Bu pazar İzmir Karaburun Eğlenhoca köyünde ilki düzenlenecek olan “Furma Zeytin Festivali”nde konuşacağım. Tadım, müzik şöleni, üreticilerin sunumları ve de meşhur şef, gazeteci, yazar, zeytinci, ziraatçı, yerel yönetim liderleri ve köylülerin yer alacağı üç ayrı yuvarlak masa toplantısı var.
Ben ne konuşsam bu yerel ortamda ilgi toplar diye düşünürken “Hep petrol, doğal gaz, kritik mineraller, nükleer ve su savaşları, jeopolitiği üzerine konuşmak zorunda mıyım?” dedim kendi kendime.
Üstelik artık her yıl 1,5 ton zeytin ve 500 litre soğuk sıkım erken zeytinyağı üreten, çoğunu da eşe dosta dağıtan küçük bir üretici olmuşken…
Hemen ortama uygun bir başlık buldum konuşmam için.
Zeytin, Akdeniz kültürlerinde binlerce yıldır barışın, bereketin, sağlığın simgesi olagelmiş. Öylesine güçlü, öylesine dayanıklı ki; hem coğrafyanın ruhunu taşıyor hem de modern dünyada küresel bir değer olarak öne çıkıyor.
“Yeşil altın” da denen bu kadim ağacın giderek artan değerini keşfettikçe artık onun jeopolitik yansımaları ile ilgili de söyleyecek sözlerimiz olduğunu görüyorum.
Antik çağlarda ne kadar önemli olduğunu kutsal kitaplar bile yazıyor. Günümüzde bu yeniden keşfediliyor; mutfakta tek başına “zeytinyağlı yiyecekler” sınıflandırmasını belirleyicisi.
Ancak bu sadece ekonomik bir mesele değil; zeytinyağı, bugün sağlığa olan katkıları sayesinde daha fazla tercih ediliyor, gittikçe artan bir talep görüyor. İnsanlar sağlık için her sabah onu adeta ilaç gibi içiyor kalkar kalkmaz.
Üretim artışı, teknoloji kullanımı, sürdürülebilir tarım yöntemleri, ürün kalitesinin artırılması gibi konularda sürekli yenilikler ve iyileştirmeler yapılıyor.
Bu yüzden, zeytinin kimlerin elinde olduğu, arz ve talep güvenliği, teknolojisi, kalitesi artık çevresel, siyasi ve ticari bir çekişmenin, daha doğrusu “Zeytin Savaşları” denen giderek kızışan mücadelenin de odak noktası haline gelmiş durumda.
Akdeniz’in dört bir yanına yayılmış zeytin ağaçları, sadece yiyecek ve sağlık ürünü sunmanın ötesinde, bu coğrafyanın kültürel mirasını ve tarihini yaşatıyor.
Zeytinin anavatanı, malum, Mezopotamya, Ege ve Akdeniz bölgesi. Ayrıca, Suriye, Filistin, Kıbrıs, İspanya, İtalya, Yunanistan, Portekiz ve Tunus coğrafi kuşağını da kapsıyor.
Zeytinlik alanları itibariyle ilk üç ülke sırasıyla İspanya (%25,4), Tunus (%12,4) ve İtalya (%10,9). Bunca zeytin söylemimize rağmen biz (%8,6) Fas’ın (%10,7) hemen ardından beşinci sırada geliyoruz. Bizden sonra da Yunanistan (%7,9) var.
Hesaplamışlar, dünyada en fazla zeytinlik alana sahip ilk 10 ülkenin toplam payı yaklaşık olarak %93. Küresel zeytin ve zeytinyağı ihracatında ilk beş sırada yer alan ülkeler toplam ithalatın yaklaşık %84,9’unu gerçekleştiriyor. Üretimde zeytinde 3. ve zeytinyağında 5. sırada yer alan Türkiye’nin ihracatta üst sıralarda yer alsa da küresel ticaretten yeterince pay alamadığı görülüyor.
