Araştırmacı mizah yazarınız Dilan Polat adlı hanımın kahvesini altınla içmesine kafayı takmış ve birden bilinç akışıyla Viyana kapılarına kadar dayanmış, geri dönmüş.
Her boka maydonoz dadacı araştırmacı mizah yazarı olmanın kolay olduğunu düşünenler yanılıyor.
Örneğin geçenlerde magazin dünyasının içyüzünü avucunun içi gibi bilen usta gazeteci Müge Dağıstanlı’yı dinlemek için Tv8 de yayınlanan 2.sayfa programını izlerken Dilan Polat’ın altınlı Türk kahvesi içtiğini de gördüm.
Görür görmez de kişiliğimin her boka maydonoz olmak boyutu yine korkunç hızla devreye girdi maalesef.
Yenilebilir altın dünyasından girdim çalışmaya ve beynim Uzay yolu dizisindeki Atılgan gemisi gibi muhteşem bir uzay sıçraması benzeri bir şeyler yaparak Şnitzel’ e kadar gitti ve buna belki inanmayacaksınız ama aynı süreçte arada beynime Kant ve Heidegger bile uğradı.
Yenilebilir altından başlayan bu yoculuğum sürecinde arada çok tuhaf fikirlere de rastlasam da yolculuğumun sonunda kendisinin görgüsüz olmadığını söyleyen Dilan Polat’ın kastetmediği bambaşka nedenlerden dolayı gerçekten görgüsüz olabileceğine karar verdim. bunun nedenini de yazının sonucunda açıklayacağım.
Yanlış anlamayın bu düşüncem Dilan hanımın yaptığı herhangi bir şeyle ilgili değil aksine onun yapmadığı bir şeyle ilgiliydi.
Yenilebilir altın düşündüğümden çok daha popülermiş. japonyada sushi’ye altın tozu katanlar var. Hatta japonlar yeni yıla girerken altın yaprak yemenin iyi şans getireceğine bile inanıyorlarmış.
Olabilir isteyen istediği kadar saçmalayabilir.
Alternatif tıbba inanarak saçmalamak isteyenler ise altının kullanımının artrit, rahim ağzı kanseri, prostat kanseri, alzheimer, sinir sistemi ve yaşlanmayı yavaşlatma (Bu sonuncusu Ertuğrul Özkök’e de uyar) gibi alanlarda tedavi edici özelliği olduğunu düşünebiliyorlar. Hatta ben bir ara Dilan Polat’ın bu kadar fazla altın yemeyi sevmesini yaşlanmasını durdurma arzusundan kaynaklanıp kaynaklanmadığını bile araştırmaya girişecektim neredeyse, ama son anda kendimi tutarak bu konuya da girerek zaten saçmalamaya başlamış beynimi daha da absürde kaydırmayayım bari diyerek bundan vazgeçtim.
yukarda süreçte arada bir çok saçma fikirlere rastladım dedim ya bunlardan en başta geleni bir yenilebilir altın sitesinde gördüğüm bir cümleydi. Cümleyi hiç bir mantıksal düzeltme filan yapmadan aktaracağım sonra bunun yapı bozumuna gideceğim.
asap bozucu düzeyde saçma olan bu cümleyi aktarmadan önce vahim bir sosyal meseleye de değinmem lazım.
Bu ülkede nedense herkesi üniversite diplomalı yapmak gibi bir arzu olduğundan adında Üniversite kelimesi olan bazı binalar her yerde görülebiliyor. bunlardan içeriye adım atan bir genç üniversite okuduğunu sanarken aslında lise son sınıfına kadar öğrendiği tüm bilgiyi bile unutur.
Diplomalı cahil üretim merkezi olarak çalışan bu sözde üniversiteler için yapılacak kısmi bir düzenleme bulunmuyor. Bunların tümünü birden hemen kapatıp sonrada çok daha az ve öz sayıda yeniden planlı açmak gerekiyor. İlk yıllarında öğrencilere zorunlu batı edebiyatı okuma dersi yanında mantık dersi de konulması gerekli
örneğin biraz sonra cümlesini vereceğim kişi büyük ihtimalle diplomalı cahillerden bir tanesi. Çünkü sadece liseden mezun olsaydı bu kadar mantıksız bir cümle katiyen yazamazdı. Eğer yeni üniversitelerde öğrenciye mantık dersi okutulursa belki o zaman gençler illiyet bağlantısı yani neden sonuç bağlantısı olmayan cümleler umarım bir daha kurmayacaklardır.
cümle şöyle aynen alıyorum:
‘Gelelim Osmanlı Devleti’nde altın tozunun nasıl kullanıldığına… Kanuni Sultan Süleyman’ın yemeklerinde altın yediği bilinmektedir. Ayrıca Viyana seferi sırasında yediği tavukların üzerine altın tozu döktürmek istediği, ancak Viyanalıların pahalı olması nedeniyle altın kullanmadığını ve bu sayede tavuk Şnitzel yemeğini keşfettikleri tarih kitaplarında yazmaktadır.’
