Önceki gün bir işim vardı, büyük travmaları göze alıp mecburen İstiklal caddesine gittim. Tam Galatasaray lisesinin önüne daha önce yolda birkaç defa gördüğüm ve üstünde büyükçe ‘mobil göç noktası’ yazılı minibüsle kamyon arası arabalardan ikisinin park edildiğini gördüm.
‘mobil göç noktası’ cümlesine katiyen bir anlam verememiş, sonunda bunun olsa olsa göçmen kuşların hareketlerinin izlenmesi için oluşturulmuş bir bilimsel araştırma aracı olduğuna karar vermiştim. bilimle uzaktan yakında alakası olmayan bir yönetim bunu neden yapıyor sorusuna ise cevabım yoktu.
dediğim gibi dışarıda olduğum için benim açımdan mutlak acılı ve hüzünlü geçmesini beklediğim o gün lisenin önünde o araçlardan hem de iki adedini park etmiş görünce sosyalleşme korkumu baskı altına almaya çalışarak arabanın birinde içeride oturmakta olan adamın camını tıklattım.
‘mobil göç noktası ne demek?’ diye sordum. adam gayet ciddi biçimde ‘bu araçlar kaçak göçmenler için’ deyince ben de ‘ne yani kaçak insanlar gönüllü gelip burada mı toplanıyor. örneğin onları arabada kaçak göçmen disko partisi var diye aldatıp mı buraya çekiyorsunuz’ dedim doğal olarak.
‘Hayır onları biz topluyoruz’ deyince tatmin olmuş gibi yaparak mecburi sosyalleşmemin olumsuz etkileri bana tam darbe vurmadan yanından uzaklaştım. ama tatmin olmamıştım tabii ki. kendi ülkesindeki tehditlerden kaçıp uzun ve tehlikeli bir yolculuktan sonra Türkiye’ye kaçak girmiş bir insanın kendini bu şekilde üstünde kocaman harflerle anons eden araçlar tarafından nasıl yakalanabileceği benim için meçhuldü.
bu tür bir polislik bana hemen ‘bu gece müsaitseniz annem ve babam size gelecek’ sözünü çağrıştırdı. Ta uzaktan amacını bu şekilde kocaman anons eden aracı gören kaçakların onun kendilerine yaklaşmasını neden bekleyebileceğini anlamak mümkün değil.
eğer bu yeni bir yöntem ise terörle mücadele ekipleri de baskın yapacakları yere artık önceden saat bildirip ‘eğer müsaitseniz geleceğiz’ diye randevu alarak gitsin bari.
bu konuda biraz bilgilendikten sonra daha evden dışarı adımımı atarken tahmin ettiğim gibi hiçbir işim yolunda gitmediğinden İstiklal caddesinde yaklaşık dört saat kaldım. Ama bu arada dadacı araştırmacı mizah yazarı içgüdüm durmadı ve gözlemlerde de bulundum. işte dört küsur saatlik İstiklal caddesi gözlemlerimin sonucu:
1- caddedeki insanlardan anladığım kadarıyla İstanbul’da Türkler veya Türkçe konuşanlar azınlığa düşmüş olmalı. Türkler son derece tedirgin yürüyor yolda. Buna karşın özellikle Araplar son derece rahat ve neşeli. hepsi kendinden emin olduğu için köşede beklemekte olan mobil göç noktası aracı hiçbirinin umurunda değil.
2- ‘mobil göç noktası’ aracındaki görevliler bu dört buçuk saatte üç kişi hariç hiçbir insana hüviyet sormadı. halbuki etraf Birleşmiş Milletler genel kurulunun dağılış anında olduğu gibi yabancı kaynıyordu. Sanırım hüviyeti sorulan o üç kişi de Türk’tü. Bildiğim kadarıyla İstiklal caddesinde Türk olarak dolaşmak henüz yasaklanmadığından onları ne gerekçeyle durdurdular, bu bana meçhul. Bence Türklere bu yasak Arapların mutlak çoğunluğu ele geçirmesinden sonra getirilecek.
3-Sokaktaki kalabalığın Türk olan azınlığının kadın bölümünün tümü estetikliydi. Anladığım kadarıyla kadınlarda dudak büyütmenin insanı güzel yaptığı yolunda yaygın bir yanılgı var.
Bunlardan birkaçı maalesef yanıma yaklaşarak benden çakmak istemek için konuştu ama hangi dilden konuştuklarını, Türk dizisi Türkçesi ve silikonlu dudak etkisi karışımından oluşan bu tuhaf sesi anlayamadım, sadece çakmak işareti yapanlara yardımcı olabildim.
4- bu gözlemlerim esnasında Japonların gerçekten de ruh hastası olduklarına yine ikna oldum. çünkü o an hiçbir şey yapmadığım ve sokakta had safhadaki çirkin insan kitlesine rağmen yine de aralarında en çirkin ben olduğum halde birçok Japon yine de fotoğrafımı çekti. Bu ırk eline fotoğraf makinesi alınca kendini nedense tutamıyor.
5- sonuçta anladığım kadarıyla İstiklal Caddesi yavaş yavaş distopik film Blade Runner’daki sokakların görünümüne dönüşüyor. Milletimize hayırlı olsun Türkiye yüzyılındaki bu yeni Türkiye dönüşümü.