Bu tekerleme hep Napolyon’a atfedilir ama kimine göre o “d’argent, d’argent, beaucoup d’argent” yani “gümüş, gümüş, daha çok gümüş” demiş. Kimileri ise Napolyon’nun asla böyle bir söz etmediğini, hiçbir Batılı kaynakta da bu konuda bir referans olmadığını ileri sürüyor. Fransızlar da sorduğumda şaşırarak hiç böyle bir şey duymadıklarını, muhtemelen bunun ona yakıştırılan bir uydurma olduğunu belirtiyor.
Başka bir rivayet daha var. Napolyon’a sormuşlar: “Savaş kazanmak için gerekenler nedir?” O da gülümseyerek “para, para, para” yanıtını vermiş. Bu, bana daha inandırıcı geldi.
Hayatımda (özellikle çocukluk ve gençlik yıllarımda) çok para sıkıntısı da çektim, çok para da kazandım. Deneyimlerim ışığında şu deyişleri iyice sindirdim beynime, kalbime: “Para sebat ağacında yetişir. Parasız genç olabilirsin ama parasız yaşlı olamazsın. Aldıklarımızla geçimimizi sağlarız ama verdiklerimizle de hayat kurarız.”
En çok içselleştirmeye çalıştığım ise şu veciz sözdür: “Para berbat bir efendi ama mükemmel bir hizmetkardır.”
Dünyada, ülkemizde ve birey olarak hepimiz para ile ilgili sorunlar yaşıyoruz. Düzenimiz, kişiliğimiz, ruh sağlığımız, ilişkilerimiz paranın varlığı ya da yokluğundan çok etkileniyor. Onun için ben de para üzerine küçük bir çalışma yaptım, özellikle de bazı çarpıcı bilgi ve hikayelerle karşılaştım, onları sizlerle paylaşıyorum.
Paranın henüz icat edilmediği dönemlerde insanlar sahip oldukları ürünlerin fazlasını diğer insanların elindeki farklı ürünlerle değiş tokuş ediyordu. Kumaş ihtiyacı olan biri tarlasında yetiştirdiği buğday karşılığında kumaş alıyor veya süt ihtiyacı olan biri elindeki elmaları bu amaçla sütü olan başka biriyle takas ediyordu. Ancak takas yönteminin bazı zorlukları vardı.
Eğer kumaşa ihtiyacınız varsa öncelikle elinde fazladan kumaş olan birini bulmanız ve o kişinin de karşılığında buğday almayı kabul etmesi gerekiyordu. Diğer bir problem örneğin bir metre kumaşa karşılık kaç gram buğday verileceğiydi. Farklı ürünlerin takasında kullanılabilecek ortak bir birim olmadığı için karışıklıklar yaşanıyordu. Öyle ki bazen bir ürün almak için daha değerli bir ürün vermek durumunda kalınıyordu.
İlerleyen zamanlarda midye kabukları, odun, metal gibi farklı maddeler ortak birim kabul edilerek değişim aracı olarak kullanılmaya başlandı. Bunlar arasında özellikle altın ve gümüş gibi değerli metaller hem doğada az bulunması hem de kolay şekillendirilebilmesi nedeniyle değişim aracı olarak kullanılabilecek en uygun malzemeydi.
Metaller kolayca küçük parçalara bölünebildiği için tam ödeme yapabilme imkânı veriyordu. Ancak alışveriş sırasında parçalara bölünen metallerin sürekli tartılmak durumunda olması işi yine zorlaştırıyordu.
Daha sonraları ticareti kolaylaştırmak için belirli bir ağırlığa sahip metaller madenî para olarak kullanılmaya başlandı. İlk madenî parayı MO 7. yüzyılda Anadolu’daki eski medeniyetlerden biri olan Lidyalılar icat etti. Bakla tanesi büyüklüğünde olan bu madenî paralar yüzde 75 altın ve yüzde 25 gümüşün karıştırılmasıyla elde edilen “elektrum” alaşımından oluşuyordu.
