Ertuğrul Özkök, eski dostları Sedat Ergin, Serdar Turgut ve Oray Eğin'le, Karaköy'de yeni açılan Peninsula Oteli'nin tepesinde, Michelin yıldızlı şef Fatih Tutak'ın yeni lokantası Gallada'ya gitmiş, yemiş içmiş eski zamanları hatırlamış.
Önceki akşam bizim “Eski Mahalleden” 4 arkadaş bir araya geldik.
Eski Mahalle dediğim, bundan 15 yıl öncesinden itibaren sistematik bir biçimde “Eski Türkiye” diye aşağılanmaya çalışılan dönemin merkez medyasının 4 mensubunu kastediyorum.
Dördümüz de aynı grupta çalışıyorduk.
Şu an içimizden sadece biri klasik medyada yazmaya devam ediyor.
Ama işini de beni hayran bırakacak şekilde iyi yaparak sürdürüyor.
Sedat Ergin o…
Öteki Serdar Turgut…
Dördüncü de Oray Eğin…
Ben artık 76 yaşımdayım. Sedat 66, Serdar 67 oldu.
Oray ise henüz çocuk…
44 yaşında.
Yaş ortalamamız 63…
Ama ortalamayı sağ olsun Oray düşürüyor.
Yoksa Sedat, Serdar ve beni alırsanız 69 oluyor.
Aklıma altı yıl önce Coachella’da izlediğim, 3 gece süren Desert Trip konserleri geldi.
Rolling Stones, Bob Dylan, Paul McCartney, Neil Young, Roger Waters ve The Who çıkmıştı.
Bütün 60’lı, 70’li yıllarım orada sahnedeydi.
Sahnedekilerin yaş ortalaması 72 idi.
Ama üç gece boyunca onları dinlemeye gelen 70 bin seyircinin yaş ortalaması 52 idi.
Yani 80 yaşında olan da vardı, 20 yaşında olanı da…
Bizim durumumuz da artık böyle…
Her gün yazılarımız ve işlediğimiz konularla, bizi izleyenlerin yaş ortalamasını düşürmeye çalışıyoruz
Yani CHP’yi kurtarmaya soyunan Altan Öymen, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın fotoğrafındaki Deja Vu nostaljisine düşmeden “Vintage” bir tad bırakmaya gayret ediyoruz..
En azından Oray fotoğrafa iyi bir botoks etkisi yapıyor.
Yemeği Türkiye’nin iki Michelin yıldızlı tek şefi Fatih Tutak’ın The Peninsula Otelinin tepesinde açılan ‘Gallada’ restoranında yedik.
Bana göre burası İstanbul’un en güzel manzaralı terası olabilir.
Karşıda Tarihi Yarımada ışıl ışıl parlıyor.
Topkapı, Ayasofya, Sultanahmet, Yeni Cami gerçekten olağanüstü bir gece silüeti çiziyor karşımızda.
Bu arada bir şey dikkatimi çekiyor.
Bu camilerdan sadece Ayasofya’nın minareleri arasında mahya var.
Doğrusu, Ortodoks Hristiyan alemine ait bir kilisenin, Mimar Sinan’ın Müslüman camiinin üzerine çıkarılmış gibi bir havanın yaratılmasına üzüldüm.
Fatih Tutak’ın Michelin aldığı Turk adlı restoranına iki defa gittim.
Gerçekten fark yaratan bir şef Fatih Tutak.
Türk yemeklerine inanılmaz bir yorum getiriyor.
Buradaki mutfağı ise farklı.
‘İpek Yolu’ adı vermişler.
Yani biraz Uzak Doğu mutfağının stilize edilmiş versiyonu.
Girişteki domates salatası, çok farklı biçimde işlenmiş ton saşimi ve dumpling yani Çin mantısı mükemmeldi.
Bu arada ilk defa ‘Adana kebaplı Çin Mantısı’ yemiş oldum.
Ama iki Michelin’li şef elinin daha geleneksel olanları yorumlamasını tercih ederim.
Çünkü Adana kebabın tadı o kadar dominant ki, mantının hamuru tad olarak kayboluyor.
Bu arada Urla enginarı ile yapılmış marine edilmiş salata da çok iyidi.
Daha sonra ördekle devam ettik.
Kanatlı ve uçan hayvan etlerine pek düşkün olmadığım için onun değerlendirmesini uzmanlarına bırakıyorum.
Tatlı bölümü ise tek kelime ile şahaserdi.
Fatih Tutak farklı bir mekanda farklı bir mutfağı denemiş ve Michelin yıldızın getirdiği zorlamaları aşarak daha geniş yelpazeye sahip güzel bir menü hazırlamış.
