İnsan kendi yaşadığı evi kirletir mi, yediğini, içtiğini kimyasallar ile zehirler mi, içindeki eşyaları yakar mı, bahçesinde petrol ve maden çıkacak diye ağaçları söker mi?
Şu gerçeği kafamıza çakalım: Üzerinde yaşadığımız gezegen bizim en büyük evimiz ve başka gidecek yerimiz yok.
Ona gelecek her türlü zarar doğrudan sakinleri olan bizlere, diğer canlılara yansıyacak, neticede hayatımızın akışını temelden etkileyecek.
Gel gör ki, gezegenimizin temizliğine, sağlığına, korunmasına ve esenliğine özen göstermek bir yana, tam tersine onu inanılmaz bir süratte ve arsızlıkta kendi ellerimizle tahrip ediyoruz. Yeşillikler yok oluyor, okyanuslar kirleniyor, kimyasallar yiyeceklerimize, suyumuza siniyor, silahlanma hızlanıyor, nükleer savaş riski ensemizde, iklim değişiyor.
Görünür gelecekte yaşanabilir başka bir gezegene sekiz milyar insanı taşıma imkanımız yok. Elimizde bir tek bu gezegen var şimdilik. Dünyamıza göktaşı yağması ve hepimizi toptan ortadan kaldırması öyle bilim kurgu bir senaryo değil. Geçmişte kaç kere olmuş. Milyonlarca yıl sonra küllerimizden yeniden dirilmişiz. Gelecekte de olabilir.
Memelilerin kökeni yaklaşık 250 milyon yıl öncesinde sürüngenlerden ayrılan bir evrim sürecine dayanıyor. Geleceğimizin bu kadar uzun olmayacağını, pamuk ipliğine bağlı olduğunu kafamıza nakşedelim.
Bilim insanları gelecekteki dünyayı küresel ısınma modellerine benzer bir yöntemle simüle etmiş. Kıtaların hareketleri ve atmosferin kimyasal değişimleri gibi verileri incelemişler.
Sözgelimi Bristol Üniversitesi’nden paleoiklim bilimci Alexander Farnsworth’in bulgularını okuyunca doğrusu çok moralim bozuldu.
Gezegenimizin bu gidişle daha parlak bir güneş, kıtaların coğrafyasında değişiklik ve karbondioksit emisyon artışı nedeniyle biz dahil hiçbir memelinin karada hayatta kalamayacağı kadar ısınacağını söylüyorlar.
Güneş’in giderek büyüyüp parlaklaşacağını, bunun sonucunda da dünyanın yok olabileceğini öngörüyorlar. Elde edilen iklim sonuçları şaşırıcı: ‘‘Bu dünya adeta yanıyor.’’
Yüzyıllara yayılabilecek bu süreçte zaten kim öle kim kala. Bizim nesil bu yüzyılın ortasına kadar bile gitmez. Çocuklarımız, torunlarımız nispeten emin ellerde. Sonrasını düşünmek bile istemiyoruz.
Onların çalışmaları olmasa petrol ve doğal gaz çıkartırken yanlış hesaplar yapardık, kendi petrol, doğalgaz, maden işimden biliyorum.
Dünya tarihinde kara parçaları çarpışarak süper kıtalar oluşturdu, daha sonra bu kıtalar da bölünerek ayrıştı. Son süper kıta olan Pangea 330 milyon ila 170 milyon yıl öncesine kadar varlığını sürdürdü. 250 milyon yıl sonra ise ekvator çevresinde Pangea Ultima adı verilen yeni bir süper kıtanın oluşacağı tahmin ediliyor.
Kapsamlı ve geniş bilimsel kanıtlara dayanarak dünyamın yaşının yaklaşık 4,54 milyar yıl olduğuna karar vermişler. Bilinen en eski dünya kabuğuna ait mineraller Batı Avustralya’nın Jack Hills bölgesindeki küçük zirkon kristalleri ve Güneş Sistemi’nin meteor parçacıkları. Ay’dan gelen örnekler üzerinde jeologların yaptığı radyometrik yaş tayini ölçümleri de kullanılmış.
Üç aşağı beş yukarı dünyamızın kalan yaşını öngörebiliyoruz.