Lidya parası basılırken sabit bir alt kalıbın üstüne konan madenî pula hareketli bir üst kalıp yerleştirilir, ardından da kalıba çekiçle vurulurdu. Buna “darbetmek” denirdi. Bugün madenî paraların basıldığı yer için kullanılan “darphane” kelimesinin kökeni de bu basım işlemine dayanıyor. Yeri gelmişken dünyanın ilk büyük darphanesinin de Osmanlı döneminde Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’da kurulduğunu söyleyeyim.
Lidyalılardan sonra madenî para kullanımı giderek yaygınlaştı. Hatta zamanla para bastırmak güç ve egemenlik simgesi hâline geldi. Bu nedenle tarih boyunca bağımsızlığını kazanan devletler ilk iş para bastırdı. Farklı dönemlerde basılan, farklı değer ve şekillere sahip madenî paraların birçoğu devleti yönetenlerin resmini veya mührünü taşırdı.
Madenî paranın altın ve gümüş gibi değerli metallerden üretilmesi hem maliyeti artırıyor hem de taşınması zor olduğu için ticareti zorlaştırıyordu. Bu yüzden sonraki zamanlarda hem daha az maliyetli hem de insanların yanlarında kolayca taşıyabileceği kadar hafif olan kağıt paralar ortaya çıktı. Kağıt para dayanıklı olduğu için genellikle pamuk, keten ve kenevir liflerinden üretilirdi.
Kağıt parayı Avrupa kıtasına tanıtan İtalyan gezgin Marco Polo oldu. 1200’lu yılların sonunda ünlü ticaret güzergâhı İpek Yolu üstündeki Çin’i ziyaret eden Marco Polo dut ağacı kabuğundan yapılan kağıt paranın nasıl üretilip kullanıldığını Geziler Kitabı’nda anlattı.
Bunun üzerine Avrupalılar bir çeşit para işlevi gören yazılı senetler kullanmaya başladı. Zaman içinde elle hazırlanan bu senetler yerini kağıt paralara bıraktı. Avrupa’daki ilk kağıt para 1661’de İsveç’te basıldı. Ardından tüm kıtada hızla yayıldı.
Esasında Çinliler resmi olarak kağıt paralar basılmadan önce de para kullanma alışkanlığına sahipti. O tarihlerde bölgede en çok kullanılan paralar bakırdan yapılıyordu. Binlerce madeni bakır parayı bir noktadan diğerine taşımak hem çok riskli bir işti, hem de taşıma maliyeti yüksekti.
Bu yüzden Çinli tacirler bu bakır paraları alıyor, üstünde bakır paranın değeri yazan bir senet düzenliyor ve ticarette bu senetleri kullanıyordu. 200 yıl boyunca bu senetler adeta kağıt para gibi kullanıldı ancak yaygınlaşması Song Hanedanı’na nasip oldu. Bakır kıtlığıi baş gösterince tacirler ve devlet kağıt para kullanmanın çok daha mantıklı ve de kârlı bir iş olduğuna kanaat getirdi.
Böylece yüzlerce yıl sürecek kağıt para hakimiyetinin de ilk uygulayıcısı oldular.
Göçebe bir toplum antik çağlarda parayı nasıl kullanırdı hep merak ederim. Biz de Orta Asya’da Çinliler ile yanyana yaşarken, Arap, Pers ve Bizans coğrafyasına akımlar düzenlerken, yerleşik hayata geçerken parayla nasıl bir işimiz oldu?
Turan coğrafyasına ait muhtelif yerlerde Göktürk-runik harfli çok sayıda sikke ele geçti. Bunların genel özelliği mevcut bir Çin sikkesinin arka yüzüne Göktürk harflerinin kazınmasıyla oluşturulmuş olması. Bulunan sikkelerin pek çoğu “Tang Hanedanı” ile çağdaş olup genellikle 7-8. yüzyıllara ait. Esasında Çin sikkelerindeki bu Türkçe runik harfli ifadeler birer “kontrmark” olarak algılanmalı. Zira Çin sikkeleri üzerine kazınan bu harf veya damgalar aslında numismatik terminolojisinde kontrmark dediğimiz ve belli bir devlete ait sikkenin başka bir coğrafya, başka bir siyasal güç veya başka bir hükümdar tarafında da benimsenmiş olduğunu gösteren işaretlemeler.
