Araştırmacı mizah yazarınız Serdar Turgut, çağdaş sanata ve bazı sanatçıların performanslarına yakından bakmak istemiş.
Benim kimseye fazla anlatmadığım karanlık bir yönüm var. Mizah düşünme dışında günün geri kalan bölümünde sanat tarihi düşünüyorum ve çağdaş sanat hakkında bir kitap yazıyorum.
Gerçi bazılarınız arada bir Derrida esprileri yapmamdan bunu anlamış olabilirsiniz ama bunu ilk kez burada resmen açıkladım.
Bu sayede çok zeki ve yaratıcı olan ve bir o kadar da tuhaf olabilen sanatçının hayatını da öğreniyorum.
Barbie filmi bu aralar çok popüler ya bu nedenle bugün size tanıtacağım sanatçı Paul McCarthy. kendisi Amerika’nın önde gelen performans sanatçısı.
Performans sanatı modern sanatın dönemi kapandıktan sonra başlayan ve kimine göre post-modern diye kimine göre ise çağdaş die adlandırılan döneme ait bir kavram.
sanatın esas olarak resim ve heykelden ibaret olarak görüldüğü dönem kapandıktan sonra performans. yerleştirme, fotoğraf kolajları, video deneyleri sanatın tanımı içinde yeralmaya başladılar.
Hegel’in çok önceden tahmin ettiği gibi felsefesi anlaşılmadan sanatın da anlaşılamadığı bu yeni dönemde sanatçılar hangi dalda iş yapıyorlarsa o dalda felsefelerine uygun hayata müdahaleler yapmaya başladılar.
gerçi bazı performanslara bakıldığında bunun ne felsefesi olabilir ki diyeceğiniz çok da durum olabiliyor.
örneğin ben 1972’de New York’ta Sonnabend galerisinde izlediğim performans sanatının temelinde yatan felsefeyi anlamakta hayli zorlanmıştım.
bu performansta sanatçı Vito Acanti galeriye bir asma kat kurdurmuştu. katın üstünde çoğunluğu yüksek topuklu kadınlardan oluşan bir grup dolaşıyordu. sanatçı ise bu arada platformun altında çırılçıplak 31 çekmişti.
şimdi beni yanlış anlamayın, yeniliklere hayli açık kolay rencide olmayan ve genelde ahlak dışı olarak kabul edilen konulara hoşgörüyle bakabilen beynime rağmen hatta o adamın nasıl tahrik olabildiğini de kavramama rağmen bu işin içindeki sanat boyutu benim düzeyimi aşmıştı.
Çağdaş sanatın hemen her bölümünde durum zaten böyledir. Gördüğünüz eserdeki sanat boyutu size hemen açık olmaz, işin temelindeki felsefeyi, düşünceyi de anlamaya çalışmanız lazım bunun için.
örneğin Milli Brown adlı performans sanatçısı çeşiti tonlarda sıvı boya kattığı sütü bolca içtikten sonra bunu yere yaydığı tuvalin üstüne kusarak resim ‘çizmişti’.
bundaki felsefeyi anlamak nispeten kolaydı. Millie Brown Amerika’da zirveye çıkan soyut dışavurumculuk akımının en büyük star ressamı olan Jason Pollock’u protesto ediyordu. Pollock da resimlerini yere yaydığı tuvalin üstüne fırçasından boya damlatarak çiziyordu.
anlayacağınız galiba performans sanatçısı olabilmek ve seyirciyi şoka sokarak sarsmak için olukça uçuk ve cesur da olmak gerekebilir. Bizde de hayli dinamik olan bir performans sanatçıları ortamı var. Ama bunların başarılı olabilmeleri için galiba hangi performansı nerede yapacalarını iyi tespit etmeleri de lazım.
Performans sanatında zamanın ve yerin doğru seçilmesi gerektiğine en son Bağdat cadesinde yaşananları görünce daha çok ikna oldum.
Bağdat caddesinde bir süredir akşamüstleri hep aynı zamanda bir performans sanatçısı kadın üzerinde sadece bikinisiyle yürüyor. burada amaç gayet tabii ki caddedeki diğer insanların nasıl tepki vereceklerini saptamak.
ama dediğim gibi yer yanlış seçildiğinden bölgedeki beyaz Türkler yanlarından geçen kadın bikini giyiyor olsa da onu rahatsız etmeyelim ayıp olur diyerek bakmıyorlar ona. bence bu performans örneğin Ümraniye’de yapılsaydı çok daha ‘başarılı’ olabilirdi.
Neyse gelelim bizim Paul McCarthy’e. bu adam bir felsefe profesörü görünümünde olmasına rağmen bazen öyle şaşırtıcı işleri sanat diye yapabiliyor ki görenler ister istemez şok geçirebiliyorlar. Tiksinti yaratmak ve şoka sokmak boyutuna rağmen, belki de bu nedenle o Amerika’nın en önemli sanatçılarından kabul ediliyor.
ilk performanslarından olan 1974 yılındaki ‘Duvarı ve Pencereyi Kırbaçlayarak Boyamak’ adını verdiği performansında boş bir odada boyaya bandırdığı çarşaf ile duvarı ve pencereyi kırbaçlayarak boyamıştı. bunda da çağdaş sanata karşı bir tepki olduğu bariz.
1976 yılındaki Rocky adlı performansında sanatçı kendi kafasına defalarca üst üste yumruk atıyordu.Bu da aynı adlı filme tepkisiydi onun.
1976 yılında ise yeni performansını bir Barbie bebeği ile yapacağını açıkladığında ben yetkili olsaydım bunu engellerdim. çünkü kendi vücuduna madde sokmak konusunda nasıl bir kapasitesi olduğunu Nathan’s adlı sandviç dükkanının Coney Island’da düzenlediği sosisli sandviç yemek yarışında 10 dakika içinde 107 sosisli sandviç yiyerek bence göstermişti daha önce. Bu yüzden bu adamın eline bir Barbie bebeği verimesi önlenmeliydi bence.
Class Fool adlı performansında sanatçı zeminini ketçapla kapladığı bir odada kendi vücudunu tamamen ketçapa bulayıncaya kadar yerde yuvarlandıktan sonra bir Barbie bebeğini anüsüne sokuverdi. Toplumdaki Barbie sevgisinden, imajından tiksinti duyduğu belliydi, bence yerdeki ketçap da adet kanını temsil ediyordu. Barbie ile büyüyen kız çocukların geleceği ile ilgili yorumunu yapıyordu sanatçı.
Neyse ki Paul McCarthy bir süre sonra performans sanatı yapmaktan vaz geçti.Ama bu onun uslandığı anlamına da gelmiyordu tabii ki. Ondan sonra ‘yerleştirme sanatına geçti ve 2008 yılında İsviçre’deki Paul Klee merkezinin tam ortasına atölyesinde ürettiği dev bir köpek dışkısını ‘heykelini’ yerleştirdi. adını da Complex Pile koymuştu.
2014 yında Pariste 24 metre boyunda ürettiği bir popo tıkacını sokağa dikti. Paris belediyesi bile buna sadece iki gün dayanabildi ve sonra kaldırttı bunu.
23 Aralık 2024 - Yanı başımızdaki tehlikenin bilemiyorum farkında mıyız?
22 Aralık 2024 - Düşünmeyi besleyen tartışma… Yeniden
21 Aralık 2024 - Yılbaşı yaklaşırken
20 Aralık 2024 - Sokak sanatının büyük sanatçısı
19 Aralık 2024 - Serdaramus’un 2025 yılı için 10 Beyaz Türk kehaneti