Bir kısır döngüye düşmüş olduğumun farkındayım.
Hala Atlanta ve Alabama’daki ilk 24 saatim içinde olmama rağmen konudan bir türlü çıkamıyorum.
çünkü farklı berbat şeylerle karşı karşıya kalacağımı düşünmemiş olmasam da absürt ve manasız biçimde büyük olduğunu zaten bildiğim Atlanta havalimanının uçak kapısından çıktıktan sonra araba kiralama yerine neredeyse Atlantik ötesi uçuş vakti kadar zamanda götüren tasarım vahşetine hiç kimse hazırlayamazdı beni.
Keza araba kiralama merkezinin görünümünün Alis harikalar diyarı kıvamındaki kadar güzel olacağını hiç düşünmemiş olsam da, bunun son derece ciddi bir korku filmi sahnesi kadar berbat olacağını da düşünememiştim.
Bunun yanında darvinist gelişme süreçleriyle kökeni 1970’li yılların New York’unda olan ve oradan neredeyse ABD’nin tümüne, özellikle Atlanta’ya yayılmış insan türünden fazla beklentim tabii ki yoktu, ama ben görmeyeli daha da berbatlaşmışlar ve insana dünyada cehennemi yaşatmaya kararlı gibiydiler, kendimi buna da tam hazırlamamıştım.
dolayısıyla sonunda kiraladığımız arabayı en az beş futbol sahası büyüklüğündeki alanda bir şekilde bulup içine girdiğimizde uzun zamandır yıkanmadığı için sonunda bulduğu duşa sevinen bir insan gibi ahmakça gülümsüyordum.
arabanın içi post-nükleer saldırı dünyasında bir sığınak işlevi görüyordu o an bizim için.
artık stres geriye kalmıştı ve önümüzde sadece sakin bir üç saatlik yol vardı bana göre.
ne kadar hatalı olduğum önümüzdeki bir saat içinde acımasızca ortaya çıkacaktı ama hiç olmazsa, beş saniyelik olsa da ben biraz sakinleşmiştim.
araba kullanmayı hiç öğrenmedim. övündüğüm bir şey değil, sadece durum bu.
benim için araba kapısına anahtar sokuluncaya kadar açılmayan ve yine de açılmadığında kapısına tekmeyle vurulan bir şey ve içine girildikten sonra anahtar kontağa sokulur ve basıp gidilir. düz mantık gereği böyle olması gerekir.
ama ABD’de teknolojik ilerleme adına bütün bu insani yaklaşım unutulmuş ve yeni arabalarda benim gibi bir insanın görünce hatırlayacağı hiçbir şey bırakılmamış ön panelde.
Arabaya ilk yerleşmeye başladığımızda korkumdan bizim bu arabayla bir yere gitmemiz mümkün değil, düşüncemi dile getiremedim.
Ben söylesem Rana kızardı, gerçeği pratikte görsün diye bekledim.
Yerleşmemiz sonunda bitti ve korktuğum o an geldi. Artık Alabama’ya doğru yola çıkmaya hazırdık.
bu arada araba elindeki tüm ayna ve camları kullanarak birbiri ardına türlü sosyal içerikli mesajlar veriyordu bize.
hatırladığım kadarıyla şöyleydi:
– emniyet kemerlerini takmayı unutmayın
– yola çıkmadan önce özellikle 50 yaş üstü erkekler son defa tuvalete de gitsin.
– yolunuz uzunsa gideceğiniz yere vardıktan sonra vücudunuzu rahatlatmak için bir pilates kursuna yazılmayı unutmayın
– arzu ederseniz yolda sevişmeniz için uygun, exit 20 ile exit 25 arasında jakuzili odaları olan moteller bulunabilir.
– otelden çıkıp arabaya dönünce emniyet kemerlerini takmayı yine unutmayın…
evet arabanın her tarafından bu tür mesajlar birbiri ardına geliyordu. yani araba hayattaki hemen her şeyi yapıyordu, ama bence en hayati olanı, yani motoru çalıştırıp yola nasıl çıkacağı onca mesajdan sonra hala meçhuldü.
Daha uçağımız henüz havadayken ve Amerika kıtasına henüz yeni varmışken, Newfoundland açıklarındayken olmasından korktuğum şey sonunda oldu maalesef.
Rana içinde biriktirdiği stres ve sinirin acısını asıl neden olanlardan, yani Atlanta havalimanı yönetimi veya araba şirketi yöneticisinden değil o an en yakınında kim varsa ondan çıkarmaya başladı.
son derece yüksek sesle ve inanılmaz büyüklükteki araba parkında korkunç biçimde yankılanan biçimde o an bağırmaya başladı.
ona göre benim işe yaramaz iktidarsız bir adam olduğum zaten mangal yakamamamdan belliymiş, üstüne üstlük arabalardan hiçbir şey anlamamam tahammül ötesi bir ayıpmış. o an dünyadaki erkeklerin her biri o arabayı çalıştırıp basıp gidebilecekken benim gibi işe yaramaz bir erkek bozuntusu bir tek onun yanındaymış. Keşke ölseymiş de bu şansızlığı hiç yaşamasaymış.
böyle konuştu, konuştu. bunları biraz abartılı bulsam da gayet tabii ki tek bir cevap vermedim. Ve sonunda artık tükendiğini ve bu işi burada bıraktığını söyledi ve ve sen ne yapacaksın yap diyerek arabanın anahtarını geri vermek için tekrar o korkunç koridora girdi. koridor boyunca da söylendiğinden yerde baygın yatmakta olan esrarkeşler hayli rahatsız oldu.
sonunda o sinirle yine korkunç bir sıraya girdi ve sırası geldiğinde korkunç bir insanla arabayı değiştirmek için pazarlığa oturdu. ben ondaki o stresle her an bir cinayet işlenmesini beklerken elektrikli yerine benzinle çalışan bir araba için yeniden park yerine döndük.
tekrardan yerleştik ve sonunda araba yine çalışmadı.
ikimiz için artık toplu intihardan başka opsiyon kalmamış görünüyordu.
panelde ‘önce frene basın sonra da çalıştırma düğmesine’ diyordu gayet net biçimde.
‘bunu yapıyor musun’ dedim. ‘Herhalde yani, senin dahiyane fikirlerine ihtiyaç yok gecenin bu saatinde’ dedi.
birkaç denemede daha bulundu, araba yine çalışmıyordu.
Üstüme ölüm öncesindeki son anları yaşamanın huzuru çoktan çökmüştü.
tam son nefesimi vermeye hazırlanıyordum ki Rana’dan ‘tamam anladım’ çığlığı koptu ve araba çalışıverdi.
‘ne oldu’ diye sorunca da ‘bu ana kadar fren yerine gaza basıp duruyormuşum o nedenle olmuyormuş’ gibi bir cevap duydum.
gecedeki bütün ahlaki güç ve ahlaki avantaj bir anda benim tarafıma geçmişti, ama buna rağmen bu kozu ona karşı kullanmadım, çünkü gözüne baktığımda tamamen dönmüş olduğunu, her an çok kanlı bir cinayet işlemenin kıyısında olduğunu gördüm ve sessizce yola çıktık.