Ebrar Karakurt daha dün, tescilli bir trolün paylaşımına cevap verirken 'Kim bu lavuk' diye sordu. Eskiden olsa iletişimcilerin tüyleri diken diken olur, onun kavgaya girmesini engellemek için ellerinden geleni yaparlardı. Oysa o devirler bitti.
Herhalde hiçbir elit sporcunun ekibi çalıştıkları ismin Ebrar Karakurt gibi sosyal medya kullanmasını istemez. Sponsorluk ve reklam anlaşmalarının iptal olmasından, izleyici sempatisinin azalmasından korkarlar.
Bir yönüyle haklıdırlar da. Çünkü yakın zamana dek markalar böyle konularda hiç risk almak istemezdi. Günümüzde işler ister istemez biraz değişiyor. Nasıl eskinin abartılı reklamları bugün bize çok komik geliyorsa, sosyal medyanın o ‘sentetik’ celebrity dili de artık biraz komik kaçıyor.
Normal şartlarda aklı başında hiçbir iletişimci namlı bir Twitter trolünün kışkırtmasına cevap vermeyi tavsiye etmez örneğin. Oysa Ebrar’ın böyle kaygıları yok. “Arkadaşlar kim bu lavuk?” diye sorarak, bilakis takipçilerinin önüne atıyor trolü.
Nereden baksan riskli bir hamle. Şaşırtıcı olan şu ki herkes memnun. Trol memnun; zaten bunu istiyor. Ebrar da memnun; kendinden ödün vermeyerek imajını keskinleştiriyor. Üstelik Olimpiyat Oyunları sürerken ve önümüzde tarihi önemde bir yarı final maçı varken.
Zaten daha önce de herhangi bir trolü yakalayıp “Boş yapma Abdülhamit!” diye benzetmiş, böylece sosyal medya dili ve edebiyatına yeni bir kalıp kazandırmıştı.
Tarafını da hiç saklamıyor Ebrar. Beşiktaş-Galatasaray Süper Kupa maçı sonrası yaptığı paylaşımlar tipik taraftar paylaşımları örneğin.
Yine iletişimcilerin tavsiye etmeyeceği şeyler yani. Aman kitle bölünür, aman Galatasaraylı tüketiciler tepki gösterir, iki takımı da tebrik edelim, ölçülü sevinelim ya da sessiz kalalım gibi ‘sentetik’ öneriler gelirdi.
Ebrar’ın dünyasında bunlar yok. Şimdi diyebilirsiniz ki, başarı varken kimse sesini çıkarmaz ama başarısızlık durumunda bunlar ayağa dolanır.
Kimin umurunda? Sosyal medya ânı yaşıyor zaten. Başarısızlık durumunu da başarısızlık anında düşünelim.
Peki burada ne değişti de Ebrar Karakurt’un paylaşımları marka imajına beklenen zararı vermiyor?
Birincisi, değişen bir şey yok. Ebrar Karakurt zaten bu. O zaten kendisini olduğu gibi aktardığı için tüm bunlar da üstüne oturuyor. Ne zaman o da tribüne oynamaya başlayıp olduğundan fazlası olmaya çalışır, o zaman işler değişir.
İkincisi, enfokrasi çağındayız. Yani tek bir kitleye, tek bir kamusal alana konuşmuyoruz. Herkes farklı farklı mikro kamusal alanlarında konuşuyor. Kitle iletişimcilerinin kaygıları biraz Byung Chul-Han’ın enfokrasi diye tanımladığı dönemin öncesine ait. Megastarlar çağına yani. O dönem pürüzsüz olmak makbuldü. Her şeyiyle mükemmel ve ulaşılmaz olmak bir değerdi. Bugünse algoritmaların ve filtrelerin düzleştirdiği ortamda algoritma dışında bir şeyler söylemek daha değerli.
