Tanrı onu başımızdan ebediyete kadar eksik etmesin, geceleri ortalama bir saat kadar uyuyup sabahlara kadar haber okuduğundan dolayı gittikçe hayat tarzı açısından Kont Drakula’ ya benzemekte olan İsmet Berkan neyse ki kendisine sadece arada bir dadanan ciddiyet illetinden dolayı olsa gerek çoğu insanın gözünden kaçabilecek ciddi olsa da ilginç olan haberleri de buluyor.
Bunlardan gözüme çarpan bir tanesi bu sitede verilen ‘Sessizliği gerçekten duyabildiğimiz’ üzerine haberdi.
Johns Hopkins Algı ve Zihin Laboratuvarı yöneticisi Chaz Firestone 100 katılımcıya 7 farklı test uyguladığı araştırmasının sonucunda insanların sessizliği gerçekten duyabildikleri sonucuna varmış.
Bu İsmet Berkan, verdiği rakı içeceğiz sözünü istikrarlı biçimde tutmasa da yine de iyidir hoştur ama bence elindeki insan kaynaklarını iyi kullanmayı pek iyi bilmiyor da olabilir.
Çünkü bu haberi yayınlamadan önce etrafına biraz soruştursaydı benim hayatımdaki tek uzmanlık konumun sadece penis olmadığını aynı zamanda sessizlik üzerine de uzmanlığım olduğunu öğrenirdi.
Bu yazarlarına yalan söyleme adeti galiba medya yöneticilerine özgü bir şey olmalı. örneğin Ertuğrul Özkök ile de güya beş yıldır buluşup şarap içeceğiz. Kararlaştırdığımız gün her yaklaşınca onun nedense hep diyete girmesi gerekiyor. O arada almış olduğu yarım kiloyu illa da vermesi için, kendisinin minimalist sanat şaheseri olarak gördüğü vücudunu formda tutmak için yaşam koçu Osman Müftüoğlu’nun denetiminde ölümüne diyete başlamış olduğundan tabii ki o zaman şarabı da bırakmış oluyor. bu olaylar nedense daima benimle şarap içeceği günlere denk geliyor.
Şimdi bekliyorum acaba İsmet Berkan da benimle rakı içmemek için ne gibi yaratıcı yalanlar bulacak, bunu merak etmekteyim.
Neyse kişisel problemlerim ile meşgul etmeyeyim sizi. Gelelim benim neden bir sessizlik uzmanı olduğum konusuna.
Tanıyan arkadaşlarım senin eşin Rana’nın ses tonu kendince alçak sesle konuştuğunda bile tabiattaki tüm canlıları panikten öldürecek karakterde bu nedenle senin sessizlik uzmanı olabileceğini düşünebilmen çok acıklı diyecekler buna eminim .
Ama bilmedikleri bir şey de var.
Cazdan yola çıkarak sanatın, yaratıcılığın gelişimini incelediğim ‘Kütüphanemdeki Sesler’ kitabımın devamı olarak düşündüğüm çağdaş sanatı incelediğim yeni çalışmam bir şok terapisiyle başlıyor.
Bunu anlatmaya geçmeden önce ilk kitabımı imzalayarak verdiğim insanların arasında onu hiç okumadıklarını tespit ettiklerimi öldürmeye karar verdim. kitabın kapağını açtığını bile sanmadığım İsmet Berkan kendisini zevkle öldürmem için ilave bir nedenim daha oluştuğunu bilse iyi olacak diye bu dipnotu esasa geçmeden önce vereyim dedim. Bu arada kitabımı ısrarla okumayan Rana’yı da İsmet’den çok daha önce öldürmek zorunda kalacağım.
Şimdiki kitap çalışmamın ilk bölümünde anlattığım şok terapisi çağdaş sanatı anlamaya başlayabilmem için kendime uyguladığım bir projeydi.
loş ortam oluşturduğum bir odaya tek başıma girdim. Bunu yaptığımda ses tonuyla ortamı bozmasın diye Rana’nın Amerika’da bulunduğu yani kıtalarca uzakta olduğu bir günü seçtim.gerçi onun sesini oradan bile bana ulaşacağı kuşkum vardı ama bir risk aldım işte.
odanın duvarına tamamen beyaz bir boşluktan ibaret olan bir tuvali astım ve karşısına bir iskemle çekip oturdum.
kurduğum mizansene göre üzerinde hiç bir çizim olmayan tuvale bakarak sadece sessizlikten oluşan bir müzik parçasını dinleyerek çağdaş sanatı anlamaya başlayacağımı sanıyordum.
gerçi sonradan öğrendim ki sadece tek bir renkten oluşan resimlerin temelinde de ciddi felsefi bir düşünce olabiliyor. ama o başlangıç gününde ben karşımdaki boş tuvalin Robert Rauschenberg tarafından silinmiş Willem Kooning resimi olduğunu hayal ediyordum.
