“O telefonu kapatır mısınız lütfen, teşekkürler!” tiyatro oyununun tam orta yerine bomba gibi düşüyor bu replik. İki kez okuduğum bir kez de sesli kitabını dinlediğim klasik bir romandan uyarlanmış bir oyun bu.
Benim bildiğim romanda böyle bir cümle yok. Muhtemelen oyuncu Serkan Keskin’in de ezberinde yok. Ön sıradaki münasebetsiz bir izleyici telefonunu karıştırdı veya kayıt yaptı belli ki. Serkan Keskin hiç ritmini, tonlamasını bile bozmadan araya bu cümleyi sıkıştırıp çözüyor sorunu.
Büyük ihtimal ilk kez karşılaşmıyor böyle bir münasebetsizlikle. Tatlı sert uyarıp geçiyor. Ben o andan itibaren ben kafamda bu acı yumuşak yazıyı yazmaya başlıyorum.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı ve ondan uyarlanmış oyundan bahsettiğimi tahmin etmiş olabilirsiniz. Aylardır çok konuşulan, Serkan Keskin’in oynadığı, Serdar Biliş’in yönettiği bu oyunu yeni izleyebildim.
Bir anda çok popülerleşen şeylere ‘ilgi biraz dağılana kadar mesafeli durma takıntım’ gereği bu oyunu izlemekte gecikmiştim. Bir eseri ya popülerleşmeden keşfetmeliyim ya da popülaritesi biraz daha makul seviyelere indiğinde görmeyelim. Öyle saçma, anlamsız bir takıntım var.
Karakter bolluğuyla bilinen eserin uyarlamasında tüm karakterleri tek bir kişi oynadığı için biraz gergindim de açıkçası. O tek bir kişi Serkan Keskin olmasa belki gelmeye cesaret bile edemezdim.
Daha önce tiyatroda uyuyakalmak gibi münasebetsizlikler yaşadığım için her gün aldığım sersemletici alerji ilacını dahi almadım. Bu kez de hapşırıp krizine girip oyuncu-seyirci herkesin konsantrasyonunu bozma riskim vardı ama oyunun müthiş temposu ne uyumama ne de hapşırmama mahal verdi.
Serkan Keskin’in mükemmel oyunculuğu başta, oyun; yaratıcı sahne tasarımı ve video desteğiyle iki saati aşkın bir süre izleyici ilgisini ayakta tutuyordu. Çok sevdiğim bir romanın hakkı verildiği için mutlu ayrıldım oyundan.
“O telefonu kapatır mısınız lütfen, teşekkürler!” repliğiyle yabancılaşmasam daha iyi olurdu belki ama o replik Tanpınar’ı biraz da günümüz dünyasına taşıdı bence. Böylece uyarlama zamanlar arası bir yolculuğa çıktı. Tanpınar’ın saatle yaptığı alegorinin bugünkü eşyası telefondan başka bir şey olamazdı çünkü.
Oyundan çıkar çıkmaz Ahmet Hamdi Tanpınar günümüzde yaşasaydı insanların akıllı telefonlarıyla ilişkileri üstüne mutlaka bir şeyler yazardı diye düşünmeye başladım.
Telefonu çıkarıp oyuncunun konsantrasyonunu bozma teşebbüsü de yeni enstitünün tıklama sesleriydi işte.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanının en sevdiğim cümlesidir: “Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır.”
Şimdi bu cümleyi alalım günümüze getirelim: “Telefon ekranının kendisi mekân, kaydırışı zaman, müptelası insandır” diyebiliriz pekâlâ. Öyle ya, sosyal medyadaki akışa bile “timeline” (zaman çizelgesi) diyoruz.