Maliyetlerin arttığı, iklim değişikliğinin üretimi ciddi etkilediği bir dönemde zeytin ve zeytinyağı sektörünün ayakta durması için devlet desteği gerekebiliyor. Ancak Avrupa Birliği’nin zeytin üretimini desteklemek için sunduğu teşvikler gibisi gelince, Türkiye dahil AB dışı ülkeler için ne yazık ki adil rekabet sorunu ortaya çıkıyor. Üretimin azaldığı yıllarda İspanya, İtalya gibi ülkeler Fas ve Suriye’nin üretimini satın alarak pazar paylarını korumaya yöneliyorlar.
Zeytin ağaçları, Akdeniz’in sert iklim koşullarına uyum sağlama kapasitesi sayesinde de stratejik bir tarım ürünü olarak öne çıkıyor. Bu ağaçlar, kuraklık ve toprak erozyonuna karşı dirençli; böylelikle, ekosistem sağlığına önemli katkılar sunuyor. Zeytin yetiştiriciliği, bu yüzden sadece tarımsal bir faaliyet değil, aynı zamanda karbon tutma özelliği sayesinde çevresel sürdürülebilirliğe katkıda bulunan bir süreç.
Osmanlı Devleti’nde Güney Marmara, Akdeniz adaları ve Ege kıyıları “zeytinyağı bölgesi” olarak anılmaktaydı. Bunların dışında Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu’nun bazı yerleri ile Karadeniz kıyılarında zeytin yetiştirilse de diğerleri gibi önem arz eden bir boyutta değildi.
Kadim zeytinliklere sahip olmalarına rağmen, göçebe yaşam tarzının da tesiriyle, tereyağı ve kuyrukyağı gibi hayvansal yağlar tüketmeyi tercih eden Türkler arasında zeytinyağının yemeklik olarak tüketilmesi bir hayli zaman aldı. Keza Osmanlı saray mutfağında da ağırlıklı olarak sadeyağ kullanıldı.
20. yüzyılın başlarına kadar aydınlatmada temel hammadde olan zeytinyağı kamu daireleri ve ibadethanelerin aydınlatılmasında, sabun imalatının yanı sıra ilaç yapımı, tersanede kızakların, makinelerin ve sarayda hayvan koşumlarının yağlanmasında kullanıldı.
Bu nedenle İstanbul’un artan zeytinyağı ihtiyacının karşılanması son derece önem arz etti. Devlet zeytinyağının temininde bahsi geçen bölgelerle kontrollü bir ilişki kurup İstanbul’un ihtiyacının sorunsuzca karşılanmasına yönelik bir politika izledi.
Zengin iklim ve toprak yapısıyla zeytin yetiştirmek için ideal bir coğrafyaya sahibiz. Lakin her yıl zeytin üretiminde düşüşler yaşanıyor. Üretim düştükçe doğal olarak fiyat artışları oluyor. Bu artışların hızı çoğu zaman normal enflasyona göre daha hızlı. Girdi maliyetlerinin de artışı ile ürün azlığı bir arada olunca “zeytinyağı pahalı” algısı oluşuyor. Özellikle perakende fiyatlarına etki eden işçilik, teneke, ambalaj, nakliye, ilaçlama ve gübre fiyatlarının artması zeytin maliyetinin artmasını tetikliyor.
Kendim bu yıl yaşadığım için biliyorum: Yağı üretmek için harcadığımız para ile sonrasında elde ettiğiniz ürünün değeri arasında aleyhimize ciddi bir dengesizlik var. Yani, çok büyük ölçekte çalışmıyorsanız sırf zeytincilikten geçim sağlamanız adeta imkansız. Üretim maliyeti başa baş bile gelmiyor, hatta dışarıdan en iyi kalite zeytin ve zeytinyağı satın alsam daha ucuza gelecek.
