Geçen cuma günü sosyal medyanın gündemlerinden biri Washington Büyükelçisi Murat Mercan’ın göreve veda konuşmasıydı. Kimileri aksanlı İngilizcesiyle dalga geçiyor, kimileri aksandan da öte İngilizce’sinde bir akıcılık sorunu olduğunu söylüyordu.
New York Üniversitesi’nden Prof. Dr. Selçuk Şirin, çeyrek asırdır Amerikan üniversitelerinde ders vermesine rağmen kendisinin hatta ABD Dışişleri eski Bakanı Kissinger’in bile aksanı olduğunu belirten bir tweetle, bu alaycı tutumları eleştiriyordu. Mercan’ın aslında iyi bir İngilizcesi olduğunu, ancak konuşmanın duygusal havası nedeniyle bocaladığını söyleyenler de vardı.
Sosyal medyada bu aksan ve yabancı dil kullanımıyla dalga geçme furyası, ilk kez Murat Mercan’ın başına gelen bir şey değil tabii. Bu konuda nasıl bir kompleks sahibiysek, ara ara farklı kişiler üzerinden böyle videolar dolaşıyor. Her defasında da sosyal medya aynı şekilde ikiye bölünüyor: “Aksan çok normal kompleks yapmayın” diyenler bir tarafta, “aaa ne komik” diye dalga geçenler öteki tarafta. Bilakis aksanını düzeltmeye çalışanların tuhaf karşılandığını söyleyenler bile var. Biz böyle bölüne duralım, yapay zekâ teknolojileri, bu tartışmaları boşa düşürecek bir yere gitti bile.
Yapay zekânın olağanüstü gelişimiyle ilgili, üzerine hak ettiğinden az konuşulan şeylerden biri de çeviri teknolojileri. Metinleri geçtim, videoların, hatta ses kayıtlarının, ses tonunu dahi klonlayarak bire bir başka dillere çevrilebildiği ve bunun giderek geliştiği bir çağı yaşıyoruz.
Yeni Medya 451 podcastin bir bölümünde bahsetmiştik. Dünyada yayınlanan podcastleri, orijinali hangi dilde olursa olsun, sunucusunun klonlanan bire bir ses tonuyla kendi dilimize çevireceğimiz günlere çok az kaldı. Şu an teknolojik olarak mümkün, sadece yaygın uygulaması hazırlanıyor.
1990’ların ikinci yarısında internet yaygınlaşmaya başladığında, artık sınırların kalktığı, bütün dünyadaki insanların birbiriyle iletişim kurabileceği konuşuluyordu. Evet, prensipte bu mümkündü ama insanların birbirleriyle sınırsızca konuşabilmesinin önünde hâlâ dil ve alfabe bariyerleri vardı. Yapay zekânın getirdiği eş zamanlı çeviri teknolojileriyle birlikte artık bu bariyer de aşılmış durumda.
Teknik olarak dünyadaki hemen herkes, sadece kendi anadiliyle konuşarak birbiriyle anlaşabilir halde şu an. Bu gerçek bir iletişim olur mu ya da bu dünyayı nereye götürür soruları dilbilimin de sınırlarına giren ayrı bir sosyolojik ve felsefi tartışma. Belki sanılanın aksine pek hayırlı da olmayabilir ama o başka bir yazının konusu.
Bana kalırsa bu yeni durum, internetin icadı kadar büyüleyici bir potansiyel. Nedense üzerinde hak ettiği kadar durulmuyor. Yapay zekâ o kadar çok şeyi aynı anda değiştiriyor ki bu en temel konuya bile sıra gelmiyor.
Elon Musk’ın 2020 yılında konuk olarak katıldığı Joe Rogan Experience podcast bölümündeyse konu, dilleri birbirine tercüme etmekten de öte bir yere gidiyordu. İletişim kurmak için illa bir dile gerek var mıydı?
Musk, insan iletişiminde dilin yavaş ve yetersiz kaldığını söyleyerek, dile ve haliyle konuşmaya ihtiyacımızın olmayacağı, beynimizdeki çipler yardımıyla gerçekleşecek başka bir iletişim potansiyelinden söz ediyordu. Joe Rogan, bunu bilgisayarlar tarafından yaratılan bir evrensel dil olarak farklı bir şekilde yorumluyordu. Musk ise dilin ve konuşmanın tek iletişim aracı olmadığı fikrinde ısrar etti. “Dile ne olacağından tam emin değilim, belki duygusal nedenlerden dolayı bazı durumlarda devam edebilir” gibi bir açıklama getirdi konuya.
