Dilan Polat görgüsüzce kendi zengin hayatını paylaşıyordu, şimdi herkes ona kızıyor. Peki bir de dönüp kendimize bakalım, hayatımızı ne kadar paylaşıyoruz? Yediğimiz yemeği, sevgilimizi, seyahatimizi paylaşırken motivasyonumuz ne?
Çocukluğumun bayramlarında harçlık toplamak, o harçlığın miktarı, onunla alınması hedeflenen oyuncak veya eşya, hayatımın önemli başlıklarından biriydi. Bu durum, çalışmaya başladıktan sonra edineceğim ekonomik özgürlüğün provası gibiydi.
İşte böyle bir bayramda, nasıl olduysa rekor sayılabilecek bir harçlığa ulaştım. Hedeflerimi bile aşan bu miktarı mahallede arkadaşlara ballandıra ballandıra anlattım tabii. Çocukluk işte, çıkarıp parayı göstermiş bile olabilirim.
Akşamına eve dönüp ceplerimi yokladığımda param çalınmıştı. Cüzdanım yerinde yani ceketin cebindeydi ama içindeki para yoktu. Paramla hava atmanın ve top oynarken ceketi çıkarıp kenara koymanın bedelini ağır ödemiştim.
Yıllar sonra Edip Cansever’in Gökanlam XII şiirinde “Göğün avlusunda kimler dolaşır/ bu ışık selinde bu ayazmada/ binlerce çocuktan biri güneş/ parasını gösterir gibi başkalarına” dizelerini okuduğumda, bu çocukluk hatıram aklıma gelecek ve şiirin gücünü bir kez daha takdir edecektim.
Bu hatıranın ikinci aklıma gelişi, maalesef bu kadar edebi bir nedenle olmadı.
Dilan-Engin Polat olayından, uyguladığım çok sıkı “seçici cehalet” disiplini nedeniyle uzun süre uzak kalmayı başardım.
Geçen haftaya kadar bu konu hakkında ara ara kulağıma çalınan Dilan Polat ismi haricinde hiç ama hiçbir şey bilmiyor (herhalde türkücü filandır diye düşünüyordum) ve bununla da anlamsız bir gurur duyuyordum.
Oysa inadım yersizmiş. Çünkü, büyük ölçüde sosyal medyada gösteriş yapmaktan uzak duramadığı için yakayı ele veren çarpıcı bir örnek var karşımızda. Üstelik konu sosyal medyada uzun süre konuşulduktan sonra televizyonlara zıplamış ki, o noktada olaylar tutuklama tedbiri, kara para aklama, uyuşturucu ve vergi kaçakçılığı iddialarına dönüştü.
Çevrimiçi izleri takip edersek, Dilan Polat’ın görgüsüzlükleriyle ilgili tartışmalar 2020 yılına kadar uzanıyor ama en az 5 yıldır bu zengin yaşantıyı teşhir ettiği biliniyor.
Dilan Polat Güzellik Merkezleri de zaten 6 yıl önce kurulmuş. Daha öncesinde bir doğum fotoğrafçılığı geçmişi olduğu söyleniyor ama o konuda bilinenler az.
Asıl konumuz Dilan Polat olmadığı için daha fazla detayına girmeyeceğim. Konumuz, Dilan Polat’ın sosyal medyada yer alan pek çok insanla ortak olan bir özelliği. O da hayatını sosyal medyada sergiliyor olması. İnsanların büyük bölümü de bunu yapıyor.
Dilan Polat’ınkinin görgüsüzlük diye adlandırma nedeni, ortalamanın epey üzerinde bir hayat yaşıyor ve bunu gözümüze sokuyor olması. Peki, gittiği tatilden, yediği yemeğe kadar hayatının her anını paylaşma ihtiyacını hissedenlerle onu ayıran sadece bu mu?
Çünkü nihayetinde sosyal medyada yer alma nedenimiz çoğunlukla hayatımızı çeşitli biçim ve dozlarda sergileyerek bir persona inşa etmekten ibaret. “Ne münasebet, benimki Dilan Polat’ınki gibi görgüsüzce değil” diyebiliriz, büyük oranda haklıyız da ama maalesef Dilan Polat ile “sergileme” ortak parantezinde buluşuyoruz.
Kabul edelim ki, kimilerimiz itiraf etmekte zorlansa da çoğumuz birbirinin fotoğraf ve videolarına bir parça kıskançlıkla bakıyor. Hepimiz bir performansın içindeyiz.
Yetişkinler bir şekilde bununla mücadele edebilse de çocuklar ve ergenler, beden algısından mahrumiyet duygusuna, hepsinden önemlisi bağımlılık bozukluklarına kadar ciddi yara alıyor bu süreçten. ABD’de 33 Eyaletin ortak hareket ederek Meta’ya karşı açtığı yeni davanın bu konuda bazı sonuçları olabilir ki, ilerleyen yazılarda tartışacağım.