Her türlü mantık kuralının acımasızca çiğnendiği bu cümleden anladığım kadarıyla Viyanalılar şehri fethetmeye gelmiş olan Kanuni Sultan Süleyman tavuk yemeği gıdasından mahrum kalmasın diye, sadece bu nedenle, Şnitzeli o zaman keşfetmişler.
Bu araştırma sürecinde kendimi kaptan Kirk gibi hissetmeye başlamıştım. çünkü beynim uzay gemisi Aılgan gibi devamlı bir evrenden diğerine atlıyor gibiydi. beynim o kadar hareket halindeydi ki bir ara acaba Dilan Polat nedeniyle çıldırıyor muyum diye bile korktum. Bu defada şnitzel evrenine gitmişti beynim. Şnitzel kavramı ilk kez 19’uncu yüzyılda 1831 de basılmış bir yemek kitabında görülmüş.
Almancada bu o zamanlarda Eingebröselte Kalbscnitzen olarak söyleniyormuş
Kullandıkları kelimeler ve bunlarla oluşturdukları uzun cümleler nedeniyle alman coğrafyasından nefret ettiğimi söyleyebilirim.
Hegel, Kant ve Heidegger’ı Türkçe veya İngilizce okuduktan sonra onları tam biraz anlamaya başladığınız anda çalışmanın sadece almanca ismine bile baksanız o ana kadar anladığınızı sandığınız her şeyi bir anda korkudan unutabilirsiniz. çünkü bence en basit kavramlar bile almanca söylenince ürkütücü hale dönüşebiliyor.
Yani madem şnitzel pişirdin be adam buna direkt Wiener Schnitzel desene Eingebröselte Kalbscnitzen diyeceğine, şerefsiz be.
Almancaya tavrım böyle olduğundan gençken Marx’ı bir de Almancadan okuyayım diye giriştiğim almacayı öğrenme çabam yarıda kalmıştı. buna üzülmüyorum çünkü o çabadan geriye bir ara benimle yatan güzel almanca hocamın hatırası kaldı. bir de ‘Ei’ (yumurta) kelimesini biliyorum çünkü kadın benimle yatmadan önce bana sınıfta ‘Ei’ hakkında bir şarkı söyletmişti. Evet bilim adına böyle aşağılamaları bile kabul etmiştim geçmişte.
Almanca’nın durumu öyle olduğundan ben Derrida iyi ki Alman değildi diye düşünüyorum. Adam zaten zor anlaşılan cümlelerini bir de Almanca yazsaydı halimiz nice ordu acaba.
Gerçi Derrida hangi dilde yazarsa yazsın anlamak mümkün olmayabilir. çünkü adam galiba iyi bir post modern olarak hiç bir büyük anlatıyı veya kesin anlamları kabul etmediğinden özellikle anlaşılmamak için böyle özel zor yazıyor da olabilir.
Evet dediğim gibi bugün beynim Dilara Polat’ın altın provokasyonu sonrasında oradan buraya adeta evren değiştiren sıçramalar yaparak gidip geliyor.
beynimi zorla durdurarak sonuca geliyorum. Şimdi yenilenen altın dünyasını araştırırken bir yerde bir pastacının yaptığı son derece şık bir ürün gördüm. adam renginden dolayı bitter olması gereken yumruk büyüklüğünde yumurta şeklini andırır bir çikolata yapmış ve üzerine çok az toz taneciği şeklinde altın sevmişti. bu çok şık görünüyordu.
bu görünüm Dilan Polat’a neden yaptığından dolayı değil yapmadığından dolayı görgüsüz denilebileceği kapanış sözüne getirdi beni. çünkü eğer altınlı kahve illa da içilecekse bunun mutlaka toz altının kahvenin üstüne az serpilerek yapılması gerekiyor. çünkü Dilan hanımın içmeye çalıştığı türde altının insanın ağzına yapışması ihtimali büyük ve gördüm ki programda bu da oldu.
9 Kasım 2024 - Mourinho’ya haber: Avrupa artık maçlarımızı Galatasaray sayesinde izlemeye başlayacak
8 Kasım 2024 - Trump’ın sırılsıklam aşık olduğu kadın nerede?
7 Kasım 2024 - Trump başkanlığı hakkında başka hiçbir yerde okuyamayacağınız istihbarat