Ters Yüz 2, Euro 2024 yangını ve efendimiz kaygı!

26 Haziran 2024
Montella'dan milli maç değerlendirmesi.

Uzun bayram tatilinde kızımla Ters Yüz 2 filmindeyiz. Yazdı, sıcaktı, sezon değildi derken pek kimselerin sinemaya gideceğine ihtimal vermemiştim ama salon neredeyse dolu. Rakamlar da gözlemimi doğruluyor. Türkiye’de bayram tatilinde bir milyondan fazla kişi sinemaya gitmiş. 603 bin kişi de bizim gibi Ters Yüz 2’yi tercih etmiş. 

Ters Yüz 2 hem çocuklara hem yetişkinlere hitap edebilmenin avantajıyla nicedir boş olan sinema salonlarını diriltmiş de diyebiliriz. Zaten dünyada da 2024’ün şu ana kadar en çok izlenen filmi olmuş bile.

Filmi izlerken sorduğum iki soru

Pixar’ın bu iyi tasarlanmış animasyon filmini izlerken aklımda iki soru vardı. Birinci soru aşırı kişisel. Filmde Riley karakterinin ergenliğe girişi işleniyor. ‘Henüz yedi yaşındaki kızım bu süreçle ilgili sorular sorarsa nasıl cevaplarım’ diye kafamda döndürüyorum. İkincisi soru ise gayet toplumsal. Anlatılan hikâye bana biraz tanıdık geliyor ama nereden, tam çıkaramıyorum. Korkmayın ‘spoiler’ filan vermeyeceğim. Filmin konusu zaten oldukça açık. Ne anlatıldığı değil, nasıl anlatıldığı önemli. O nedenle bu yazının filmi izlemeyenlerin heyecanını kaçırması söz konusu değil.

Ters Yüz filmleri ne anlatıyor? 

Ters Yüz (Inside Out) filmini izlemeyenler için kısaca tarif ederek başlayayım. İlki 2015 yılında yayınlanan animasyon filmin derdi çocuklar ve gençler başta olmak üzere tüm izleyenlere temel insan duygularını anlatmak diyebilirim. Bu nedenle hikâye insan vücudunun içinde ve dışında eş zamanlı geçiyor. 

İlk filmde bir bebeğin yürüyüşünden ergenlik öncesi çocukluk dönemine dek giden süreçte neşe, üzüntü, korku, öfke, iğrenme gibi duygularının oluşumuna odaklanmıştık. Bu duygular Riley isimli baş karakterin içinde birer ayrı karakter olarak anime edilmişti ve onun ana kumanda odasındaki görevlilerdi. 

Yeni gösterime giren ikinci filmdeyse kahramanımız Riley ergenliğe giriyor ve bu eski duyguların yanına yeni duygular, yani karakterler ekleniyor: Kaygı, utanma, kıskançlık ve sıkıntı. Filmin ana hikâyesi de işte bu duyguların içinden ‘kaygı’nın ana kumanda merkezini ele geçirmesini anlatıyor. 

Eyvahlar olsun, Riley ergenliğe giriyor.

Euro 2024 ve Ters Yüz etkisi

Bizim filmi izlememizden hemen sonra başlayan Euro 2024 hikâyenin neden tanıdık geldiğini anlamamı sağlıyor. İlk maçta Türkiye, Gürcistan’ı 3-1 yeniyor. Kumanda masasına neşe hâkim. Mert Müldür’ün jeneriklik golü, Arda’nın füzesi derken güle oynaya ikinci maça gidiyoruz. 

İkinci maçta işler yolunda gitmiyor. Portekiz’e 3-0 yeniliyoruz. Hem skor hem oyun kötü olunca kadro tercih tartışmalarıyla birlikte kıyamet kopuyor. 

