1973 yılında E.F. Schumacher, “Small is Beautiful: A Study of Economics as if People Mattered” adlı kitabında, ekonomik sistemlere insani ve çevresel bir bakış açısı getiren “küçük güzeldir” ifadesiyle dikkatleri üzerine çekmişti.
Mülkiye’de bu eseri okuduğumda derinden etkilenmiştim, hatta ilham alarak küçülmenin erdemini kabul ettim, ona göre yaşamayı kafaya koydum.
Bugün, yıllar sonra kitabı yeniden elime alıp farklı bir gözle incelediğimde, kavramın derin anlamı kadar yanlış kullanımlarının da ne kadar tehlikeli olabileceğini fark ediyorum.
Schumacher, büyüme odaklı ekonomik sistemlerin insana, topluma ve doğaya verdiği zararları eleştiriyor, yerel ve sürdürülebilir modellerin önemini vurguluyordu.
Ona göre, yerel üretim ve tüketim; kapitalizmin devasa yapılarından daha insancıl, çevre dostu ve sürdürülebilir bir alternatifti.
Ancak bu anlayış, zamanla bağlamından koparılarak farklı amaçlar için kullanıldı. Özellikle uluslararası siyasette, bu kavramın böl ve yönet stratejisinin bir aracı haline gelmesi, masum bir idealden tehlikeli bir silaha dönüşümü simgeliyor.
Tarih boyunca başta Birleşik Krallık olmak üzere büyük güçler, “böl ve yönet” stratejisini, rakiplerini zayıflatmak ve kendi çıkarlarını pekiştirmek için hep kullandı. Sonra ABD de sarıldı bu stratejiye. Yakın tarih, bu stratejinin acı sonuçlarıyla dolu:
•Yugoslavya’nın parçalanması: 1990’larda etnik ve dini çatışmalarla bölünen Yugoslavya, küçük ve Batı’ya bağımlı devletlere ayrıldı, Hırvatistan’dan Makedonya’ya, Sırbistan’dan Karadağ’a. Demokrasi ve insan hakları söylemleri bu süreçte meşruiyet aracı olarak kullanıldı.
•Irak ve Libya: Mezhepsel ve etnik ayrılıklar körüklenerek, bu enerji zengini ülkeler Batı’nın güdümündeki aktörler tarafından yönetilir hale geldi. Bugün, halkları Saddam ve Kaddafi’yi mumla arar haldeler.
•Sudan ve Somali: Kuzey ve Güney Sudan’a bölünen Sudan, kaynaklarını etkin kullanamaz hale gelirken Somali de fiilen parçalandı, Somaliland yaratıldı.
•Suriye: İç savaşla farklı grupların desteklenmesi, ülkenin fiilen bölünmesine yol açtı. Kürt bölgesi, rejim kontrolündeki alanlar ve diğer gruplar üzerinden dış güçlerin nüfuzu arttı, hala birleşmeye çalışıyor.
•Ukrayna ve Gürcistan: Rusya’ya karşı kullanılan bu ülkeler, çatışma alanlarına dönüştü. Ukrayna, muhtemelen Kırım ve Donbas’ı kaybedecek. Gürcistan ise Güney Osetya ve Abhazya’yı çoktan yitirdi.
Hatta hatırlayın Sovyetler Birliği 16 bağımsız cumhuriyete bölündü: hala Rusya Federasyonu’nu da parçalama emelleri sürüyor.
Bu örnekler, birleşik devletlerin parçalanmasının nasıl bir zayıflık, bağımlılık ve istikrarsızlık yarattığını açıkça ortaya koyuyor.
Schumacher’in insancıl ve çevre odaklı yaklaşımı, Batı tarafından jeopolitik ve ekonomik bir stratejiye dönüştürüldü. Büyük devletleri küçülterek kontrol edilebilir yapılar oluşturma hedefi, Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Batı’nın değişmez politikası oldu. Türkiye’ye dayatılan Sevr Anlaşması bunun en çarpıcı örneğidir. Atatürk’ün liderliğinde bu plan bozulmuş olsa da Batı, benzer stratejilerden asla vazgeçmedi.
