Cezanne’ın gözü

29 Kasım 2025

Mimesis kavramını Antik Yunan felsefesindeki kökenlerine kadar gidip, anlaşılmayı daima daha da zorlaştıran biçimde anlatmak istemiyorum. bu tür yazılarımda önde gelen amacımdan  biri insanı zorlayan felsefi kavramları, düşünceleri mümkün olduğunca zorluklardan arındırıp saf özüne inerek yaşanan hayata uygun  basitlikte  anlaşılır hale getirmek.

***

Mimesis doğa ve insan davranışının sanatta ve edebiyatta taklide dayanılarak temsilidir. İzlenimcilik öncesinde özellikle resmin güzel sayılması onun gerçeğe ne kadar yakın olduğu, gerçeği ne kadar başarıyla taklitle tuvale aktarabildiğiyle ölçülüyordu.

İzlenimciler ise açık havada özellikle güneşin tabiat üzerindeki ışık oyunlarını yansıtan resimleri ile meşhur olsalar da onların hiçbiri tabiatı olduğu gibi, göründüğü şekilde aktarmak amacında değillerdi,

Onlar tabiatta gördüklerinin kendi  üzerlerinde yarattığı izlenimleri, duyguları içlerinden geldiği gibi tuvale dökmenin peşindeydiler. Onlar için bu süreçtetabiatın olduğundan farklı gösterilmesi hatta bazı şekillerin renklerin çarpıtılması önemli değildi. Daha önemli olan içlerindeki duyguları en iyi önlerindeki sınırlı yatay alana dökebilecekleri renk ve şekilleri  bulmalarıydı.

Bulunan renk ve şekillerin gerçeğe uygunluk gücü hiç olmasa da bu onlar için önemli değildi.

Tabii bu yaklaşım uzun yıllar boyu hatta Rönesansı bile etkisi altına almış ‘görme’ anlayışının, perspektifin bir kenara bırakılması yani büyük  bir devrim anlamına geliyordu.

Devrimin anlamını biraz anlayabilmek için izlenimcilerin

babası olarak bilinen Cezanne’nin yaptıklarına baktıktan sonra Michel Foucault’un düşüncelerine bakacağız

***

Cezanne sıkça uzun süreliğine çalışma inzivasına çekilir ve  resim üzerine bazı tezlerini rahat bir zaman dilimde test ederdi. Tuvalin yassı zemininin nasıl optimum  kullanılması, doğanın nasıl resimde çalışılması üzerine getirdiği yenilikler nedeniyle izlenimcilerin ,bırakın sadece onların değil daha sonraki bütün modern sanatçıların babası olarak anılır Cezanne.

***

Cezanne önündeki tabiat manzarasını ve onun üzerindeki ışık etkilerini direkt tuvale yansıtmak yerine , bu görüntünün anlamının, ruhunun, özünün  tuvalde nasıl işlenebileceğinin ressamıydı. yani resmin yapısal temeline inmeye çalışırdı.

Bir anlamda Cezanne gibi Mimesis’e isyan eden sanatçılar her resimlerinde aslında resmin anlamının ne olduğunu ve resmin ruhunun ne olması gerektiğini sorguluyorlardı.

Cezanne önündeki tabiat manzarasında görülen her şeyi silindir, küre ve koni şekilleri olarak düşünüyordu (Bu tabii daha sona Picasso’nun kübizmini belirleyen başlangıçtı)  ve tüm manzarayı önündeki yatay, sınırları kısıtlı tuval

yüzeyine manzaranın ruhuna uygun sığdıracağı teknikler üzerine düşünüyordu. Bu yüzden bir Cezanne resmine baktıktan sonra resminin çizildiği manzaraya da baktığınızda bunu resimden tanımakta zorlanmanız ihtimal dahilindedir. Çünkü Cezanne o manzaranın gerçekte göründüğü gibi değil o manzaranın ruhunu, anlamını resimde nasıl yakalayacağının peşindeydi.

Yaşadığı bölgedeki Sainte-Victoria dağını da bu nedenle defalarca çizdi. Çünkü dağın göründüğü o manzaranın özündeki ruhu tuvaline yansıtmanın en iyi yolunu bulmak istiyordu. O ruhu yakalayabilmek için gördüğü ağaçları

ormanları dağları bazen parçalayıp, parçalı biçimde aktarabiliyordu tuvaline. Tabii bunlar da daha sonra Picasso’nun yapacaklarının habercisi olan devrimci adımlardı.

***

Cezanne bu çalışmalarını yaparken Manet de estetik modernizmin temellerini atacağı paralel çalışmalarını yapmaktaydı O dönem ayrıca Baudelaire’nin de ‘Modern yaşamın ressamı’ denemesini yazdığı dönemdir.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.