Geçen pazarki sanat yazımda ‘Resmi müzik gibi düşünmek’ başlığı altında görsel sanatlar ile müziğin bağlantısını irdelemeye çalışmıştım. Eh müzikle başlayınca bu pazar sesin bir parçası olan sessizliği de düşünmek kaçınılmaz oldu
Sanatını müzikle bağlantılı düşünen özellikle soyuta vurgu yapan sanatçının kendi iç gerçekliğine, içe yönelik hissel sezgisine dayanması sessizliğin de ayrı bir ses olarak düşünülmesini gerektiriyor.
Post-moderne özgü cazın sesini aradığım günlerde ilk önce buna çok uygun olacağını düşünmüş olduğum Miles Davis doğaçlama sololarında sessizliğin de özel önemi olduğunu biliyor ve bunu söylüyordu. sololarını dinlerseniz sessiz olduğu anların özel bir güzelliği olduğunu görürsünüz.
Ludwig Wittgenstein Cambridge’deki dil üzerine doktora derslerinde sessizlik dersi de veriyordu. Bu derste doktora öğrencileri ders boyunca sessiz oturup kendi sessizlikleri boyunca duydukları hayatın seslerinin anlamı üzerine düşünmek durumundaydı.
ben de post moderni anlama yolculuğuma çıkarken John Cage’in tamamen sessizlikten oluşan 4.33 ‘bestesini’ ‘dinlemiştim’. Cage sessizlikte insanların daha önce fark etmedikleri hayata dair diğer sesleri duyabildiğini ve bunların da müziğin paçası olduğunu düşünüyordu.
Wittgenstein ‘Söyleyecek bir şeyiniz yoksa susun’ demişti, bu genelde doğru bir tespit olsa da renkleri müzikle bağlantılı düşünen soyut sanatçının sessizliği diyecek bir şeyleri olmadığından değil diyeceği veya çizeceği hakkında tefekkürle (felsefi) düşünme ve kendi içine dönme arayışındandır.
O sessizlik sürecinde hayatın diğer seslerini ve içinde daha önce baskı altında tutulmuş sesleri de duyan sanatçı daha sonra bu yeni duyguları tuvalinin üstünde gösterir.
27 Aralık 2024 - Serdaramus’un 2025 için 10 Suriye kehaneti
26 Aralık 2024 - Büyük oyunda Türkiye ne yapacak?
25 Aralık 2024 - Trump Ukrayna-Rusya hattında gizli operasyon başlattı
24 Aralık 2024 - Fırat’ın Doğusunda neler oluyor?
23 Aralık 2024 - Yanı başımızdaki tehlikenin bilemiyorum farkında mıyız?