Ömür biter sorunlar bitmez.
İşyerinde terfi sorunun vardır, arkadaşların ayağına çelme takıyordur. Sürekli ihtilaf içinde olduğun karına bakıp “ben niye evlendim ki” diye soruyor olabilirsin. Çocuklar bunca özverine rağmen seni hiç takmıyordur, ne ders çalışıyor ne saygı gösteriyor ne de gelecek ile ilgili kafalarında bir oyun planı vardır. Akrabaların getirdikleri sorunlardan bıkmışsındır.
Dahası, memlekette hiçbir şey doğru dürüst gitmiyor, sana göre.
Belediye bozuk yolları tamir etmiyor, elektrik faturası her ay kafanın taşını attırıyor, siyasilerin beceriksizliği ve ülke sorunlarının katmerleşerek artması seni neredeyse depresyona sokacak; tünelin ucunda ışık göremiyorsun. Dünya, “Trump ile tehlikeli bir viraja mı girdi”, diye soruyorsun. İklim değişikliğini günbegün hissediyorsun, Gazze’de öldürülen masum insanlar, ABD’nin Çin üzerine emelleri, uzay ve enerji savaşları takatını bitiriyor olabilir.
Şimdi bunca sorun yumağının tam göbeğinde kendini çaresiz hissedebilirsin.
Ama, sorunlara bu kadar çok kafayı takarsan, sürekli çevren ile de bunları konuşursan, hele hele esasen senin kontrolün ve iraden dışında gelişen ve tek başına değiştiremeyeceğin, çoğu zaman seni de doğrudan hemen etkilemeyecek sorunlara takılıp kalırsan peşin peşin söyleyeim senden pek hayır gelmez.
Şimdi oturup hayatın ile ilgili keskin bir ayrım yapmak zorundasın. Senim ne oluşumuna katkı sağladığın ne de çözebileceğin sorunlar var önünde tamam; onları kafanın bir kenarına not et, bil. Ama asıl kafa yorman, odaklanman gereken sorunlar senin ya da çevrendekilerin yarattığı, seni doğrudan etkileyen ve şayet şikayet etmek, sızlanmak yerine çözümüne odaklanarak mesafe alabileceğin sorunlar olmalı.
Sorunları düşünmek, zihnimizi yoran ve enerjimizi tüketen bir süreç.
Oysa çözüm odaklı düşünmek, akıl sağlığımız ve zihnimizin sağlıklı çalışması açısından çok daha faydalı. Sorunlar üzerinde durmak, kaygı ve stres yaratırken; çözümler üzerinde düşünmek, yaratıcılığımızı artırıyor, motivasyonumuzu tazeliyor, pozitif olmaya zorluyor. “Bu sorunu nasıl çözebilirim?” diye sorduğunda, zihninde yeni fikirlerin doğmasına kapı açıyorsun.
Bana göre, birçok insanı istihdam etme yeteneğine, cesarete ve finansal güce sahip işverenlere özel ödüller verilmesi elzem. Daha ileri giderek, 50-60 bin kişiyi çalıştıranlara Devlet Yüksek Nişanı verilmesi, hatta Nobel ödüllerine aday gösterilmeleri gerektiğini de düşünüyorum.
Birinin sorumluluğunu üstlenmek, iş yaratmak, güvenliğini sağlamak, eğitim vermek, ulaşım ve yemek tedarik etmek, moral destek sağlamak, her ay zararda olsan bile maaş ödemek, sosyal güvenlik primlerini yatırmak, sağlık sigortası yaptırmak, bazen de çalışanların kaprisleriyle başa çıkmak…
Bunlar gerçekten zorlu görevler. Herkes bu yükü taşıyabilir mi? Elbette hayır.
