Araştırmacı mizah yazarınızın bugünkü yazısı gayet ciddi. Cem Yılmaz'ın Do Not Disturb'ünü seyretmiş, çok beğenmiş ve Cem Yılmaz'a çeşitli öğütlerde bulunmaya karar vermiş.
Araya başka laflar sokmadan baştan hemen söyleyeyim, Cem Yılmaz’ın Netflix platformuna konulmuş olan filmi ‘Do Not Disturb’ü çok sevdim. çok etkilendim, hatta en sondaki müziği olan ‘Summertime’ı duyduğumda filmin derin ağırlığı ve çağımız bireyinin her şeye rağmen hayata tutunma savaşı nedeniyle gözüm biraz nemlendi.
bu duygular bende yine Cem Yılmaz’ın başarıyla oynadığı İftarlık Gazoz filmini seyrederken de olmuştu.
Ama ne yazık ki yine o filmin sonunda Cem Yılmaz ne yaparsa yapsın hangi ciddi meseleye başarıyla el atarsa atsın yine de başarmasının çok zor olacağını da bana anlatan bir gelişme olduydu. bunun ne olduğunu biraz sonra anlatmaya çalışacağım.
doğrusunu isterseniz daha sonraki Ersan Kuneri’yi anlamakta konumlandırmakta zorlanmıştım. ilk seyrettiğimde fime tepkili olmama rağmen Cem Yılmaz’ın sanatçılığına saygım, ve bu akıllı yetenekli adamın mutlaka o filmde de benim kaçırmış olmam gereken bir şeyler yapmış olmasına inancım nedeniyle o filmi de birkaç kez izledim ve anlamaya uğraştım.
Bence nihilist bir filmdi hatta dadacı bile olabilirdi. Bunu söyleyen hiç bir yorum görmedim ama eğer hakikaten dadacı bir film yapmışsa, niyeti eğer buyduysa o zaman çok başarılı bir filmdi Ersan Kuneri.
Ben o zamanlarda yazdığım bir yazıda filmin genel havasının bana Monty Pytons Flying Circus skeçlerin andırdığını ve eğer bu yorum doğruysa filmin sadece güzel olmakla kalmayıp ayıca ilerde bir film klasiği bile olabileceğini düşünmüştüm.
gelelim İftarlık Gazoz filminin sonunda olanlara. solcu geçmişle İslami duyarlıkların olası uzlaşma noktalarını düşünmeye çalışan film zaten zor olan bu konusuna ilaveten oruç ile açlık grevi arasında sanatsal bir bağ kurduğundan felsefi açıdan da oldukça ağırdı.
Çok çok beğendim o filmi hatta yönetmeniyle bir rakı masasında buluşup ona yoğun duygularımı anlattım.
sinemada film bittikten sonra biraz önümde oturmakta olan iki gençten biri diğerine dönerek ‘ama bu film hiç komik değildi’ dediğini maalesef duymuştum.
O gençlerin o tepkisi Cem Yılmaz ne yaparsa yapsın, sanatçı olarak ne kadar ciddi, olgun ,başarılı işler üretirse üretsin maalesef hakim komedyen imajını bir türlü unutturmasına, insanları o anda anlatmakta olduğu ciddi konuya konsantre edebilmesine imkan olmayacak gibi geldi bana
Bu Jerry Lewis’in de başına geldiydi. özelikle TRT’nin arşivinde elinde olması gereken Jerry Lewis filmlerini ısrarla nedense göstermediğinden yeni kuşaklar bu büyük komedyenin filmlerini bilmeden yaşıyorlar.
gerçekten de büyük bir komedyendi Jerry Lewis ve birbiri ardına çok komik çok eğlendirici büyük filmler yaptı.
Ancak Jerry Lewis bir gün Nazi Almanya’sındaki Holocaust meselesine el atmaya karar verdi. 1972 yılında bir isviçre-Fransız ortak yapımı olarak çekilen filmi Jerry Lewis hem yönetti hem de başrol oynadı.
Toplama kampına atılan bir sirk palyaçosunun orada yaşadıklarının anlatıldığı ‘The Day The Clown Cried (Palyaçonun Ağladığı Gün) filmi büyük ihtimalle Jerry Lewis’in güçlü hakim komedyen imajı nedeniyle bir dizi sorun yaşadı ve hatta bu imajının her şeye etki yapacağını çok iyi bilen Jerry Lewis filmi bitirdikten sonra onu piyasaya çıkarmayacağını açıkladı ve filmi direkt olarak kongre kütüphane arşivine gönderdi.
şimdi korkum Cem yılmaz gibi büyük sanatçımızı da kendi hakim güçlü komedyen imajının aynı Jerry Lewis’e oluğu gibi sonunda onu da yenilgiye uğratması ihtimalidir.
Filmde pizza herkesi mutlu edebilen şeylerin sembolü olarak konuşuluryor. ondan yola çıkarak Cem Yılmaz’a gönülden seslenerek bitirmek istiyorum. ‘Sen pizza değilsin Cem herkesi aynı anda mutlu edebilmene imkan yok. O yüzden bildiğin yoldan sapma, çünkü görünen o ki içinde çok daha büyük, daha ağır konulara el atma arzusu. potansiyeli var. Bundan bizi sakın ha, ne olursa osun mahrum etme.’