Tamam, deliydi meliydi, çılgın bir anarşistti ama, özellikle sarhoş olduğunda arada derin laflar da ederdi babam.
bunlardan biri ‘hayat bir ıstıraplar silsilesidir’ cümlesiydi.
hayatın birbiri ardına gelen kötü, berbat olaylar zincirinden ibaret olduğu düşüncesini öldüğü güne kadar garip bir tutkuyla okuduğu Nietzsche veya Schopenhauer’den mi aldı bilemiyorum, ama çocukluğumdan itibaren örnek bir baba olarak bu fikre beni de inandırmak için çok çaba gösterdi ve sonunda başardı.
Ben de sonunda babam gibi hayatın ağırlıkla birbiri ardına gelen kötü haber ve olaylardan ibaret olduğuna ikna olmuş durumdayım. kendisine göre genç (94 yaşındaydı) ölmese ve bugünü görse bu karamsarlığım nedeniyle gurur duyar benimle övünürdü diye düşünüyorum.
Ama kimse bu kadar kapkaranlık karamsar bir ruh haliyle kendi başına zaten berbat olan bu hayata katlanarak yaşayamayacağından, ben de elimden geldiğince sıradaki olay ne kadar berbat olursa olsun ondan kendimi mutlu edebilecek bir yön çıkararak, yani kendimi devamlı kandırarak yaşamaya çalışıyorum.
yani her delinin başardığını sandığı gibi kendime göre bir hayat dengesi bile kurmuş durumdayım. Dışarıdan müdahaleler olmasa bir ihtimal mutlu bile olacağım, ama bu kadar çok, sürekli, her gün konuşma heveslisi deprem uzmanının olabildiği bir ülkede kabul etmelisiniz ki bu mümkün değil.
Gün geçmiyor ki bu kişilerden yakında hepimizin öleceği, etrafın cehenneme döneceği mesajı gelmesin. hepsi de çok yaratıcı maşallah, hepsi de Dante gibi kötüyü anlatma edebi yeteneğine sahip. yaklaşan felaketin ne kadar büyük ve acı olacağını anlatmak için son derece orijinal edebi cümleler buluyorlar.
Yerli olanları yetmezmiş gibi kendi ülkelerinde yaklaşan deprem felaketi haberi veremeyen Japon uzmanlar da felaket haberi verme arzularını buraya gelip felaket haberi duymaktan yorulmuş bizlerin üzerinden tatmin ediyor.
örneğin burada katıldığı bir fuarda söz alan Japon deprem uzmanı Yoshinori Moriwaki “Çanakkale, İnegöl, Bursa, Bandırma, Balıkesir tarafında deprem olabilir diye söylüyordum. Çanakkale’de oldu” dedi ve “Her an deprem olabilir. Özellikle Marmara Bölgesi’nde. Artık hazır olunsun” demiş.
Baştan, bu Yashinori Moriwaki’nin aslında deprem uzmanı değil aslında ülkesinde sushi şefi olduğunu iddia edecek ve bunu ispat edecek bir kişi herhalde yoktur.
bu nedenle yerli olanların yanı sıra onun felaket tellallığına da mecburen inanacağız da nasıl hazır olacağımız meselesi yine net değil. yerli felaket tellalları da yabancılar da meselenin nasıl hazır olacağımız noktasına gelince biraz muğlaklar.
nasıl hazır olunabileceği konusunda sundukları teorik ipuçlarına baktığımda kestirme çözümün ya bu ülkeyi geri dönmemecesine terk edip Norveç ya da Danimarka’da sağlam zeminli bir köye yerleşerek ya da yine yurtdışında yeniden aktif olmayacağı bilinen bir volkanik dağın tepesine yine de depreme dayanıklı bir ev yaparak bulunabileceği ortaya çıkıyor.