2023 yılında yürürlüğe konan “Zeytin ve Zeytinyağı Eylem Planı” iç üretimi artırmayı ve küresel pazarda rekabet gücünü sağlamayı hedefliyor. Özellikle Ege Bölgesi’nde zeytin tarımı, kırsal kalkınma için can suyu gibi olacak gerçekten uygulanırsa, zira birçok küçük çiftçi geçimini zeytin ve zeytinyağından sağlıyor. Coğrafi işaretlemenin yanı sıra, bu çiftçilerin akıllı teşviklerle desteklenmesi Türkiye’nin uluslararası pazardaki itibarını, rekabet potansiyelini ve sağlık-mutfak dengesindeki ağırlığını artıracaktır.
Türkiye sahip olduğu bu büyük potansiyeli tam anlamıyla değerlendirmek için etkili bir markalaşma ve pazarlama stratejisine ihtiyaç duyuyor. Coğrafi işaretli Türk zeytinyağları, Türkiye’nin küresel imajını güçlendirecek, kırsal kalkınmayı destekleyecek ve ihracat gelirlerini artıracaktır. Bunun yanı sıra şu tasarrufu sağlayan tarım yöntemlerinin uygulanması, zeytinin geleceği için kritik öneme sahip.
Zeytin jeopolitiği, sadece ticari değil, kültürel ve çevresel bir boyuta da sahip. Türkiye, sahip olduğu bu potansiyeli en iyi şekilde değerlendirerek dünya zeytinyağı pazarında hak ettiği konuma ulaşabilir. Bu süreçte atılacak stratejik adımlar, zeytin üretiminde Türkiye’nin rekabet gücünü artırmanın yanı sıra, bölgesel kalkınmaya ve çevresel sürdürülebilirliğe de katkıda bulunacaktır. Türkiye, bu bağlamda zeytin yetiştiriciliğini bir çevre koruma stratejisi olarak da görmeli ve ekolojik tarım uygulamalarını desteklemelidir.
AB’nin kendi zeytinyağı üreticilerini koruma amaçlı uyguladığı sübvansiyonlar ve ithalat kısıtlamaları, bizim gibi ülkeler için ciddi bir engel oluşturuyor. ABD’nin getirdiği gümrük vergileri de öyle.
Bu itibarla alternatif pazarlara, yani Asya, Orta Doğu ve Kuzey Amerika’ya yönelmek, buralarda hem daha fazla pazar payı edinmeye çalışmak hem de zeytin ve zeytinyağını daha önce kullanmayan yeni nesil tüketicilere ulaştırmak zorundayız. AB Gümrük Birliği’nin tarım ve hizmetleri de kapsayacak şekilde gözden geçirilmesi bize bu sektörde önemli avantajlar sağlayacak ama Brüksel özellikle tarımda Gümrük Birliği modernizasyonu konusunda kendi üreticilerinin baskısı yüzünden ayak sürümeye devam ediyor.
Zeytin ağaçlarının kökleri ne kadar derinse, bu topraklardaki mirası da o kadar güçlü. Şayet bu kadim mirası korumak ve zeytin jeopolitiğinde öne çıkmak istiyorsak yerel üretimi ve kaliteyi arttırmak, markalaşmak, küresel pazarlarda karşılaşılan zorluklarla baş edebilmek, uluslararası işbirliğini arttırmak ve de “Türk zeytini” imajını güçlendirebilmek için yeni stratejilere ihtiyaç duyduğumuz kesin.
22 Aralık 2024 - Konforun tuzakları, hayatın gerçek ritmi ve tavsiyeler
18 Aralık 2024 - Yeni Suriye politikası: Stratejik bir vizyon
15 Aralık 2024 - Cebelitarık’ın Afrika kıyısında: Fas’ın zenginliği, çelişkileri ve çekiciliği
13 Aralık 2024 - Suriye’de Erdoğan’ın hakkı Erdoğan’a, ama zor sorular yanıt bekliyor
9 Aralık 2024 - Avrupa Birliği’nin enerji krizi sanayileşmeyi de çökertti