Aza Raskin’in sonradan icat ettiğine pişman olduğu internet sitelerindeki “sonsuz kaydırma” (infinite scroll) özelliği de tıpkı zaman gibi durmaksızın aşağıya doğru akıyor. Böylece kendi sonluluğumuzu bile unutuyor, kaydırıp duruyoruz. Toplu taşımada, bekleme salonlarında, ofiste, evde, uyumadan önce, uykudan kalkar kalkmaz… Saatten önce telefona bakıyoruz. Zaten çalar saatlerimizin yerini de telefon alarmı aldı. Hatta gün içinde saati de telefondan öğreniyoruz. Kolumuzda ya da duvarımızda bir saat varsa bile ya sadece aksesuar ya da adımımızdan uykumuza her şeyi takip eden bir akıllı saat.
Böyle bir dünyada, Ahmet Hamdi Tanpınar sizce de alegoriyi saatler üzerinden mi kurardı yoksa telefonlar üzerinden mi?
Önceki paragraftaki sorunun cevabı bende açık. “Ekranları Kaydırma Enstitüsü” diye adını bile koydum. Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü, önemli bir şeyler yapıyor gibi yapmanın mekânıydı.
Enstitü vardı, binalar, memurlar vardı ama kimse ne yapıldığını tam olarak bilmiyordu. Bu, iki uygarlık arasında bocalayan Türk toplumunun alegorisiydi.
İşte elimizdeki telefonu kaydırırken akan zamanın da düştüğü yer tam burası. Üstelik bu kez, sadece Türk toplumu olarak değil, bütün dünya birlikte bocalıyoruz.
Kaydırıyoruz bir haber kırıntısı, kaydırıyoruz bir tane daha, biraz daha kaydırıyoruz komik bir video, biraz daha kaydırıyoruz birileri bir şeyleri kınıyor, biraz daha kaydırıyoruz öfkeli suratlar, oynayan bebekler, bir şey satmaya çalışan etkileyiciler…
Hiçbir şey tamamlanmıyor ama her şey tükeniyor. Böylece zaman akıp, anlam kaybolup gidiyor. Günün sonunda bir şeyler yapmış gibiyiz de yapmamış gibiyiz de. Her evde, her elde bir Saatleri Ayarlama Enstitüsü kurulmuş gibi.
Anlık iletişimin zamanın kurgusunu değiştiren bir yönü de var. Saat bir kesinlikti çünkü eskiden. Bir kez ayarlanır ve değiştirilemezdi.
Biriyle “sabah saat 10.00’da buluşacağım” diye sözleştiyseniz, saat 10:00’da gelmeyen mahcup olurdu. Şimdi “ben biraz gecikiyorum” diye yazıyorsunuz olup bitiyor. Whatsapp icat olalı, mahcubiyet çift mavi tik oldu. Burada ayarın bir hükmü kalmadı. Mekân da saat değil akıllı telefon oldu. Bundan şikâyet etmenin de bir anlamı yok. Otomobilin icadından sonra, biz eskiden ne güzel rahvan giderdik diye yakınmaya benzer bu.
Hep birlikte içinde yaşadığımız bir deneydeyiz. Dünya tarihinin en görkemli deneyinin kobaylarıyız işte. Ancak hepimizin, ara ara hatta sık sık “O telefonu kapatır mısınız lütfen, teşekkürler!” diyecek birilerine de ihtiyacı var. Çünkü gerçek zaman telefon ekranından akan zaman değil. Birilerinin bunu bize hatırlatması ve asıl odağımıza döndürmesi lazım. Oyunda bunu Serkan Keskin akışı bozmadan doğal bir tonla yapıyor da hayatta kim yapacak? Bugünlüğüne ben yapmış olayım.
Hani kendisi telefonu bırakır bırakmaz, hemen karşısındakinin telefona bakmasından yakınan partner vardır ya. Tıpkı onun gibi olma pahasına.
O telefonu kapatmadıysanız Ekranları Kaydırma Enstitüsü’ne hoş geldiniz. Burada zaman ve mekân etkileşimle mevcuttur. Yazıya bir like’nızı esirgemezseniz bahtiyar oluruz.