Bu bakımdan Çin sikkelerinin Göktürk damgaları vurularak Türkistan coğrafyasında da sıklıkla kullanılmış olması İpek Yolu ticaretinin dış hacmini göstermesi açısından ayrı bir öneme sahip.
Turgisler önceleri Göktürk hâkimiyeti altında yaşarken Göktürklerin zayıflamasıyla birlikte bağımsızlıklarına kavuştu. Turgis devrinin en önemli siyasal olayları 720-730’lu yıllardaki Turgis-Emevi savaşlarıdır. Turgisler, Emevi Halifelerinin Güney Türkistan’a atadığı valileri ağır yenilgilere uğratmış, Arap ordularını Türkistan işgalinden uzak tutmuş.
Turgis sikkeleri özellikle Taraz harabelerindeki çalışmalar sırasında bulunmuş olup 8-10’uncu yüzyıla kadar geniş bir döneme yayılıyor.
Bunlar doğrudan doğruya Türk darbı olan sikkelerdir. Daha önceki Göktürk sikkelerinde sıklıkla rastlandığı gibi Çin sikkeleri üstüne sonradan kazınmış işaretlerden oluşmuyor. Türk tarihi açısından büyük önemi var. Bakırdan basılan sikkeler 2,4 cm. çapında, 5,5 gr. ağırlığında. Üstünde çok nadiren kağan portrelerine rastlanıyor.
Osmanlı Devleti ilk kâğıt parayı 1840’ta kullanmaya başladı. “Kaime” adı verilen bu kâğıt para elle yapılıyordu. Bu yöntem çok pratik olmadığı için 1842’den sonra matbaada basılmaya başlandı. 1915’te parada bazı değişiklikler yapıldı ve adı “evrak-ı nakdiye” olarak değiştirildi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kâğıt paraları ise 1927’de basıldı. Üstünde Osmanlıca ifadeler bulunan bu paralar 1937’den sonra Latin harfleriyle basılmaya başlandı.
Son yıllarda internet kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte para ve elektronik ticaret konusunda yeni kavram ve uygulamalar hayatımıza girmeye başladı. Bunlardan biri de “şifreli para” anlamına gelen sanal kripto paralar.
Birbirinden bağımsız çok sayıda bilgisayarın bir ağ bütünü oluşturduğu bir ödeme sistemi üstüne kurulu. Günlük hayatta kullanılan parada olduğu gibi merkez bankası, darphane, özel ya da kamu bankası benzeri belirli bir merkezi yok. Hiçbir kurumun kontrolünde değil. Değeri kullanıcılarının onu bir değiş tokuş ya da bir yatırım aracı gibi görmesine göre belirleniyor. Bu değer piyasadaki anlık olarak arz ve talep koşullarına göre değişiyor.
Kripto paralar blokzincir olarak adlandırılan bir altyapıyı kullanıyor. Blokzincir teknolojisi yapılan tüm işlemlerin halka açık olarak sunulduğu bir muhasebe defterine benzetilebilir. Bu büyük muhasebe defterindeki işlemler ağa bağlı farklı bilgisayarlar üstünde saklanıyor, bir işlemin onayı ağdaki bilgisayarlarda bulunan doğrulama yazılımlarıyla yapılıyor.
Blokzincir teknolojisi farklı bilgisayarlara dağıtılmış bir veri tabanı şeklinde çalıştığı için bilgi bir kez kayıt altına alındıktan sonra değiştirilemez ya da silinemez. Bu da sistemi daha güvenli hale getiriyor. Ancak kullanıcıların kripto paraların saklandığı dijital cüzdanlara giriş ve kripto para transferi işlemlerini onaylamak için kullandıkları şifreleri güvenli bir şekilde saklamaları şart.