Neticede Tutak bir Türkiye markası haline geldi ve önceki akşam bunun hiç de tesadüf olmadığını bir kere daha anladım. …
Sonra İstanbul’un bu yeni mekanı Gallada’nın genel müdürü Gökhan Herkiloğlu’ndan bilgi aldık.
İç ve dış mekanı ile 326 kişilik bir restoran burası. Üstte bir barı var.
Mutfağı çok güzel. Personelin iyi eğitimli olduğu çok belli.
Tabii sonradan ‘Old Street Boys’ olarak özel sohbetimiz başladı.
Eski mahallenin çocukları bugün ne yapıyor?
İçimizde en meşgul durumda olanımız Sedat Ergin’di…
Çünkü 2 aydır ağır bir taşınma telaşı içinde.
Yeni bir eve geçiyor ve bu arada kardeşini kaybetti.
Üç aydır göremiyorduk onu ve ben gidip evden zorla çıkartıp, mevcutlu olarak getirdim.
Bana göre Sedat, eski medya mahallesinin bir ‘Kafka kahramanı.’
Yazılı medya bütün dünyada hızla bitiş noktasına giderken, o, Hürriyet’teki köşesine aynı ciddiyetle ve gayretle devam ediyor. Artık zorla yaşayan bir medya anlayışını ısrarla sürdürüyor.
Bizim mahallede Batılı ölçülerle çalışan çok az sayıda gazeteciden biri.
Kendi payıma bu zor günler sırasında yazılarının eksikliğini hissettim.
Hürriyet’in taşıyıcı markalarından biri olduğu kesin.
Serdar Turgut, Haber Türk’ten ayrıldıktan sonra şimdi 10Haber’de yazmaya başladı.
Ne yalan söyleyeyim HaberTürk’ten ayrılmasına sevindim.
Çünkü Hürriyet’ten ayrıldığı günden beri bir anlaşmazlığımız vardı.
O günlerde ‘Öteki Türkiye’ diye bir kavram etrafında siyasi yazılar yazmaya başlamış ve Allahın ona verdiği olağanüstü yeteneği olan mizahı küçümsemişti.
“Bak kardeşim, bu ülkede siyaset yazmak kolay ve elini sallasan siyaset yazarı… Allah özellikle vasat siyaset yazarlığı konusunda çok cömert davranmış. Oysa aynı Allah mizahı çok az insana nasip ediyor. Onu küçümseme” demiştim.
Serdar şimdi yeniden mizaha döndü ve Selahattin Duman’ı da kaybettiğimiz için, alanında neredeyse tek kaldı.
Kafesimizin tek Panda’sı o artık…
Yazılarıyla beni gülmekten öldürüyor.
Bu arada, ‘Kütüphanemden Sesler’ adlı çok güzel bir sanat teorisi kitabı yazdı.
Şimdilerde ise Fransız düşünürü Derrida’yı okuyor.
Benim 1970’li yıllarda okumaya çalışıp da anlamadığım düşünürlerden biri. Söz verdi okuyup bana da anlatacak.
Şunu söyleyeyim, benim için bugün yeni medyada fark yaratan çok önemli yazarlardan biri Serdar.
Haber Türk’te yazmaya devam eden Oray Eğin’i 16 yaşından beri tanıyorum.
Ayşe Arman ona “Sen öğle saatlerinde Hürriyet’in kafeteryasına git Özkök o saatte orada espresosunu içer, ne yapmak istediğini dobra dobra söyle” demiş.
Öyle yaptı ve karşıma dikilip aynen şunu söyledi:
“Türk medyası dinozor yazarlarla dolu, ben bu dinozorlorı devirip yerlerine geçmek istiyorum…”
O an aklına benim de yazar olduğum gelmiş olmalı ki şöyle devam etti:
“Sen de dinozorsun ama Pazar yazıların kurtarıyor seni…”
Doğan grubuna geldi çok genç yaşta.
Bugün hala en ilgiyle izlediğim yazarlardan biri.
Dünya trendlerin en iyi takip eden insanlardandır. Çok şey öğrenirim yazılarından.
Geçenlerde Haber Türk’te Alain Delon’un ‘La Piscine’ adlı eski filminin yeniden moda olması ile ilgili olağanüstü bir yazı yazdı.
Bir tür popüler Roland Barthes denemesi gibiydi.
Serdar’a “Sen hala Derrida olmak için uğraşıyorsun, Oray şimdiden Roland Barthes oldu bile” dedim.