Amma velakin gezegenimizi ve kaynaklarımızı böylesine hoyratça kullanır, büyük evimize doğal akışın ötesinde insan eliyle zarar vermeye devam edersek kaçınılmaz sonumuzu sadece yakınlaştırmış oluruz. Önümüzdeki tehlike bu.
İnsanların gezegen üzerindeki ölümcül etkileri çok sayıda ve çeşitli. Ormansızlaşma, arazi kullanımındaki değişiklikler, madencilik, gaz emisyonları, plastik kirliliği, habitatların yok edilmesi, aşırı avlanma gibi.
Kaynak tüketimi ülkelerin yaşam tarzına göre değişkenlik gösteriyor. Gezegenimizin tüm kaynakları ortalama bir Amerikalı gibi tüketilseydi 5.1 gezegene ihtiyacımız olurdu.
İspanyollar gibi yaşasaydık 2.8 gezegene; Yemenliler, Afganlar, Haitililer ve Angolalılar gibi yaşasaydık 0,3 ilâ 0,5 arasında bir gezegene ihtiyacımız olurdu.
Bu nedenle iklim değişikliğinde olduğu gibi kaynak israfında da “hepimiz eşit derecede sorumlu muyuz” diye sormakta fayda var.
Son 50 yılda küresel kaynakların aşırı tüketiminin yüzde 74’ünden en yüksek gelirli ülkelerin sorumlu olduğu hesaplanmış. Yüzde 27 ile ABD ve yüzde 25 ile sorumlu Avrupa Birliği sorumluluk sıralamasında başı çekerken Latin Amerika, Afrika, Orta Doğu ve Asya’daki düşük ve orta gelirli ülkeler ise sadece yüzde 8’inden sorumlu.
Hiç kolay değil ama bir yerden başlamak gerekiyor.
Zaten kontrolümüz dışında bir ekolojik tahribat yaşanacaksa uzak gelecekte bizler bugün sadece görünür gelecekte doğanın kendi mekaniği içindeki yok oluşunu yavaşlatmak, yaşam kalitemizi, ekolojik sürdürülebilirliği arttırmak için bazı şeyler yapabiliriz ancak.
En basit ve temel eylemleri sıralamak için de füze bilimcisi olmaya gerek yok:
– Elektrik ve yakıt tüketimini etkinleştirme, enerji üretiminde yenilenebiliri hakim kılma, karbon emisyonlarını azaltma;
– Su ve gıda israfından kaçınma, atıklarımızı asgariye çekme, geri dönüşümü hızlandırma;
– Gezegenimizin hayatta kalmasında ağaçlar, ormanlar ve denizlerin rolü yaşamsal olduğu için yeşil alanlarımızı, su kaynaklarımızı koruma, daha da genişletme, kimyasal kullanımını olabilecek en düşük düzeylere çekme;
– Kentlere tıkışıp kalmamak için ekolojik dengeleri bozmayacak şekilde kırsala yayılma, yeni yaşam stilleri yaratma;
– En önemlilerden biri de ekolojik temelli kalkınmayı esas alma, insanlığın gezegenimizi koruma ve kollama bilincini geliştirme, demokrasiyi kökleştirme, sıcak çatışmaların önüne geçecek küresel mekanizmaları oluşturma.
Ana mesaj şu: Sadece tek bir gezegenimiz olduğunu unutmayalım ve ona iyi davranalım. Onun kapasite aşımının önüne geçmek için tüm doğal kaynakları sorumlu kullanalım, koruyalım. Gezegenimizin dayanma gücünü fazla zorlarsak felaket kapıda.
Dünyaya iyi bakmak, geleceğe iyi bakmak anlamına geliyor hepimiz için.
22 Aralık 2024 - Konforun tuzakları, hayatın gerçek ritmi ve tavsiyeler
18 Aralık 2024 - Yeni Suriye politikası: Stratejik bir vizyon
15 Aralık 2024 - Cebelitarık’ın Afrika kıyısında: Fas’ın zenginliği, çelişkileri ve çekiciliği
13 Aralık 2024 - Suriye’de Erdoğan’ın hakkı Erdoğan’a, ama zor sorular yanıt bekliyor
9 Aralık 2024 - Avrupa Birliği’nin enerji krizi sanayileşmeyi de çökertti