Teoman’ın yeniden yükselişini daha doğrusu 50’sinden sonra bile hiç irtifa kaybetmemesini biraz buna bağlıyorum. Rock starlar çağında bir rock star’ı sokakta çiçekli gömleğiyle magazincilere günlük dertlerinden söz ederken göremezdiniz. Oysa Teoman bunu yapıyor ve rock star kalmaya devam ediyor. Üstelik en prime dönemlerinden bile daha fazla ilgi görerek.
Ebrar’ın sosyal medyada yaptığı algoritma bükücülüğü Teoman hiç sosyal medya kullanmayarak yapıyor. O da celebrityliğin algoritmasını büküyor.
Zeynep Güven dün 10Haber’de yayınlanan haberinde insanların yapay zekânın kullanımını anlatan reklamlara gösterdiği tepkinin nedenlerini sorguluyordu. Google’ın son Gemini reklamının, Apple’ın geçen aylarda yayınlanan Crush reklamının tepkiler üzerine yayından kaldırılmasının nedeni ne olabilirdi?
O habere verdiğim görüşte işin bu kısmına değinmedim ama bence insanların bu tepkisinin geri planında algoritmaların düzleştirdiği kültüre olan kızgınlık da var. Sorsanız, bunu kimse böyle ifade edemeyebilir belki ama o kadar her şey birbirine benziyor ki, algoritmaların kuşatmasında ne arkadaşlarımızın ilginç bir paylaşımını ne de geleneksel beğeni kalıplarının dışında bir şey görebiliyoruz artık.
Herkes yayıncı gibi davranıyor. Aman pot kırmayayım, aman dile düşmeyeyim gerginliği birçoklarını da paylaşım yapmaktan alıkoyuyor. Her şey zaten giderek sentetikleşirken bu sentetikliği alenileştiren yapay zekânın yüceltilip öne çıkarılması da insanların sinirini bozuyor olabilir. Yani her şey ‘yapay zekâ benim yerimi alacak’ endişesine bağlı olmayabilir.
Haziran sonunda bu köşede yazdığım bir yazıda, “gelecekte asıl yükselen değer yapay zekâsızlık olabilir” tahminini yaparken de aslında anlatmaya çalıştığım buydu. Daha da önce yazdığım bir yazıda yapay zekâ çağında “Demet Akalın’ın korkunç yazım hatalarını bile özleyebiliriz” diye ironik bir kehanette bulunurken de öyle.
Ebrar Karakurt’un alışılageldik bütün ‘celebrity’ normlarına aykırı hareket ederek yükselmesi de tamamen çağımızın yeni bıkkınlığıyla ilgili.
Kimse algoritmaların ve kalıpların dışına çıkarak risk almak istemiyor. Oysa günümüzün iletişim ortamı herkesi memnun edemeyeceğinden emin olma eşiğiyle başlıyor. Herkesi memnun etmeye çalıştığınızda dümdüz bir şeye dönüşüyorsunuz.
Bunun yerine biraz risk almak her şeyi değiştirebiliyor. Doğru bilinen pek çok şeyin o kadar da doğru olmadığı anlaşılıyor. Tabii risk almak derken sırf dikkat çekmek için abuk subuk paylaşımlar yapmaktan söz etmiyorum.
Burada risk almaktan kastım, kendini olduğu gibi ve olduğu kadar yansıtabilme riski.
Bizi makinelere karşı üstün kılan da, algoritmaların düzleştirdiği kültüre karşı çaresiz kalmaktan kurtaracak olan da bu belki de. Çünkü leş gibi politik doğruculuk da, “hem ayranım dökülmesin hem yoğurdum ekşimesin” tavrı da eskisi kadar işlemiyor artık.
Babam özellikle ergenlikteki asosyal halime kızıp “evden çıkmam, itten korkmam” benzetmesi yapardı. Bence günümüzün sosyal medyasının da özellikle ünlü insanlara dayattığı bu. Evden çıkanlar kazanacak.