Güzel bir akşamdı…
Masadan, Upper Cihangir’in seviyeli ama huysuz yazarı Tuğrul Eryılmaz’ı aradık.
Aslında onu da davet etmeyi düşünmüştük ama ameliyattan yeni çıktı ve dinleniyor.
Bir dahaki ‘Eski Mahallenin Yeni Yüzleri’ hücreevi toplantısına onu da davet edeceğiz.
Çünkü bizi fırçalamasını özledik.
Bu arada Sedat’ı zorla çıkarmak için yeni evine gittiğimde, kütüphanesinde 1978-79 yılında Enis Batur’la birlikte çıkardığımız ‘Yazı’ dergisinin bazı sayılarını buldum.
Orada Marcuse üzerine yazdığım uzun bir yazıyı gördüm ve yeniden okudum.
Bugün Fransa’daki olaylar, dünyadaki göçmen fenomeni ışığında baktığım zaman, yazdığım şeylerin bugün daha fazla bir anlamı olduğunu gördüm.
Galiba o yazım 44 yıl sonra gerçek adresine ulaşmış.
Sedat’la 45 yıldan beri arkadaşız.
Bunun 33 yılında Hürriyet’te birlikte çalıştık.
Benim için büyük bir şanstı. Gazetecilik titizliği, dürüstlüğü sayesinde beni bir çok hatadan kurtardı.
Herkes onu rasyonel ve soğuk bir diplomasi yazarı olarak tanıyor, oysa Sedat’ın çok zengin ve derin bir müzik kültürü vardır.
Kaç enstrüman çaldığını bilmiyorum. Bir fikir vermesi için şunu söyleyeyim; buzuki bile çalıyor.
Ayrıca çok iyi bir edebiyat ve şiir okurudur.
Onu hep teşvik ediyorum, bu yanını da göstermesi için.
Ama sabah saat 6’da başladığı “Dosya ve gazete okumaları” nedeniyle sıra bir türlü o konulara gelemiyor.
Aydın Doğan dışında tanıdığım, hala gazeteyi kağıt baskıdan okuyan tek kişidir.
Bu özelliği ile o da bir nevi Panda…
O akşam bir kere daha anladım ki dostluk çok güzel ve kıymetli bir şey.
Ve gazetecilikten çok daha önemli ve kıymetli.
Bizim eski mahallede yeni durum bu…
Eski mahalledeniz ama, Yeni Türkiye denilen mahalleye taşınmayı da hiç düşünmedik.
Biz mahallemizden memnunuz arkadaş…
Çünkü orada kendimize ait yepyeni, modern, entelektüel vahalarımız var.
Mesleğimiz bize bu küçük lüksü fazla görmedi.
Öyle, kaleminden kan damlayan, vurdu mu indiren, önüne gelene parmak sallayıp, terörize etmeye uğraşan, kendilerini kitlelerin önderi sanan demode ajitprop elemanlardan olmadık..
Kendi hikayemizi yazdık hep. Bazıları bize ‘Marjinal’ dedi. Ciddiyet meşruiyetini sadece sıradan siyaset yazılarında bulabilenler için belki gerçekten marjinaldik.
Ama hepsinin içinde insanlar vardı.
Bugün dünyanın en başarılı medyası aline gelen New York Times’ın geldiği anlayışa baktığım zaman ne kadar haklı olduğumuzu görüyorum.
Küçük sokağımızı çok seviyoruz. Çünkü eski Türkiye mahallesinin bu küçük sokağında yaşayıp giderken kafamızda hep Ortega Y Gasset’nin şu sözü yankılandı:
“Bu küçük sokağımız bize kamu meydanında bir aristokrat gibi yaşama imkanı verdi…”
Yani bizim Sesame Sokağımız burası…
Truman Şov filmindeki gibi bir nevi Muppet Show’umuz.
Daha gençken, Kurbağa Kermit olarak başladığımız şovumuza, şimdi, tiyatro locasındaki iki yaşlı Statler ve Waldorf olarak devam ediyoruz.
Yine de farklıyız…
Henüz onlar kadar huysuz değiliz.
24 Aralık 2024 - Başörtülü kadının kelepçelendiği gece Ankara ve Manisa’da yaşanan üç olay
21 Aralık 2024 - Bu 32 blucin efsanesinden kaçını tanıyorsunuz?
20 Aralık 2024 - 6 Aralık akşamı Fahrettin Altun’un adamları CNN rejisini neden aradı?
19 Aralık 2024 - Bir Türk YouTuber’ın en derin mağara rekoru: Tam 185 milyon