Bu stratejinin temel hedefleri şunlardır:
1.Kontrol kolaylığı: Büyük devletler bağımsız hareket edebilirken, küçük devletler siyasi ve ekonomik olarak dışa bağımlı hale gelir.
2.Kaynak yönetimi: Petrol, doğalgaz ve su gibi stratejik kaynaklara sahip ülkeler bölündüğünde, bu kaynaklar Batılı şirketlerin kontrolüne geçer.
3.Rakip güçleri zayıflatma: Çin, Rusya ve İran gibi ülkelerin çevresinde küçük, istikrarsız devletler yaratmak, bu güçlerin etkisini sınırlandırır.
Bireysel düzeyde sade bir yaşamı ve çevreyle uyumu simgeleyen “küçük güzeldir” anlayışı, devletler için geçerli değildir. Küçük devletler genellikle:
•Ekonomik bağımlılık,
•Politik güdüm,
•Savunma zayıflığı ile karakterize edilir.
Bu strateji, güçlü devletlerin zayıflatılması ve bağımlı hale getirilmesi için bir araçtır.
Günümüzde her kuşun eti yenmez ama Batı’nın “böl ve yönet” stratejisiyle hedef aldığı ülkeler arasında Türkiye, Çin, İran ve Pakistan gibi aktörler de var.
•Türkiye, bir NATO üyesi olmasına rağmen, Çin’den Almanya’ya Rusya’dan Suudi Arabistan’a uzanan bölgenin supergücü olduğu için etnik ve mezhepsel fay hatlarıyla zayıflatılmaya çalışılmaktadır.
•“Yeni ekonomik süpergüç” Çin, Uygur, Tibet ve Tayvan meseleleri üzerinden baskı altına alınmaktadır.
•Pakistan, ayrılıkçı hareketler ve mezhepsel çatışmalarla parçalanmak istenmektedir.
•İran, etnik bölgeler üzerinden bölünme tehdidi altındadır.
Schumacher’in “küçük güzeldir” anlayışı bireyler için anlamlı olabilir. Ancak uluslararası siyasette, küçüklük çoğu zaman zayıflık ve sömürüye kapı aralar.
Bu nedenle:
•Ekonomik ve askeri gücü artırmak,
•Kendi kaderini tayin edebilme iradesini korumak,
•Bağımsızlık ve özgürlüğü savunmak, ülkeler için esas hedef olmalıdır.
Güzellik ne büyüklükte ne de küçüklüktedir. Gerçek güzellik, bağımsızlık, özgürlük ve kendi kaderini tayin etme iradesinde saklıdır. Ekonomik, teknolojik ve askeri gücünü arttırmak zorunda ülkeler. Bu iradeyi koruyamayan ülkeler, güçlü devletlerin oyunlarına karşı direnç gösteremez.
Tabii ki bu arada kendi yetersizliklerimizi de “karanlık dış güçler” söyleminin arkasına sığınarak örtemeyiz. Küçülmemek, bölünmemek ve zayıflamamak bizim de elimizde.
Bu bağlamda “küçük güzeldir” anlayışının cazibesi sorgulanmalıdır. Çünkü bu söylem, bir özgürlük çağrısı olmaktan çok, güçlü devletleri parçalayarak kontrol altına alma tuzağıdır.
Soru nettir: Bu bir özgürlük, güvenlik ve refah yolu mu, yoksa tutsaklık ve bölünme manifestosu mu?
25 Ocak 2025 - Gelecekte Bırakacağımız İz ve Hatıra
23 Ocak 2025 - “Çılgın” Liderler Çağı: Hadi Hayırlısı
21 Ocak 2025 - Eğer Kendi Kaderinize Hâkim Değilseniz: Küba Füze Krizi ve Bize Öğrettikleri
19 Ocak 2025 - “Alışırsınız, Alışırsınız…”
17 Ocak 2025 - Her Zaman Siz Haklısınız, Haklı Olmayana Kadar