Zengin kadınlar olmasaydı

16 Haziran 2024

Özellikle New York’ta Armory Show’dan etkilenmiş ve daha önce Avrupadaki ortamı da tanımış büyük zenginlerin eş ve kızları  olağanüstü servetleriyle şehrin sanat ortamında devreye girdi.

***

Örneğin bayan Peggy Rockefeller ‘sanatçıları, sefalet çekmiş olan van Gogh’un kaderinden kurtarmak’ diye açıkladığı amacı doğrultusunda tam da büyük ekonomik krizin başladığı 1929’da Museum of Modern Art’ı (MOMA) kurdurdu.

Savaşın tahribatından birçok sanat eserini New York’a kaçırarak koruyan Peggy Guggenheim 1942’de ‘Art of this Century’ adlı müze galerisini açarak Paris bağlantılı avangardın New York’ta nefes almasını sağladı.

Peggy Gugenheim’ın serveti batan Titanik’teki yolculardan biri olan babasından çocuk yaşta miras kalmıştı. Genç kadın sanata duyduğu ilgi kadar erkeklere de düşkündü. Bugüne kadar başından kaç koca geçtiği sorulduğunda ‘kendi kocalarımı mı soruyorsunuz yoksa başkalarınkini mi’ diye cevaplardı. Daha sonra Max Ernst ile evlenen bu egzantrik kadın 1941’de Avrupa’dan aralarında Braque, Mondrian ve Dali’den işler de olan koleksiyonu New York’a getirip 57. sokakta güncel sanatta uzmanlaşan Art of this Century adlı sanat galerisinde sergiledi (‘Pardon Neye bakmıştınız. Modern sanatın 150 yıllık şaşırtıcı, sarsıcı ve kimi zaman da tuhaf hikayesi’. Will Gompertz s. 226-227).

Peggy Guggenheim sanat galerisini oluştururken Marcel Duchamp ve Piet Mondrian’dan ve 1929’da kurulan MoMAnın müdürü Alfred Barr’dan oluşan bir danışma kurulu oluşturmuştu.

Art of the Century açılmadan önce galeride asılmayı bekleyen tablolar yerlerdeydi. Peggy Guggenheim bir gün galeriyi gezerken Mondrian’ı yere çömelmiş, bir tabloyu dikkatle izlerken gördü ve merakla yanına gitti. Mondrian’ın incelemekte olduğu resme bakıp kötüler biçimde konuştu. Peggy’e göre bu resim galeride sergilemeye uygun değildi.

Ama Mondrian kadına dönüp ‘bu resme ve ressamına dikkat et’ deyince bir anlamda New York’ta sanatın tarihinin yazımına da başlanmış oldu. Çünkü yerdeki o tablo o güne kadar ismi duyulmamış Jackson Pollock’un çizdiği bir resimdi.

***

Peggy ayda 150 dolara Pollock’u sözleşmeye bağladı. Daha sonra malikanesinin bir duvarına Frida Kahlo’nun kocası Diego Rivera’nın murallarına benzeyen büyük bir resim yaptırmaya karar verince Jason Pollock da işe koyuldu.

Ama altı ay boyunca tek bir fırça bile süremeyip de sonunda Peggy Guggenheim ‘şu işi yapacaksan yap yoksa başkasına yaptırırım’ deyince bir gecede tamamen doğaçlama çalışarak (biliyorsunuz buna döneminde aksiyon resmi de deniyordu) o büyük resmi bitirdi. Eleştirmen Clement Greenberg sonra bir gece Peggy Guggenheim’ın evinde davetliyken Pollock’un resmini gördü ve sanatçıyı koruma altına alma kararını o an verdiği söylenir. bir süre sonra da Pollock’u Amerikanın o güne dek çıkardığı en büyük ressam olarak ilan etti.

Yani anlayacağınız New York sanat heyecanına bir çerçeve çizip yön verecek teorisyenini de sonunda bulmuştu..

bu iş Greenberg gibi güçlü bir yazar ve polemikçi için çok uygundu.

