Araştırmacı mizah yazarınız evinde üç köpek ve iki kediyle yaşıyor ve yazdıklarından anlıyoruz ki, köpeklerinden çok da memnun değil.
Eğer sitedeki yazımın anons edildiği yerdeki fotoğrafıma dikkatle bakarsanız üstümde bir siyam kedisinin bana sarılmış olduğunu görürsünüz.
bu fotoğraf pozu olsun diye oluşturulmuş bir mizansen değildi. 3 adet pomenerian köpek ve iki siyam kedisiyle birlikte yaşadığımız bu evdeki normal, olağan bir görüntüydü bu.
simsiyah suratlarının içinden masmavi gözleriyle bakan siyam kedilerinin dişi olanıyla da aram çok iyi. o da sıkça sevgisini göstermek için vücutsal temas yapar ama erkek olanın ilgisi daha özeldir. örneğin ben odalarında masa üzerinde durmakta olan mama kabına koyacağım mamayı almak için torbaya eğildiğimde erkek kedi masa üstünden eğilip beni yanağımdan daima öper.
Bu yüzden bugünkü yazıma Robert Redford’un ‘Atlara Fısıldayan Adam’ filminden esinlenip ‘Kedilere Fısıldayan Adam’ başlığını koydum. Kedilerin kulağına arada bir fısıldadığım bir gerçek ama itiraf etmeliyim ki kadınların özellikle o filmi nedeniyle Robert Redford’a yönelttikleri sevginin bir bölümünü bana da bu başlığım sayesinde belki yönlendirirler diye de düşündüm.
tamam ben Robert Redford kadar yakışıklı olmayabilirim ama bende de bir Quasimodo estetiği olduğu tartışılamaz herhalde.
Unutmuş olabileceklere Quasimodo’nun Victor Hugo’nun Notre-Dame’in Kamburu romanındaki karakter olduğunu hatırlatayım.
Evet benim henüz daha bir kamburum olmayabilir ama bana biraz daha zaman tanırsanız bu gidişle yakında bunun da olacağına eminim. Kamburum yok diye estetik açıdan bir eksiğim olabilir ama benim de kaos boyutunda şaşı olmak gibi bir avantajım da var. Ayrıca benim artık penisim de yok, o bir süreden beri ortadan kayboldu. yani Quasimodo’ya karşı bazı avantajlarım da olduğunu söyleyebilirim.
Yani atlara fısıldadı diye Robert Redford’a sevgi gösteren kadınlar kediye fısıldadım diye bana da sevgi gösterdikleri takdirde bunu güvenle, karşılığının mecburen sadece platonik kalacağını bilerek rahatlıkla yapabilirler..
Bahçesi olmayan bir site içindeki evimizde iki kedi yanında neden üç de köpek olduğunu merak ediyorsanız bunun eşim Rana’nın hayatımızda süregiden bir kaos yaratma çalışmalarının bir parçası olduğunu söyleyebilirim
üç köpek pomenerian cinsi olduklarından, Rana tarafından özellikle seçildiklerinden, sakin durumda oldukları zaman bile kendi etraflarında dönüp havlayabiliyorlar. dişi kediye nedense bilmem acayip bir sevgileri var. erkek kediyi ise sevmiyorlar. ama o odaya geldiğinde köpekler saygıyla bir yana çekiliyorlar. Anladığım kadarıyla eskiden erkek kedi kendisine çok yaklaşılınca onlara ne yapabileceğini göstermiş olsa gerek ki köpeklerdeki bu saygı gün geçtikçe artarak sürüyor.
‘eşinin yarattığı kaostan bahs ediyorsun anma evde asayiş berkemal gözüküyor’ diyebilirsiniz ama benim kastettiğim kaos evin içiyle pek alakalı değil. evin içinde başka kaoslar bolca var.
Köpekleri günde ikişer kez dışarıya çıkarmak görevi bana ait. her köpeği çıkarışımda en az 45 dakika verilmesi gerektiğinden her gün rutin olarak 4 buçuk saatim onları gezdirmeye ayrılıyor. Tabii benim hayatımın neredeyse tümünü köpeklere adamam Rana açısından normal olduğundan bu bir sorun yaratmıyor.
itiraf etmeliyim ki evde gezdirme süremin kronometresini tutan bir kişi olmadığı günler, yani Rana evde olmadığında bu gezi işi hepsi için aniden günde toplam 45 dakikaya inebiliyor.
tamam ben bir kader kurbanı olabilirim ,köpeklere her gün 4 buçuk saat ayırmama kafa takmamayı bile öğrenebilirim ama bunca yıldan sonra anlamaya zorlandığım benim kafamı meşgul eden iki ana mesele var:
1- köpekler tuvaletlerini yapmadan önce neden mutlaka yeri o kadar fazla koklamak zorundalar? neden tuvalet yapmak için yer seçimi yapmak o kadar zor olsun ki?.bahçenin şu köşesi olmuş ya da bu köşesi ne farkı olabilir? bu sorulara yıllardır net bir cevap bulamıyorum.
2- diğer bir meselem de bize biraz özel bir konu. köpeklerden çift olanlara ben Basri ile Fatoş adını koydum.köpek gezdirirken sokakta rastladığım ve bu isimlerin anlamını bilmeyenenlerle prensip olarak cahiller diye konuşmuyorum.
Ama asıl meselem Basri ile. vücut yapısı hayli tuhaf olan Basri yaşlı da. örneğin yanından geçerken vücudunuzun yaratacağı meltem tadında küçük bir esinti bile onun acıyla bağırmasına neden olabiliyor. belki de tehlikeli bir ruh hastasıdır ama bu konuda gerçeği öğrenmek için artık maalesef çok geç.
Basri her defasında üçüncü sırada çıkardığım köpektir, onu tasmayı takmak için çağırdığımda sanki onu idam etmeye çağırmışım gibi isteksiz ve yorgun adımlarla geliyor. Yani köpek gezdirmeye ayırdığım zamanı 4 buçuk saat diye bildirdim ya size o aslında Basrinin yavaşlığı nedeniyle beş saat.
Bir de sonunda geldiğinde Basri bana nedense hep iki metre uzakta tamamen duruyor. ayakkabımla içeriye girmediğimden ona her defasında haydi gel diye yalvarmak zorundayım.
Bazen yorgun ve sinirlili olabiliyorum. Çirkin olsam dahi, eşim bunu kabul etmese de, ben de bir insanım, bende bile bu tür duygular olabiliyor . ‘Haydi ama’ diye sesim yükseldiğimde her defasında sevgili eşim Rana gelip ‘ne bağırıyorsun köpeğe, bekle işte ne işin var sanki’ diyor. Ve ben Basri’yi son adımlarını atması için beklerken ne kadar da şanslı bir adam olduğumu, köpekler ve kedilerle birlikte böyle yaşama şansım nedeniyle şükrediyorum ve ‘neyseki hayatta başka önemli bir işim yok da bütün vaktimi bunlara ayırabiliyorum’ diye de düşünüyor ve eşime bu ortamı bana sağladığı için daima sonsuz müteşekkir oluyorum.