Bu nedenle, diplomasiyi bıraktıktan sonra yönettiğim işlerde, çalışan sayısını her zaman az ve ve kolay yönetilebilir düzeyde tutmaya özen gösterdim. Gerekirse dışarıdan serbest çalışanlarla iş birliği yaptım; kısa süreli ama esnek yapıda çalışabilen bireyleri seçtim ekibime. Ne kadar az insanla çalışırsam, o kadar az sorumluluk alırım, o kadar verimli olurum ve de olası insan kaynakları yönetimi sorunlarını asgariye indirebilirim… düşüncesi hala baskın bende.
Ayrıca, yanımda çalışanlara sıkça şunu söylüyorum: “Bakın çok ağır kendi sorumluluklarım var. Lütfen bana çok zorda kalmadıkça sorun getirmeyin, şayet bir sorun varsa çözümüyle birlikte gelin.”
Ayrıca, “Klasik bir memur gibi bir şeyin neden olmayacağını değil, nasıl olacağını anlatın” demekte de ısrarcıyım.
“Sorunun değil, çözümün bir parçası olun” söylemi, iş yaşamımda en sevdiğim tarz.
“Sorunları düşünmekten çok çözümleri görmek, araştırmak, yaratmak” fikri, çalışanlara daha geniş sorumluluk ve yetki verilmesi, onları ndaha yenilikçi ve çözüm odaklı düşünmeye teşvik edilmesi için de önemli.
Sorunları çözme sürecinde kritik bir nokta harekete geçmek. Bir sorunu tespit etmek ve sadece çözümü için düşünmeye başlamak yeterli değil; bu sorunu aşmak için hangi adımlar atılması gerektiğine de kafa yormanız ve harekete geçmeniz gerekiyor akademik çözüm tartışmalarına dalmak yerine.
Unutmayın, çözümlerle gelen bireyler sadece sorunları aşmakla kalmaz, aynı zamanda daha büyük hedeflere ulaşmanın kapılarını da açar. “Yüzde 99’u sorunları düşünüyor, yüzde 1’i çözüm üzerine kafa yoruyor” ifadesi bu durumu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Fark yaratan bireyler, sorunları geçici duraklar olarak görür ve her zorluğun arkasında bir fırsat olduğuna inanarak ilerlerler.
Zorluklarla yüzleşmek ve harekete geçmek, çoğu zaman en zor adım olabilir. Belirsizlik, korkular ve içsel şüpheler insanı geri çekebilir. Ancak evren asla seni durdurmaz; gerçek engeller içsel korkular ve şüphelerdir. Azim ve kararlılık, zorluklarla baş etmenin anahtarlarıdır.
Çözüm odaklı insanlar fark yaratırlar. Sorunları aşmanın yollarını bulmanın yanı sıra, yenilikçi ve yaratıcı düşünce yapısıyla da dikkat çekerler. Mevcut durumu sorgulamakla kalmaz, daha iyi bir gelecek için adım atma cesaretini de gösterirler. Bu kişiler, toplumlarına ilham verirken dönüşüm sürecinde önemli bir rol oynarlar.
Fark yaratanlar, sadece kendi hayatlarını değil, aynı zamanda etraflarındaki dünyayı da değiştirirler. Onların çözüme odaklanan yaklaşımları, toplumsal ve küresel sorunların çözülmesinde büyük bir etki yaratabilir. Fark yaratmak, sadece kişisel bir başarı değil, aynı zamanda toplumsal bir dönüşüm yaratma gücüdür. Bu kişiler, zaman zaman yalnız kalabilirler, çünkü toplumun geri kalan kısmı, mevcut durumun değişmesine karşı direnç gösterebilir. Ancak fark yaratanlar, cesaretle yola çıkar, zorluklarla mücadele eder ve nihayetinde büyük bir fark yaratırlar.
Sonuç olarak, hayatımızdaki zorluklar, bizi daha güçlü kılmak için vardır. Evren bizi durdurmaz; içimizdeki korkuları ve şüpheleri aşmak için önümüze fırsatlar sunar. Eğer harekete geçmeye cesaret edersen, hayat sana yollar açacaktır