Bu ülkeyle sürekli bir aşk/nefret ikilemi içinde olan Amerika Olimpiyat açılışında sanatın kültürün, zarafetin, şıklığın, özgürlükçü düşüncenin düzeyini hayli yükselten Fransa’ya karşı ne yapacak, insan merak ediyor.
Paris’teki olimpiyat açılış töreni sadece bir açılış töreni değildi. bu şov Paris’in sanat, kültür, kadın ve insana saygı konularında zarif ve şık ve modern insanda olması gereken tavırlara sahip olduğunu tüm dünyaya anlatmanın tüm şehirde sahneye konmuş müthiş bir şovuydu.
bu hümanizm şovu ikinci dünya savaşı sonrasında dünyanın sanat ve kültür başkenti olma ünvanını Amerika’ya kaybetmiş olan Fransa’nın o ünvanı geri almaya artık hazır ve bunun için kültürel bir savaşa girmeye hazır olduğunun da göstergesiydi.
Amerika’nın suratına çarpılan bu düelloya gibi çağrıya nasıl cevap vereceğini henüz bilmiyoruz.
ama 2028 olimpiyatının Los Angeles’ta yapılacağını da hatırlayalım.
Eğer Los Angeles olimpiyat açılış töreninde Paris’i bile kıskandıracak bir şov yapmaya karar verirse Hollywood’a ev sahipliği yapmakta olan bu şehrin ne tür orijinal, parlak fikrilerle ortaya çıkacağını doğrusu insan merak ediyor.
Amerika’nın bunu bugün talep eden Paris’e ‘hayır sanatın başkenti olmak ünvanını sana geri vermem’ deyip demeyeceğini 2028 yılında göreceğiz. ama o güne kadar iki ülke arasında var olduğunu yazının başında söylediğim aşk/nefret ikilemindeki ilişkinin bazı ana noktalarını hatırlamakta yarar var. bunu iki ülke arasında başlayan mücadeleye bir tarihi boyut katmak için yapıyorum…
19. yüzyıl boyunca merkezi Paris olan olağanüstü canlı bir sanat çevresi bulunması, yeniyi temsil eden neredeyse bütün akımların Paris merkezli olması ve dönemin Amerika’sına göre çok daha özgür ortamı nedeniyle zaten dünyanın ilgisinin odağı olan Paris 19. yüzyıl sonuna doğru Amerikan sanat ve kültür dünyasının da ilgisini çekmeye başladı.
bu ilgi oluştuktan sonra Amerika’dan Paris’e olağanüstü yoğun bir seyahat trafiği başladı. Kültürü ve sanatı öğrenmek için Paris’e gelen bu yabancı camianın maceralarını Arlen Hansen’in yazdığı Expatriate Paris: A Cultural and Literary Guide to Paris of the 1920’s’ adlı kitapta (2012) okuyabilirsiniz.
Amerika’nın sanat ve fikir dünyasının gelişiminde Paris’in gerçekten de çok önemli yeri vardır.
David McCullough ‘The Greater Journey: American’s in Paris’ adlı kitabında Amerika’nın oluşumunda Paris’in ne kadar önemli bir etkisi olduğunu gösterir.
Hatta new york times gazetesinde 27 mayıs 2011’de bu kitabın bir değerlendirmesini yapan Stacy Chief yazısına ‘How Paris Created America’ (Paris Amerika’yı nasıl Yarattı) başlığını attı.
Amerika’nın Paris tarafından yaratıldığı oldukça abartılı gelse de ABD’den Paris’e ziyaret için gelenlerin kısa bir listesi bile Paris’in Amerika üzerindeki entellektüel etkisini göstermeye yetebilir.
Miles Davis ve Susan Sontag tüm dünyayı konuşturan eserlerini Paris’te bir süre yaşadıktan sonra ABD’ye dönüp verdiler.
‘Papa’ lakaplı Ernest Hemingway Paris’te uzun bir dağıtma süreci yaşamıştı.
Cole Porter yeni sesler ile denemelerini yapmak için eşiyle birlikte Paris’te yaşadı.
Amerika’daki klasik müziği geliştirecek olan Aaron Copland müzikte yeni olanı öğrenmek için Paris’e gelmişti.
Ezra Pound, Alice B. Toklas, Henry Miller, Gertrude Stein ile birlikte aktif biçimde Paris’in edebi dünyasının içindeydiler.
şehre 1925 yılında yerleşen Josephine Baker ise Paris’te fırtına gibi esiyordu.
daha sonra dans alanında Amerika ve dünyada devrim yapacak İsadora Duncan sanatının temellerini Paris’te öğrenmişti.
bu kısa listeden de görülebileceği gibi ikinci dünya savaşından önce durum böyleydi. Büyük savaşın muzafferi ABD devlet gücünü de kullanarak Paris’in sanatın ve kültürün başkenti olmak ünvanını alıp bunu New York’a verdi.
Şimdi Paris olimpiyat ile birlikte bu ünvanı geri almak için hamle yaptı, bakalım sonucu ne olacak. tam cevabı 2028 Los Angeles olimpiyatına kadar bilemeyebiliriz.