Büyük ihtimalle kesin teşhisi konamamış yeni bir ruh hastalığından muzdarip olduğumdan olsa gerek, bu evrende kimsenin bu yönde bir talebi olmadığı halde bir süredir Suriye ve onunla bağlantılı konularda yazılar yazıp duruyorum.
ülkedeki genel ruh sağlığı düzeyi benimkinden daha iyi olmadığından bu yazıların okuru bile oldu. Hatta televizyon ekranlarına çıkıp yazdıklarımı tekrar etmemi isteyenler de olabildi. Yazarlık aslında işsizlik demek olduğundan boş vaktim çoktu, her davete evet dedim. Yeri gelmişken açıkça söylemeliyim, beni bile ekrana çıkarabilen bu televizyon kanalı yöneticilerinden kurtulunmadığı takdirde Türkiye’nin selamete çıkabilmesine imkan yok.
Ekranlardaki birçok konuşan kafalar şölenlerinden bazılarına ben de katıldım. İnşallah konuşma sırası gelmez, belki bana sormayı unuturlar, umudum maalesef gerçekleşmedi, ben de konuştum.
böylece tartışmaya katılmaktaki tek nedenleri ’Türk’ün türk’e propagandası’ olan insanların konuşma vaktinden lüzumsuz biçimde çaldığım ve gündüz duydukları yetmiyormuş gibi gece vakti de bir doz propaganda duyma müptelası olmuş Türk halkının değerli vakitlerini boşa harcattığım için özür diyorum.
beni ciddiyetin bataklığına düşüren amansız hastalığım da büyük ihtimalle şu an bir duraklama döneminde olduğundan yakın geçmişe dönüp bu hallere neden düşmüş olabilirim ki diye düşündüğümde sorumluların önde geleninin Ertuğrul Özkök olduğunu görüyorum.
siz bakmayın onun her an kırmızı halı üzerinde yürüyüp pozlar verecekmiş gibi düzgün görünmesine. İstediği zaman ciddi kötülük yapma kapasitesi de var.
Arkadaşım olarak beni düşmüş olduğum korkunç girdaptan çekip alacak yerde, çok iyi bir damar yakaladın, türk halkı bayılır böyle şeylere, bakalım saçma teorilerine tapınak şövalyelerini ne zaman katacaksın diye sürekli beni teşvik etti ve hastalığımın daha da uzamasına neden oldu.
Suriye’de tapınak şövalyelerinin rolünü bulmam da o kadar uzun sürmedi. ama ısrar etmeyin bu konuda ne tek bir yazı yazarım, ne de beni hala ekranına çıkaracak bir kanal kalmışsa – ki bunun olabileceğine artık ihtimal vermiyorum- oraya çıkıp yine Türkiye’nin övülme süresinden yine vakit çalarım. bu bilinsin.
bu ciddiyete ebediyete kadar veda sürecimde yakın geçmişte yazdığım yazılara bir daha baktım. Beni neredeyse elimde uzun değnekle üstünde birçok renkler olan ve bu yüzden benim gibi bir şaşıyı daha da şaşılaştırma kapasitesine sahip bir harita önünde ciddi görünerek açıklama yapma düzeyine düşürecek, yani bir insanı dibe vurdurabilecek o yazılarımda son derece vahim bir hata yapmış olduğumu gördüm.
şimdi fark ediyorum ki meğer ben doğu ile batının farkını hiç öğrenmemişim.
benim bahsettiğim stratejik doğu ve batı. tahmin ediyorum ki güneşin doğuşuna göre doğu ile batıyı ben bile kesin gösterebilirim. bunu yaparım diyorum ama şunu da söylemeliyim; bulunduğum her yerde güneş her zaman aynı yerden doğmuyor da olabilir.
benim için bir muamma olan bir nedenden dolayı bizde Fırat nehriyle onun doğusu ve batısı pek bir önemli. ileride boş vaktim olduğunda- ki olacağını hiç sanmıyorum çünkü ‘Seksin Kısa Tarihi’ adlı kitabımı yazmaya başladım- bu önemin nedenini belki öğrenebilirdim.