1953 yılında bir gece Ressam Robert Rauschenberg ressam Willem Kooning’İn evinin kapısını çaldı. Kooning kapıyı açınca Rauschenberg ondan kendisine bir tablosunu vermesi istedi. Kooning doğal olarak ne yapacaksın tabloyu diye sorunca da Rauschenberg resimi tuvalden tamamen sileceğini söyledi.Kooning ilk başta buna pek sıcak bakmasa da sonra bunun felsefi bir tavır olduğunu görüp ikna oluyor. Stüdyosuna gidip silinmesi özellikle zor olacak bir tablosunu seçip veriyor Rauschenberg’e.
Rauschenberg’in resim tuvalden silmesi tam bir ayını alıyor, sonuçta ortada sadece boş bir tuval kalıyor. Sanatçı bu ‘eserine’ ’Silinmiş de Kooning resimi’ adını veriyor ve sonra tabii ki bu ‘eser’ de meşhur oluyor.
O gün tek başına olduğum evimde oluşturduğum loş ortamda karşıma astığım boş tuvalin bu silinmiş eser olduğunu hayal ederek sessizlik müziğini dinleyecektim.
sonuçta o odada neler olduğunu anlatmadan önce sessizlik müziğinin de hikayesini anlatmak zorundayım.
meşhur müzisyen John Cage 4’33’’(dört dakika otuz üç saniye veya kendi deyişiyle dört otuz üç) 1952 yılında bestelediği üç bölümden oluşan müzik yapıtının adıydı.
Yapıt aslında dört dakika otuz üç saniye süren sessizlikten ibaretti.
4’33″‘ün ilk performansı 29 Ağustos 1952’de David Tudor tarafından, bir piyano resitali sırasında Woodstock New York’ta gerçekleştirildi. Tudor sahneye çıkarak piyanonun başına oturdu ve kapağı kapatarak parçanın başladığını işaret etti. Bir süre sonra, birinci bölümün sonunu ifade etmek için kapağı açıp kapadı ve bu hareketini ikinci ve üçüncü bölümler için de tekrarladı. Parça boyunca Tudor tek bir nota bile çalmadı, kasıtlı bir ses çıkarmadı ve sadece bir kronometre tutarak nota kâğıtlarını çevirdi.
işte ben o loş odada güya silinmiş de Kooning tablosuna bakarak John Cage’in bu bestesini dinleyerek çağdaş sanatı anlamaya giriş yapacaktım.
Teori buydu ama pratikte işler pek öyle gitmedi. odada birden sıkıntıdan inanılmaz bir 31 çekme arzusu bastırdı içimi. odada yapacak başka bir şey yok bari onu yapayım da loş ortam bir işe yarasın dediğimde ise penisimin kaybolmuş olduğunu hatırladım, 31’den mecburen vazgeçtim, deneyime çağdaş sanatı anlayamadan son verdim.
bu bir süre önceydi. şimdi ise çok yoğun felsefe ve teori okumalarından sonra çağdaş sanatı anlamaya başlamış gibiyim.anladıklarımı da yazmaya başladım.
bu da başıma ayrı bir dert çıkardı.
bela geliyorum demez de aniden gelir ya, Ertuğrul Özkök durup dururken Derrida’yı okuyup anlarsan bana da anlat dedi. ben de nedense buna olur dedim. Şarap içeceğimizi sanmıyorum ama galiba tatsız bir akşam ben ona Derrida anlatmak zorunda kalabilirim Acaba İsmet Bekan’a sorsam bana hazırlamış olduğu rakı neden içemeyeceğimiz yalanlarından seçip, Ertuğrul Özkök’e söyleyebileceğim yaratıcı bir yalan yardımı yapar mı ki bana.
Yazıyı John Cage’in 4’33’’ hakında söyledikleri ile bitiriyorum ki beni bile entelektüel düzeyi yüksek bir insan sanın diye.
‘Bir noktayı kaçırdılar. Sessizlik diye bir şey yoktur. Sessizlik diye düşündükleri şey rastlantısal seslerle doluydu, ancak onlar dinlemeyi bilmiyorlardı. Birinci bölüm boyunca dışarıdaki rüzgarın kımıltılarını duyabilirdiniz. İkincide, yağmur taneleri damda pıtırtıya başladı. Üçüncüdeyse insanlar bu kez kendileri konuşmaya, dışarı çıkmaya ve bu sırada türlü, ilginç sesler çıkarmaya başladılar.’
23 Aralık 2024 - Yanı başımızdaki tehlikenin bilemiyorum farkında mıyız?
22 Aralık 2024 - Düşünmeyi besleyen tartışma… Yeniden
21 Aralık 2024 - Yılbaşı yaklaşırken
20 Aralık 2024 - Sokak sanatının büyük sanatçısı
19 Aralık 2024 - Serdaramus’un 2025 yılı için 10 Beyaz Türk kehaneti