Dün resmi Rus televizyon kanalı yarım saatlik özel yayın istedi Türkiye ve Suriye yakınlaşması üzerine konuşmam için. Ancak beş dakika sonra “Kesmek zorundayız, özür dileriz, acil başka bir gelişme çıktı” diyerek sohbetimizi yarıda kestiler.
Gerçekten sıcak bir gelişme mi oldu, yoksa söylediklerim pek hoşlarına mı gitmedi bilemiyorum.
Suriye’den işgalci Türk askerlerinin çekilmesi yönündeki Esad’ın ön koşulunu nasıl değerlendirdiğimi sorduğunda söyle yanıt verdim:
“Ben de onun yerinde olsam ve ülkenin toprak bütünlüğünü kaybettiysem elbette işgalci güçlerin çıkmasını isterdim.”
Sonra ekledim: “Ama ülkenin üçte biri üzerinde hüküm süren, neredeyse tüm petrol ve doğal gaz sahalarının üzerinde oturan ABD destekli PKK/YPG ile işe başlardım. Sonra kendi nüfuz bölgelerini ve üslerini yaratmış, Şam’ın egemenliğini gölgeleyen İran ve Rusya’yı da uzaklaştırırdım ülkeden. İsrail’i işgal ve ilhak ettiği, su kaynaklarının bulunduğu Golan Tepeleri’nden kovardım.
Daha sonra da, Türkiye ile sınırda güvenliği sağladıktan, teröristleri temizledikten ve Suriye nüfusunun yaklaşık dörtte biri kadarı Türkiye’ye kaçmış vatandaşı mültecileri de ülkeme geri aldıktan sonra Ankara’dan kuvvetlerini çekmesini tabii isterdim.”
“Rusya işgalci güç değil ki” diye araya girdi sunucu sinirlenerek, hemen akabinde “özür dilerim yayını erken bitirmek zorundayız” diyerek başka bir yayına geçti.
Suriye konusu çok karmaşık ve işin içinde çok oyuncu var.
Amerika: Kürtlerin yanında, uluslararası koalisyon ile hâlâ bitirilememiş (kendi yarattığını Trump’ın söylediği) IŞİD’in peşinde.
Rusya: Kara, hava ve deniz üsleri kurarak Suriye’ye yerleşti, bir daha çıkmaz. Esad’ı ayakta tutan güç Putin yoksa çoktan devrilmişti.
İsrail: Zayıf bir Suriye istiyor. Kafasına estiğinde savaş uçakları ile hedefleri vuruyor. Hizbullah’ı hallederse Suriye içlerine daha da girebilir. Ankara’da vaat edilmiş topraklarda “Büyük İsrail” projesinden kaygı duyanlar var.
İran: Biliyor ki Suriye’den sonra sıra kendisine gelecek, onun için askerleri ile Suriye sahasında. Esad’ı koruyor, tarihi barışmayı teşvik ediyor.
Arap Birliği: Suriye’yi yeniden bağrına bastı. Irak, Katar ve Suudi Arabistan Türkiye ile arabuluculuk için sürekli devrede, mekik diplomasisi uyguluyorlar. Arap toprağının kaybedilmesini istemiyorlar.
Çin: Geçen yıl Pekin’de bir toplantıda karşılaştığım Çinli general “yakın zamanda Şam’ı ziyaret ettiğini, sınır bölgelerini dolaştığını” söyleyerek “siz neler yapıyorsunuz öyle Suriye’de?” diye sordu. Ben de “bizim sınır komşumuz o. Peki siz ne yapıyorsunuz binlerce kilometre ötede Suriye’de bir asker olarak” diye karşı soruyla cevap verdim. Çin için İran, Körfez ve Doğu Akdeniz kritik önemde olduğu için topa o da giriyor. Silah da satıyor bol bol.
Daha harap olmuş ülkenin yeniden inşası pastasından pay almak isteyenlerin mücadelesi de var hesaba katmadığımız.
Ankara’nın Suriye hesapları hiç tutmadı, dilerim bundan sonra akıllı bir strateji ile kısmen uğranılan zararlar telafi edilir.
Sünni, kendine yakın bir iktidarı Şam’da yerleştirmek isterken son 13 yılda hem Suriye sınırında PKK/YPG’nin yerleşmesine, petrol sahalarına çökmesine, düzenli ordu kurarak fiili özerklik elde etmesine yol açtı, hem İdlib merkezli Suriyeli silahlı muhalif grupların cirit attığı adeta bir Peşaver yarattı, hem de sekiz milyona yakın (Suriye nüfusunun dörtte birinden fazla) Suriyeli sığınmacıyı kabul ederek kendisine ağır sosyal ve ekonomik külfet oluşturdu.
Dahası Batı ile ilişkileri bozuldu, Rusya ile uçak düşürme ve Mehmetçiğin toplu katliamı krizleri yaşandı. Yatırımcılar ürktü, turizm baltalandı, Doğu Akdeniz menfaatlerini koruyamaz hale geldi, hasımların cephesi büyüdü, keskinleşti.
Sanmayın ki Erdoğan-Esad zirvesi Moskova ya da Bağdat’ta yapılınca her şey güllük gülistanlık olacak. Bu yumağı çözmek kolay değil.
Gordion’un düğümünü Büyük İskender bir kılıç darbesi ile kesmisti ama Suriye düğümüne en az bir düzine kılıç darbesi gerekiyor gibi.
Tam aksine Suriye denkleminde ortak mutabakata varmak bile yıllar sürebilir.
Onun için görüşme zeminini, ne alıp ne vereceğimizi tesbit etmeden masaya oturmanın pek yararı olmaz.
Kuşkusuz iki tarafın da ihtiyacı var çözüme. Masaya oturma acelesi bir zafiyet olarak görülmemeli.
Ama aceleye getirilen, parametreleri iyi oluşturulmamış bir zirve fiyaskoyla sonuçlanırsa tam tersine gerginlik daha da artacak, sorunlar yumağı daha da büyüyecek.
22 Kasım 2024 - Hayatımızın kaçınılmaz gerçeği: İhanet
19 Kasım 2024 - Enerji ve askeri güvenlik: Geleceği şekillendiren stratejik bağlantılar
17 Kasım 2024 - Karaburun’dan bakınca zeytin jeopolitiği ve “Zeytinyağı Savaşları”
14 Kasım 2024 - Atatürk: 15 yılda derin dönüşümün mimarı ve uygulayıcısı
6 Kasım 2024 - Trump zaferi tahmininde haklı çıktığıma üzüldüm: Muhtemel gelişmeler ve Türkiye