Bu sergileme işinde bazı kalıplarımız bile oluştu. Öyle ki, iki sevgili aniden çok fazla birlikte fotoğraf paylaşmaya ve birbirlerine kamuya açık iltifatlar yağdırmaya başladığında, ilişkilerinde ters giden bir şeyler olduğundan şüphelenmeye başlıyoruz.
Bu şüpheleri önceleri “fesatlıkla” ilişkilendirir ve kendimi böyle düşünürken yakalarsam bundan çok rahatsız olurdum. Sonraları, bu kirli şüphelerin çoğunlukla haklı çıkıyor olması biraz kafamı karıştırdı. İnsanlar gerçekte olmayan bir uyumu sergiliyor, yolunda gitmeyen bir ilişkiyi bu gösteriyle ayakta tutmaya çalışıyorlardı.
Son yıllarda sıklığı oldukça seyrelse de benim de hayatımın çeşitli kesitlerini sergilediğim dönemler oldu. Zaman içerisinde belki yaşla belki de yol üstündeki gözlemlerim ve öğrendiklerimle özel hayatıma ilişkin paylaşımları azalttım.
Son zamanlarda ürettiğim işlerin (yazı, podcast, video vs.) frekansının artması ve bunları sürekli paylaşıyor olmak bile rahatsızlık verici.
Öyle ya önceden yazar ya da yayıncının kendi medyasını kendi dağıtma gibi bir durumu yoktu. Yazıyı gazeteye gönderdikten ya da çekimi bitirdikten sonra işimiz biterdi.
Artık bu eserin dağılma sürecinde de yer alıyor olmak biraz yıpratıcı. Yazar olarak bütün işimin yazıya masada nokta koyduktan sonra bitmesini isterdim. Maalesef çağımızda bu neredeyse o yazıyı yazmamış olmakla eş bir durum. İster istemez ve bazen tekrar tekrar paylaşıyoruz. Bize yazıyı yazdıran tutkuyla sergileten duygu birbirine karışıyor.
Şimdi durup bir düşünelim, şık bir otelde tatil yaptığımızı ve o sırada kokteyl içtiğimizi, meyhanede kadeh kaldırdığımızı tüm sosyal çevremize (izin verdiysek bizi tanımayanlar dahil) gösterme isteği nereden geliyor?
Sosyal medya yokken yani “her şeye rağmen çok güçlüyüm yaşıyorum bu hayatı, yıkılmadım ayaktayım, işte kaldırdım kadehi” paylaşımlarımızı yapamazken, nasıl yaşıyorduk?
Evet, internet ve sosyal medya öncesinde de evimize gelenlere örneğin kâğıda basılmış geçmiş tatil fotoğraflarını gösterirdik ama bu çoğunlukla daha özel bir deneyim paylaşımıydı. Nasıl olduysa sosyal medya bunu herkese karşı yapmaya ikna etti.
Marshall McLuhan bir kez daha haklı çıktı, araç mesajın kendisi haline geldi. “Madem ki elimin altında böyle bir araç var, neden şu anda yediğim lezzetli paellayı paylaşmayayım?”
Aynı motivasyon Dilan Polat’ta da madem ki elimin altında böyle bir araç var, “neden özel jetle uçtuğumu sergilemeyeyim” olarak zuhur etmiş olamaz mı?
Parayı nerden edindiği ve nasıl paylaştığı elbette önemli, şimdi kalkıp “alnımın teriyle kazandığım parayla yemek yiyorum, tabii paylaşacağım” derseniz, haklı olursunuz.
Ancak bir an durup yabancılaşınca, sosyal medyadaki bu performans telaşı bir tuhaf görünüyor insana. Hatta bu köşede yazmıştım; bazen politik çıkışlar bile ahlakçı bir gösterişçilikten (moral grandstanding) ibaret.
Eğitimsizlik, geçmiş yoksunluklar ve psikolojik sorunlar nedeniyle bir yerde ipin ucu kaçınca da Dilan Polat gibi örnekler ortaya çıkıyor.
O nedenle, belki de birilerini kızdırma pahasına, çok büyük konuşmayalım ve dönüp kendimize bakalım demek istiyorum.
Dilan Polat uç bir örnek ama klişeleşmiş Andy Warhol vecizesi misali, “günün birinde herkesi 15 dakikalığına Dilan Polat’a dönüştürebilecek, “göstermezsem yaşanmış sayılmaz enerjisi” saklı burada. Buna sadece aptallık deyip geçemeyiz.