteki birliğini tehdit ediyor.
Birincisi coğrafi ve sosyal faktörler. Etnik gruplar arasındaki bağımsızlık arayışları kimi zaman uzun süredir devam eden toplumsal gerilimler ve uluslararası ilişkilerdeki dengelerin değişmesiyle yeniden alevleniyor. Bu arayışlar, ayrılıkçı hareketlerin zemin bulmasına neden olurken bir yandan da ulusal devlet yapılarının sorgulanmasına yol açıyor.
İkinci olarak küresel trendler devreye giriyor. Küreselleşme, teknolojinin hızla gelişmesi, ekonomik krizler ve iklim değişikliği, devletlerin iç yapısını etkileyen güçlü etmenler haline geldi. Özellikle ekonomik krizler sosyal adaletsizlik ve eşitsizlikleri artırarak toplumsal huzursuzluklara sebep oluyor. Bu da güçlü devlet yapılarının bile bölünme riskiyle karşı karşıya kalmasına neden oluyor.
Üçüncü önemli faktör siyasi karışıklıklar ve çatışmalar. İç savaşlar, istikrarsız hükümetler ve siyasi belirsizlik, devletlerin bölünme sürecini hızlandıran unsurlar olarak öne çıkıyor. Özellikle çatışma bölgelerinde merkezi yönetimlerin zayıflaması yerel yönetimlerin güçlenmesine ve bağımsızlık taleplerinin artmasına zemin hazırlıyor.
Dördüncü olarak uluslararası toplumun tutumu da büyük bir rol oynuyor. Uluslararası aktörlerin ayrılıkçı hareketlere destek vermesi ya da tam tersine bu hareketleri bastırma girişimleri devletlerin bölünme süreçlerinde kritik öneme sahip. Özellikle büyük devletlerin dış politikaları bu bölünme senaryolarının kaderini belirleyebiliyor.
Son olarak ekonomik ve çevresel değişimler. Doğal kaynakların azalması, iklim değişikliği ve ekonomik eşitsizlikler devletlerin iç dengelerini bozarak toplumsal huzursuzluklara ve dolayısıyla bölünme riskine katkı sağlıyor. Bugün Irak’tan Libya’ya, Suriye’den Yemen’e kadar pek çok ülkede bu faktörlerin birleşiminin nasıl bir etki yarattığını görmek mümkün.
Önümüzdeki çeyrek yüzyılda yeni devletlerin doğup doğmayacağını şimdiden kestirmek zor. Ancak bölünme riski taşıyan ülkeler arasında Irak, Suriye, Ukrayna, Yemen, Kıbrıs, Katalonya ve Çin gibi coğrafyaların yer aldığını göz ardı edemeyiz. Her biri farklı dinamiklere ve farklı tetikleyicilere sahip olsa da, etnik ve ulusal kimlikler, siyasi istikrarsızlık, ekonomik sorunlar ve uluslararası güçlerin müdahaleleri, bu süreçleri hızlandıran başlıca unsurlar arasında.
Sonuç olarak dünyada devletlerin bölünme riskleri giderek artmaya devam edecek. Küresel ve yerel dinamikler bu sürecin karmaşıklığını daha da derinleştirirken her ülkenin kendi içsel dinamiklerine bağlı olarak bölünme süreçlerinin farklılık göstereceği aşikar. Ancak bu gerçeği göz ardı etmek devletlerin kendi iç yapısını korumakta zorluk çekmesine yol açabilir. Yani sınırlar değişecek, uluslar yeniden şekillenecek ve dünya haritası belki de hiç olmadığı kadar dinamik bir hale gelecek.
19 Kasım 2024 - Enerji ve askeri güvenlik: Geleceği şekillendiren stratejik bağlantılar
17 Kasım 2024 - Karaburun’dan bakınca zeytin jeopolitiği ve “Zeytinyağı Savaşları”
14 Kasım 2024 - Atatürk: 15 yılda derin dönüşümün mimarı ve uygulayıcısı
6 Kasım 2024 - Trump zaferi tahmininde haklı çıktığıma üzüldüm: Muhtemel gelişmeler ve Türkiye