Weimar Cumhuriyeti döneminde (1918-1933) Almanya’da enflasyon öyle artmıştı ki insanlar basit ödemeleri bile neredeyse küfeyle taşıdıkları paralarla yapıyordu. Almanlar milyonlarca marka bir paket tereyağı alabildikleri hiperenflasyon yaşamıştı o zamanlar.
Almanya’nın savaş tazminatını ödemek için kullandığı strateji yabancı para satın almak için toplu banknot basmaktı ve bu banknotlar daha sonra tazminat ödemek için kullanılıyordu, ancak strateji kâğıt markın enflasyonunu büyük ölçüde şiddetlendirdi.
1922 sonbaharında mark pratikte değersiz olduğundan Almanya’nın kâğıt mark kullanarak döviz veya altın satın alması imkansızlaştı. Almanya’nın 1922 sonlarında Fransa’ya tazminat taksitini zamanında ödeyememesinin ardından Fransa ve Belçika birlikleri Ocak 1923’te Almanya’nın ana sanayi bölgesi Ruhr vadisini işgal etti. Tazminatlar kömür gibi mallarla ödenecekti ve işgalin tazminat ödemelerini güvence altına alması gerekiyordu. Almanya kısa süre içinde kâğıt paraya boğuldu ve hiperenflasyon daha da şiddetlendi.
Daha yakın tarihte de benzeri vakalar yaşandı.
Yüzde 100, yüzde 200, hatta yüzde 1000’lik enflasyon rakamları artık şaşırtıcı gelmeyebilir, ama 2008’in Ağustos ayında Zimbabve’de enflasyon yüzde 471 milyon idi, biliyor musunuz?
İç çatışmalar, politik istikrarsızlık ve gerçekten akıl almaz bir ekonomi politikasıyla Zimbabve parası puldan bile değersiz hale gelmişti. Öyle ki bir ekmek 300 milyar Zimbabve Doları ediyordu. Hükümet çareyi 100 trilyon dolar değerinde banknot basmakta bulmuştu. Ancak bu da sorunu çözmedi. Hiperenflasyon artarak devam etti.
Neticede Zimbabve (artık bu işi yapamadığını anladığından olacak) para basmamayı ve ülkede tamamen yabancı para kullanmayı kabul etti. Enflasyon bu sayede düştü. Bugün Zimbabve hâlâ para basmıyor. Zimbabve hükümeti resmi olarak Amerikan Doları, Güney Afrika Randı, Botsvana Pulası, İngiliz Poundunun, Euro, Yen, Rupi ve Yuan’ın para birimi olarak ülke sınırları içinde kullanılabileceğini ilan etti.
Gayrimeşru para kazananlar daha farklı sorunlarla boğuşuyor.
Netflix dizilerine de konu olan Kolombiyalı uyuşturucu baronu Pablo Escobar bir dönem günde yaklaşık 500 milyon dolar kazanıyordu.
Kardeşine göre bu dönemde sadece yüz dolarlık banknotları bantlamak için 1000 dolarlık plastik bant alıyor, bütün paraları bir depoda saklıyorlardı. Depoda saklanan para o kadar çoktu ki bir milyar dolarlık bölümünü farelerin yediğini ve paraların kullanılamaz hale geldiğini uzun süre sonra fark ettiler.
Escobar zenginlikten bugünkü kurda 2 milyar 700 milyon lira değerinde olan arasının kaybolduğunu bile fark etmemişti. Bu da farelerin yediği en pahalı yemekti herhalde!
14. yüzyılda Mali’yi yöneten Mansa Musa altın ve tuzla devasa servet edinmişti. Kendi döneminde de zenginliği göklere çıkarılan bir insandı, ama zenginliğin gerçek boyutunu ancak iktisatçıların yaptığı bir çalışmayla anlayabildik. Bugüne uyarlandığında Mansa Musa’nın servetinin büyüklüğü tam 400 milyar dolardı. Yani adamın serveti bugünkü İran’ın bir yıllık gayri safi yurtiçi hasılasına eşitti. Açık ara dünyanın gelmiş geçmiş en zengin insanı olduğu kabul edilen Mansa Musa’nın bu serveti çocuklarına ne yazık ki hayır getirmedi. İç çatışmalara düştüler ve ülkenin zenginliği de kayboldu.
