ABD'nin ihracat kontrollerinin artması Çin'i yerli üretime zorluyor. Dünya bir eşikten geçiyor. Hepimizin sıklıkla duyduğu “yeni dünya düzeni” artık kulağa boş bir slogan gibi geliyor. Oysa asıl yaşadığımız, düzenli olmayan, çok merkezli, çok aktörlü ve bol çatışmalı bir mücadele çağı. Güçlü liderlikler geride kaldı, küresel kurumlar zayıfladı, yeni kurallar ise henüz yazılmadı. Bildiğimiz anlamda düzenin yerine bir tür belirsizlik ve karmaşa sistemi geçiyor.
Bu yeni çağın başat aktörleri ise geçmişten farklı olarak sadece devletler değil; teknoloji devleri, algoritmalar, enerji kaynakları, sosyal medya ağları ve dijital para birimleri de oyuna dahil oldu. Güç, artık sadece tankla, topla ya da para ile ölçülmüyor. Veriyi kim kontrol ediyor? Algıyı kim yönetiyor? Hikâyeyi kim anlatıyor? Bunlar yeni dönemin asıl soruları.
Donald Trump, bu belirsizlik çağının en özgün temsilcilerinden biri. Geleneksel devlet aygıtına başkaldırısı, medyayı baypas eden iletişim dili, diplomasi yerine tweet’lerle kurulan ilişkiler… Birçoğumuz için alışılmadık, hatta itici. Ama bir kesim için de sistemin dışına çıkan, “halkın sesi” olan bir figür.
Trump’ın ikinci dönemi yalnızca ABD iç siyaseti için değil, küresel düzlemde de ciddi kırılmalara yol açacak gibi. NATO’nun geleceği, Avrupa-ABD ilişkileri, Çin ile ekonomik savaş, hatta Ukrayna meselesi yeniden masaya yatırıliyor. Otoriter liderlerle kurduğu ilginç dostluklar ise yeni denge oyunlarını beraberinde getirebilir. Bu bir plan mı, yoksa tamamen içgüdüsel kaotik bir yaklaşım mı, orası hâlâ tartışmalı.
ABD ile Çin arasında yaşanan ticaret savaşını salt bir ekonomik rekabet olarak okumak büyük hata olur. Bu aslında iki sistemin – liberal demokrasi ile devlet kapitalizminin – küresel alandaki üstünlük mücadelesidir.
Sadece çelik ve çip savaşları değil bu. Afrika’daki altyapı projelerinden Latin Amerika’daki finansman stratejilerine, Orta Asya’daki enerji hatlarından Güneydoğu Asya’daki dijital altyapıya kadar uzanan geniş bir etki alanı savaşı yürütülüyor. Burada Avrupa’nın konumu ise hâlâ bir ikilem: ABD’nin sadık ortağı mı, yoksa bağımsız bir güç odağı mı?
Avrupa Birliği, uzunca bir süre barış, refah ve demokrasi örneği olarak parladı. Ancak bugünlerde ne ekonomik rekabet gücü ne de siyasi birlik anlamında aynı cazibeye sahip. Brexit’in yarattığı travma, Ukrayna savaşıyla birlikte yaşanan enerji ve güvenlik krizleri, içeride yükselen aşırı sağ ve göçmen karşıtlığı Avrupa’yı adeta bir kimlik bunalımına sürüklüyor.
Ancak tüm bunlara rağmen Avrupa hâlâ devasa bir ekonomik güç, yeşil dönüşümde öncü, küresel standartların belirleyicisi. Soru şu: Tüm bu potansiyelini siyasi bir güç odağına dönüştürebilecek mi, yoksa tarihin “yumuşak gücü” olarak mı kalacak?
Türkiye, Doğu ile Batı arasında coğrafi olduğu kadar stratejik olarak da çok önemli bir yerde duruyor. Ancak bu potansiyeli kullanmak için sağlam bir yol haritasına ihtiyaç var.
Günlük reflekslerle yürütülen dış politika, kuralsız ekonomi yönetimi ve kurumsal erozyon, Türkiye’nin küresel sistemde hak ettiği yeri almasını zorlaştırıyor. Bunun yerine;
• Teknolojik atılımlara liderlik eden,
• Enerji, çevre ve gıda güvenliği gibi geleceğin konularına yatırım yapan,
• Uluslararası hukuk ve demokrasi standartlarında ilerleme sağlayan,
• Ekonomide öngörülebilirliği ve yatırım iklimini güvence altına alan
bir Türkiye, çok daha etkili bir aktör olabilir.
Bu çağda kazananlar sadece ekonomik veya askeri güce sahip olanlar değil. Esnek düşünebilen, hızlı adapte olan, krizleri fırsata çevirebilen liderlik modelleri öne çıkacak. Yapay zekâ ile ahlaki sorumluluğu bir araya getirebilen, hem yerel gerçeklikleri anlayan hem küresel vizyon koyabilen sistemler fark yaratacak.
Artık mesele “kimin daha güçlü olduğu” değil, kimin daha öngörülü, dirençli ve adil olduğu. İşte bu nedenle liderlik sadece güç değil, aynı zamanda sorumluluktur. Dünya bir dengeye değil, bir deneme-yanılma sürecine gidiyor. Bu süreçte kendini yeniden tanımlayabilen ülkeler, kurumlar ve bireyler ön plana çıkacak.
Liderlik, artık sadece yön vermek değil, belirsizlikte rehberlik etmek demektir. Trump gibi figürlerin, Çin gibi sistemlerin, Avrupa gibi bocalayan devlerin yanında, Türkiye gibi eşiğin üzerinde duran ülkelerin de bu yeni mücadele çağında söyleyecek sözü olmalı.
Bu çağda ya başkalarının yazdığı senaryolarda figüran oluruz, ya da kendi hikâyemizi kendimiz yazarız.
5 Aralık 2025 - “Bir Ömür Çeşme”: Nuri Ertan ile Ege’nin Hafızasına Yolculuk
4 Aralık 2025 - İran Neden Van’da Başkonsolosluk Açmak İstiyor?
3 Aralık 2025 - Saman Alevi Gibi Parlayan Programlar ve Türkiye’nin Gerçek İhtiyacı
2 Aralık 2025 - Kırmızı Çizgi Çekmek: Sessiz Olgunluğun En Güçlü Hâli
1 Aralık 2025 - Yeni Bir Korku Çağı: Savunma Sanayinde Patlayan Sipariş Defterleri ve Türkiye