Dile gerek duyulmayacak bu yeni iletişimin gerçekleşmesi için koyduğu süre ise en fazla on yıldı. Kaydın 2020’de yapıldığı düşünülürse, bugüne göre altı yılı var. Ne oranda gerçekleşebilir olduğunu yaşayıp göreceğiz.
Tabii Musk’ın bu diyalogta, insan beynine çip yerleştirilmesini temel alan Neuralink projesine atıfta bulunduğunu hatırlatmakta da fayda var. Musk burada, iletişimin beyne yerleştirilen çipler yardımıyla bir dil kullanmaksızın gerçekleşmesi ihtimalinden söz ediyor.
Yazının bu kısmına kadar insanlar arasındaki dil ve iletişimden bahsettik. Ancak konunun bir tarafında da hayvanlar var. Deniz Memelileri Çeviri Girişimi Projesi (Project Ceti), makine öğrenimi yardımıyla İspermeçet balinalarının dilini tercüme etmeye ve anlamaya odaklı bir proje yürütüyor örneğin. St. Andrews Üniversitesi’nden (İskoçya) Davranışsal Ekolojist Christian Rutz, benzer bir projeyi Kaledonya kargaları üzerinden yürütüyor.
Aslında bilim insanları çok uzun zamandır, hayvanların dilini anlamak için çalışıyor ama makine öğrenmesi ve yeni yapay zekâ teknolojileri bu çalışmaları bambaşka bir boyuta taşımış durumda. İleride, sözgelimi arılarla iletişim kurarken, birileri çıkıp “o nasıl vızvız öyle, arı dilini çok aksanlı konuşuyorsun” diye dalga geçer mi bilmiyorum tabii.
Tüm bu teknolojilerden yola çıkarak artık dil öğrenimine gerek kalmadı diyebilir miyiz peki? Dil aynı zamanda içinde kültürün geliştiği, deneyimlerle zenginleşen ve bağlamıyla var olan bir yapı. Dil bir kimlik aynı zamanda. Hatta bir iktidar ve mücadele aracı. O yüzden böyle aceleci çıkarımlar yapmadan, bu konuyu başta dilbilimciler olmak üzere bilim insanlarına havale etmek gerek.
Elon Musk, ara ara başka konuşmalarda da “yabancı dil öğrenmenin anlamsızlığına” değinse de onun bir dilbilimci olmadığını biliyoruz. Hatta Apple Ceo’su Tim Cook, 2017 yılında Fransa’da, Fransızlara hitaben yaptığı bir konuşmada, İngilizce gibi bir yabancı dili öğrenerek vakit kaybetmek yerine, kodlamayı öğrenmenin daha önemli olduğunu söylemişti. Yine de Cook’un lafıyla da yola çıkılmaz tabii. O kendini kurtarır, olan size olur. Teknolojik olarak mümkün olanın, topluma ilişkin sonuçlarını ayrıca izlemek gerek.
Şu kadarını söyleyebiliriz: Yeni yabancı diller öğrenmek gelecekte biraz vakit kaybı ve lüks bir uğraş haline gelecek. Yine de tamamen yok olacak demek çok iddialı bir öngörü olur. Çünkü yeni diller öğrenmek, sadece birileriyle iletişime girmek ve turistik amaçlarla değil, aynı zamanda farklı kültürlerin sosyal doğasını kavrayabilmek adına da gerekli. En kusursuz teknolojide dahi plak veya hi-fi sistemlerden müzik dinlemek gibi farklı bir keyif ve hobi olarak varlığını sürdürecektir. Her halükârda, başkalarının İngilizce aksanıyla filan dalga geçenlerin bu çağda biraz cahil kaldığını söyleyebiliriz ama. Bu işleri fazla önemseyerek, en azından yapay zekâ devrimini ıskalıyor olabilirler.
Yabancı dil konusu artık onların böbürlenip başkalarını aşağılayacağı bir enstrüman olmaktan çıkıyor. Ünlü poliglotlarımızdan Fatih Terim’in de dediği gibi, “Look at the tabela, everything is something happened” bir bakıma.