Greenberg ayrıca New York’ta o dönemde yükselişte olan Amerikan solu içinde de etkin bir düşünürdü. Eleştiri yazılarını Nation dergisinde yazıyordu.

Soyutlamada daha ileri aşamaya geçmiş ve sanatının konusu kendi sanatı olan ve bu sanatta saflığı arayan sanatçıların peşinde olan Greenberg’e Pollock’un neden çekici gelmiş olabileceğini onun tek bir resmine bakarak bile  anlayabilirsiniz. Aslında estetik üzerine de çalışmaları olan Polonyalı filozof Roman İngarden ‘Soyut sanat ilk planda gerçekliğin deformasyonunu ifade eder. Ancak kalıcı özlere ulaşmak isteyen soyut sanatın bir sınır ötesinde resim olarak adlandırılmayan başka bir resim türünün ortaya çıkması tehlikesinden’ bahsetmişti, Pollock’un resimlerinde de bu tehlikenin ne olduğunu görebilirsiniz.

Pollock atölyesinde yere serdiği tuvalin üstüne boyasını damlatarak transa geçmiş gibi çizerdi. arada tuvalin üstünde de yürürdü. aksiyon resmi tanımı buydu işte.

Damlattığı çizgiler hiçbir bilinen somut nesneyi temsil etmiyordu tabii ki.

Pollock o anki ruh halini dışa vuran çizimlerden oluşan tablolar üretiyordu. Tabloyu gören izleyici onda ne görmek isterse onu görebilirdi, tek bir anlam yoktu, her görenin yorumuna göre değişebilen biçimsel anlamlar vardı. bu ve benzer çalışmalar soyut dışavurumculuk adı altında toplandı ve Amerika bunu kendi moderninin özgün yorumu olarak sahiplendi.

***

Greenberg solcu olmasına rağmen halkın zevkine hiç güvenmez ve halkın genelde sevdiklerini kitsch olarak görürdü. Onun için soyut dışavurumculuk saflığını bulmaya çalışan sanatın asalet seviyesiydi. Anlayacağınız Manet’den sonra Greenberg de zamanının Kant’ı  gibi olmuştu.

Paris’in elinden aldığı sanat başkenti unvanını verdiği New York sonunda kendi modern sanatını ve teorisyenini bulmuştu.

Başta Greenberg olmak üzere Michel Fried ve Meyer Schapiro (Bu üçüne baba figürleri üçlemesi denirdi) gibi etkili eleştirmenler soyut dışavurumcu ekol dışındaki başka eserlere hoşgörüyle bakmadıklarından, New York’ta çok canlı bir piyasa oluşmuş olmasına rağmen birçok sanatçı hakim ekol dışına çıkıp farklı iş yapamıyordu. Bunun nelere yol açtığı pop art dönemi tepkisiyle görüldü.

Örneğin Pollock ‘Woman’ temalı eserlerinde aslında hayli soyut olduğu halde kadın figüründen vazgeçemeyen Wilem de Kooning’e bile ağır eleştiri yöneltmiş, figürden vazgeçmediği için neredeyse onu soyut dışavurumculuğa ihanetle  suçlamıştır.

***

Greenberg ise o dönemde zincirleme sigara içerek yaptığı konuşmalarda (bunlar you tube’da var) soyut dışavurumculuk dışındaki çoğu sanata yaşam hakkı tanımayan uzlaşmaz tavırlar alıyordu.

Bu yüzden bu temelde tutucu ve farklı sanata göz açtırmayan tavır nedeniyle, Amerikan modernizmine büyük prestij sağlamış da olsa bu dönemin ömrü fazla olamadı. Çünkü soyut dışavurumcuların veya Greenberg taraftarlarının ortodoks tutucu, farklı sanata değer vermeyen tavırlarına karşı sanat dünyasında  altan alta bir tepki oluşmaya başlamıştı.

Bu dönemin bitmesinden sonra neler olduğunu merak ediyorsanız Andy Warhol’u incelemenizi tavsiye ediyorum.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.