Fakat şurası kesin ki bu Fırat’ın bir doğusu ve bir batısı kesin var.
Var da bunu bir tek ben net göremiyor olabilirim.
Hayatta var olan diğer insanlardan çok daha ciddi ve zeki bazı insanlar ellerine aldıkları değnekle Fırat’ı merkeze alıp yön göstermelerine rağmen bu doğu-batı ayrımını ben net olarak bir türlü anlayamıyorum.
Oysa neredeyse tüm gençliğim bu doğu- batı sorunsalı veya başka adıyla doğu—batı sentezi meselesiyle uğraşarak heba olmuştu. Anlayacağınız gençliğimi bu konu yemişti. Buna rağmen konu Suriye’nin kuzeyiyken ve özellikle de merkezde Fırat varken bu doğu batı meselesi benim için içinden çıkılmaz bir muamma haline geliyor.
birçok uzmana danıştım, hatta bu konuda konuşmak için bitip tükenmeyen sorunlarımdan zaten feci bunalmış durumda olan psikiyatristimden bile randevu aldım. kadın beni ofisinin girişinde ‘umarım yine her zaman yaptığın gibi bacaklarımı dikizlemek için gelmemişindir’ gibi asılsız ve haksız bir suçlamayla karşılasa da seansa yine de girdim.
sonunda anladığım kadarıyla Fırat’ın doğusu ile batısını karıştırmam haritaya bakarken stratejistlerden farklı yerde durmamdan kaynaklanıyor olabilir veya neden psikiyatristimin seans sonunda dediği gibi artık tımarhaneye bile kapatmaya değmeyecek kadar delirmiş olmam da olabilir.
çünkü stratejistler Fırat ve çevresine bakarken Anadolu’nun göbeğinden bakıyorlardı bence meseleye. Ben ise aynı coğrafyaya güneyden, yani Türkiye’ye karşı ’turistik kuş bakışı’ diye sınıflandırılabilecek bir konumdan bakıyordum.
Yani onların doğu dedikleri bazen benim için batı ve batı dedikleri de doğu olabiliyordu.
sadece bu karışıklık yüzünden bir defasında yine Anadolu’nun göbeğinden bakarak Fırat’ın doğusunda bir terör devleti kurulmasına izin verilemez dediklerinde ben kendi baktığım yerden ne izni be kardeşim doğuda bir terör devleti zaten varken ikincisine neden gerek olsun diye bile sorabilmiştim. Daha sonra patlayan ateşli tartışmada iş karşılıklı vatan hainliği suçlamalarına kadar varan ve hatta birbirimizi boğma teşebbüslerine kadar giden düzeyde oldu, ama bu tamamen daha farklı bir yazı konusu.
Anlayacağınız, ciddiyet illetli yazılarımı okuduysanız veya çok çabalasalar da ciddi olabilmesi zaten imkansız tartışma programlarındaki performanslarımı izlediyseniz, üzülüyor taklidi yaparak söylemeliyim ki vaktinizi boşa harcadınız.
çünkü temelde doğu ile batının yeri konusunda bile kafası net olamayan bir insanın stratejik konularda yazı yazabilmesi imkansız olmalı diye düşünüyorum ben.
15 Aralık 2024 - Avangard nedir?
14 Aralık 2024 - Suriye hakkında final yazım: Ciddiyet adet sancılı dönemim nihayet sona erdi
12 Aralık 2024 - Suriye operasyonunun Rusya cephesi
11 Aralık 2024 - Muhammed Colani İstanbul merkezli bir operasyonla devşirilip İngiliz ajanı yapılmış
10 Aralık 2024 - İsrail’in Trump destekli büyük Filistin planı