İnsanlar paranın mutluluğun anahtarı olmadığını söylüyor ama ben hep, yeterince paran varsa anahtar yaptırabilirsin diye düşünürüm.
Servet edinmek kadar arkada kalıcı bir sistem bırakmak da kıymetli.
Yapılan araştırmalara göre özellikle yüksek kazanç sağlayan kişilerde para kazanma ve başarıyla birlikte paraya duygusal bağımlılık da başlıyor. İnsanlar para kazandıkça büyük zafer elde ediyor, salgılanan hormonlarla da psikolojik bağımlılık süreci başlıyor. Özellikle ‘kâr’ maksimizasyonunun çok önemli olduğu sektörlerde yöneticilerin paraya bu tip bir bağımlılık geliştirdiği, yani zevk aldıkları mamulleri ve hizmetleri almak, mutluluk ve yaşam kalitelerini geliştirmekten ziyade parayı sadece saklamak için istediği görülmüş.
Yapılan bir başka araştırmanın sonucu yukarıdakinden daha ilginç: İnsanlar seksten daha çok para hakkında fantezi kuruyor. Bazılarının rüya ve hayallerini aşk, mutluluk ve şairane insani duygu değil, doğrudan para süslüyor.
Paralı, para hesabını bilen, elindeki parayı ustaca çevirmeyi, kazanca dönüştürmeyi bilen insanlar olmasaydı, insan yaşamı, ekonomi, dünyayla ticaret nasıl organize edilebilirdi, bilemiyorum. Parasızlar hep olagelmiş, hem de ezici çoğunluğu oluşturmuşlar. Egemen kültür onlara “parayla saadet olmaz,” “öbür dünyada mükafatını göreceksin,” “paran var mı derdin var” söylemleri ile sabretmeyi, statükoyu kabullenmeyi dikte etmiş bugüne kadar. Hatta muazzam mal varlığı olanlara servet beyanı sorulunca “Mülk Allah’ındır. Biz emanetçiyiz” diyenler çıkıyor.
Paraya mutlaka ihtiyacımız olduğu kesin. Ama parayı dürüstçe kazanmak, akıllıca muhafaza etmek, çoğaltmak, hak edenlerle cömertçe paylaşmak ve onun amaç değil kendimizi, sevdiklerimizi daha müreffeh, sağlıklı ve mutlu yaşatmanın, doğru bildiğimiz amaçlar için kullanmanın aracı olduğunu unutmamak gerekiyor hayatımızda.
Yoksa sonu hüsranla bitiyor.
§ Para, tüm kötülüklerin köküdür.
§ Paranın önemli olmadığı bir yerde yaşamak istiyorsanız paraya ihtiyacınız vardır.
§ Para iyi insanları daha iyi yapar, kötü insanları daha kötü.
§ Paranın kıymetini ona sahip olmayanlar daha iyi bilir.
§ Para insanın karakterini değil, karakterinin derinliğini gösterir.
§ Parayla sahip olabileceğin en değerli şey özgürlüktür.
§ Paranın gücüne kapılan insan insanlığını kaybeder.
§ Paranın değeri onu harcadığın yerde yatar.
§ Paran varsa değerliyim sanma, yoksa değersiz olduğunu düşünme.
§ Parayı doğru kullanabilen gerçek zengindir.
§ Para ile imanın kimde olduğu bilinmez
§ Parayı veren düdüğü çalar
§ Para her kapıyı açar
§ Ak akçe kara gün içindir
6 Kasım 2024 - Trump zaferi tahmininde haklı çıktığıma üzüldüm: Muhtemel gelişmeler ve Türkiye
3 Kasım 2024 - Yaşamı anlamlandırmak ve renklendirmek için
29 Ekim 2024 - ‘Öcalan açılımı’ nereye kadar?
27 Ekim 2024 - Özelleştirmede atı alan Üsküdar’ı geçti mi?
23 Ekim 2024 - Bahçeli, Öcalan, bölgesel jeopolitik ve yeni iç dinamikler