Editörüm daha sonra değiştirmeye karar vermezse tamamlamak üzere olduğum son çalışmamın geçici adı ‘Kütüphanemdeki İsyan (yapıbozumuna uğrayan sanatın peşinde)’. Postmodern dönemde çağdaş sanatı anlamak amacıyla yazıldı.
Kitabın tamamlamaya çalıştığım son bölümünde herkesin sanatçı olabileceği, sanat için artık yetenek gerekmediği, sadece arkasında bir felsefe, bir tavır olduğu için sanat diye ortaya çıkarılabilen birçok anlamsız hatta iğrenç işe rağmen postmodern dönemi neden sevmekte olduğumu yazmaya çalışıyorum şu anda.
bahsettiğim bölüm ile boğuşurken son şovundaki mizahı tartışılan Cem Yılmaz geldi aklıma. aslında yeni şovundaki mizahı daha net tartışabilmek için henüz erken olduğunu da düşünüyorum. Çünkü malum özellikle stand-up mizahta mizahçının malzemesinin tam oluşması, tam oturması için ilk geceye bakmak doğru değil bence. o mizah, şov tekrarlandıkça seyircinin verdiği tepkilere göre değişir, deyim yerindeyse olgunlaşır. mizah bence ancak beş altı şov sonra tam kıvamına gelebilir.
ama ben yine de konuyu çağdaş sanata bağlayarak ele almaya karar verdim. çünkü başlıkta onu adını kullansam da diyeceklerim sadece onunla sınırlı değil, genelde ülkemizdeki mizah ile ilgili.
postmodern dönem artık büyük anlatılara, büyük bir ideolojiye inanılmayan, sanat yapmak için yola çıkan herkesin kendine özgü bir anlatıyı geçmişten aldıkları ve yerel koşullarda kurduğu zihinsel ortaklıklarla, küçük koalisyonlarla yaratılan fikirlerle ürettiği bir dönem. sanatçı bu dönemde dediğim gibi davranarak zamanımızın yakıcı sorunlarını, eşcinsel haklarını, kadın haklarını ve feminizmi, çevre sorunlarını, ırkçılık ve savaşa karşı olmak gibi tavırları hiçbir büyük anlatıya, ideolojiye sığınmadan kendi özel algısıyla farklı anlatır.
sanat ortamı böyle olunca postmodern dönem modern dönem ile karşılaştırıldığında çok sesliliğin patladığı, Beuys’un dediği gibi artık herkesin sanatçı olabildiği, aynı konuda farklı yaklaşımların sadece resim ve heykelle değil, daha farklı ve yeni ifade biçimleriyle de anlatıldığı demokratik bir ortamdır.
özgürlük alanı böyle genişlediğinden artık adına sanat da dense birçok saçma, hatta iğrenç performans, yerleştirme kavram sanatı ve hazır madde olarak ortaya çıkarılabilir.
çağdaş sanatı her yönüyle incelemek amacında olduğumdan bu saçmalıkların önemli bölümüne de bakıyorum.
ortamın böyle saçmalıklar üretmeye elverişli durumuna rağmen postmodern ortamı neden desteklemeye devam ettiğimi açıklamalıyım.
çünkü gerçek fikir, gerçek sanat sadece deneyerek (ve sıkça yanılarak) oluşabilir. Sanatta eskiden denemeler toplumun gözünden uzak, sanatçının özel stüdyosunda yapılırdı. ama yeni dönemde bu denemeler sanatçı tarafından daha ilk aşamasından itibaren hepimizin önüne çıkılarak yapılıyor. bu postmodern ortamın koşullarından da biri.
işte bu yüzden bizler birçok saçma hatta iğrenç işe ‘bu da sanat’ diyerek sabırla katlanıyoruz, arada bir çıkabilecek büyük sanatın geleceği anı bekliyoruz sadece. o an da neyse ki hep geliyor, yüzlerce, binlerce, işte arada bir veya ikisi muhteşem olabiliyor ve emin olun sadece bunları beklemek için bile diğerlerine de katlanmak gerekiyor.
bu sadece sanatta olan bir durum değil. örneğin ABD’deki düşünce ve ifade özgürlüğünü ele alalım. ABD herkesi düşüncesini korkusuz sansürsüz ifade edebileceği düzeye bunun uğruna çıkılan yolda yapılan birçok saçmalığa da tahammül ederek vardı. Kimi bu da ifade özgürlüğü diyerek vajinasını, penisini sergiledi, İsa’nın heykeli üstüne idrar filan döküldü, kamusal alanlarda toplu seks yapıldı. Bence bunlar da çağdaş sanatta yapılan saçma işler gibi bir dizi deneydi, ama toplum sonunda, bu yapılanlara şiddetle karşı olanlar da dahil olmak üzere herkesin ifade özgürlüğünün olduğu ortama kavuştu…
gerçek mizah birilerini rahatsız etmeden, hatta birilerine hakaret etmeden, arada iğrenç, itici tavırlı olma riski göze alınmadan yapılamaz. Mizahçılar hem komik olayım hem de kimseyi rahatsız etmeyeyim diye düşünürse bunun olabilmesi belki de mümkün değildir. Gelişmiş kapitalist ülkelerde stand-up mizahın bu kadar gelişebilmiş olması ifade özgürlüğüyle ve buna ulaşılıncaya kadar yolda yaşanan kazalara katlanılmasıyla ilgilidir.
Şimdi hem Cem Yılmaz’ın hem de Ata Demirer’in mizahı tartışılacak. Ben bunu normal buluyorum çünkü ikisinin de deneme yolundaki kazaları çağdaş sanatçılar gibi göze alıp almadığını henüz tam bilemiyoruz.
iki büyük mizahçıya benim naçizane tavsiyem eğer sanatları açısından gerekli tepkileri alma, ortamı deneme cesaretini kendilerinde görmüyorlarsa gençler arasında çağdaş sanatçılar gibi cesur tepkiler almaktan çekinmeyenler olduğunu duyuyorum. Yani belki sahne mizahını tek başına yazmak yerine bir grup yazar genç ile yapmak daha doğru olacak gibi geliyor bana.
bir de ilk geceyi büyük sahnede denemek yerine daha önce malzemeyi daha küçük mizah kulüplerinde denemek de düşünülmeli artık galiba.