yoksa İstanbul’da oturup da (hiçbirimiz gönüllü yapmıyoruz, mecburen buradayız tamam mı) burada depreme karşı tedbir alınmasının imkansız olduğunu görmek için uzman olmaya gerek yok, bunun için arabayla şehirde sadece bir tur atmak bile yetebilir. deprem olmadan önce bile birbirinin üstüne yıkılmış gibi görünen bu imar anarşisinin depreme dayanıklı hale getirilmesinin imkanı olmadığı bence artık net.
nedense durup dururken gıcık kaptığım Japon uzman yaşam üçgeninin önemine de değinmiş.
ne yapacağız yani, gündelik yaşamımızın sıkıcılığına ek olarak bir de oturduğumuz yerde evde yaşam üçgeni filan oluşturarak hayatı daha anlamsız ve sıkıcı mı yapacağız?..
size bir şey söyleyeyim mi sıradan bir günde evimde (ki benim için evdeki her gün sıradandır) yaşam üçgeni içinde oturmak bana hafakanlar bastırır ve belki bu yüzden deprem olmadan önce intihar bile edebilirim.
Zaten diyelim oluşturduğum bir yaşam üçgeni sayesinde, yıkılan evde farz edelim hayatta kaldım. bunun yararının ne olacağı da meçhul. çünkü yukarıda anlatmış olduğum imar anarşisi yüzünden nasıl olsa kimse yardıma gelemeyecek. deprem çantana düdük de koy diyorlar. kimse cevap vermeyince düdük çalmak da son derece asap bozucu olmalı.
o zaman ne yapacağız? size de babamın ve benim hayat felsefemizi uygulamanızı tavsiyeye edeceğim.
bizim ülke dışında aynı bilimsel verilere bakıldığı halde bu kadar farklı deprem tahmini yapılabilen başka bir ülke bulabilmek mümkün değil. bunun getirdiği avantajı kendi lehimize kullanacağız.
aslında o kader şanslıyız ki, kötü haberin çok satacağını bilen deprem uzmanı fenomenlerin yanı sıra onların dediğinin tamamen aksini söyleyen başka fenomenler de var. bunlar da tersinden çakıyor.
ve bizler de pozitif içerikli mesaj verenleri seçip sadece onlara inanarak yaşamayı sürdüreceğiz. başka çare yok görünüyor.
bakın onlardan biri geçenlere nasıl bir demeç verdi:
“Ankara, İstanbul, İzmir’de uzun süre deprem yok. Bir kere geldik bu dünyaya, yaşamın keyfini çıkar. Oku, yaz, sesin çıktıkça bağır. Yürü, koş, ye, iç. Sev, sevil, sarıl sevdiklerine. Ülkemizin muhteşem doğasına at kendini, dağlar, ırmaklar, çağlayanlar, ormanlar. Haydi.”
bunu söyleyen kafayı iyice yemiş, daima mutlu olabilen bir new age yaşam koçu olsa dikkate almayabilirdik belki. ama bunu diyen Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan olunca bugünkü amacımız olan kötü haberler içinden olumluyu bulup çıkarmak doğrultusunda ciddiye alacağız onu.
onun gibi umut veren bir başkası da Prof. Dr. Şener Üşümezsoy. “1999’da yaşanan Gölcük depremi aslında İstanbul’da beklenen depremle ilgili bilgileri çürüttü” diyor. “Sadece Kumburgaz Çukuru’nda risk var, orası da 6 ve 6,5 arası deprem üretir” diyor. “Marmara Denizi’nde, yani 7 büyüklüğünde deprem üreteceği söylenen Marmara Denizi’nde ‘İstanbul depremi’ denen deprem, yani varsaydıkları fay aktif fay değil, ölü bir fay” diyor.
bu adamlar galiba bu ülkede kötü haberin prim yaptığını bilmiyor ve yakında deprem var demek gibi işin kolayına gitmek varken hayır yok diyerek imkansızı denemeye çalışıyorlar.
ben de gerçekçi ol imkansızı iste, felsefesine inandığımdan ruh dengemi daha da bozmamak için sadece pozitif konuşanlara inanacağım, size de bunu tavsiye ediyorum.