Süper Lig’te geride kalan sezonun ruhu aynen turnuvaya sirayet ediyor. “Milli takımı Galatasaray lobisinin yönettiğini söyleyip teknik adam Montella’nın aslında kukla olduğunu” savunanlar, onlara katılmayanlar, “bizim genç Semih’imiz niye oynatılmıyor Beşiktaş düşmanı mısınız?” diye isyan edenler derken daha her şeyi belirleyecek son maç bile oynanmadan sosyal medyada tüm taraflar birbirine giriyor. 

Kim haklı, kim haksız tartışmasına girmeden, öyle bir futbol ikliminden milli takım üzerinde geçici uzlaşı beklemek zaten imkânsız. Ancak kimilerinin yarım dakika bile sürmeyen ve bağlamını asla bilemeyeceği antrenman görüntülerine bakıp Arda Güler’e mobbing uygulandığı iddiasıyla hezeyana kapılıp lince yürümesi iyice fantastik diğer yandan. 

O romantik şarkıların yazarı ve bestecisi Yaşar’ın bile yazıp sonradan sildiği “Montella darp raporu aldırayım sana” temalı tweeti sanırım durumumuzu en iyi özetleyen aşırılık. 

Mustafa Sandal’ın üslubunun da ondan kalır yanı yok. Belki de futbolun asıl sırrı budur: Ünlü, ünsüz, eğitimli, eğitimsiz hepimizi çocukça hareket etme ehliyetinde eşitlemesi.

Ana kumanda yine kaygıda

O yüzden “bu nasıl milli takım ruhu yahu?” diye sormayın. Sosyal medyada iyice keskinleşmiş tarafların öyle bir derdi yok. Yeterli yerli oyuncu 11’i çıkarabilse, herkes kendi desteklediği takımı milli takım diye oynatsa bir rahatlayacak sanki. 

Sosyal medyada görülen küçük, gürültücü ve öfkeli bir kitle algı yönetme motivasyonuyla gündemi belirliyor da olabilir (Bu konuda daha fazla akademik çalışmaya ihtiyaç var). 

Nihayetinde ‘analog veya dijital kabileler’ farklı olsa da herkesin kaygısı ortak: Bizim kabileye büyük haksızlıklar yapılıyor. 

Ortak olan ne? ‘Kaygı’. 

Öyleyse ana kumanda merkezimizde kaygı (anksiyete) oturuyor. Tanıdık geldi mi? İşte Ters Yüz 2’deki hikâye. Gündemimiz gayet duygusal. 

41 kere maşallah, Pepe’nin soğukkanlılıkla anlattığı

Bunu 3-0 yenildiğimiz maçta sahada olup ataklarımıza geçit vermeyen bir Portekizli futbolcu da anlamış. 

Geçmişte Beşiktaş’ta da forma giydiği için bizi çok iyi tanıdığını düşündüğüm 41’lik delikanlı Pepe çok güzel özetlemiş: “Türkiye çok duygusal bir takım, tutkuyla oynuyorlar. Biz ise olgun bir takımız.” 

Pepe hiç Ters Yüz 2’ye filan girmeden, yazının başından beri giriş-gelişme-sonuç düzeninde anlattığım şeyi stoper soğukkanlılığıyla tek hamleyle anlatıvermiş: Türkiye çok duygusal bir takım. 

Pepe yorumu sahadakiler için yapıyor, ama taraftarlar daha da duygusal. Haliyle sahaya yansıyor.

Bu işler sosyal medyayla mı başladı? 

Bu işler sosyal medyayla başladı kolaycılığına da kapılmayalım. İnternetin ve sosyal medyanın öncesinde Oğuz Atay’ın günlüğüne not düştüğü şu cümlelere bakalım: 

Bana öyle geliyor ki biz çocuk kalmış bir milletiz ve daha olayları ve dünyayı, mucizelere bağlı, ‘myth’lere bağlı şekilde yorumluyoruz en ciddi bir biçimde. Aklı başında bir Batılının gülerek karşılayacağı ve bize ölesiye ciddi gelen bir şekilde. Bir başka nokta daha: Öyle bir yarım yamalaklığımız var ki, bizim dramımız, trajedimiz akıl almaz biçimde gelişiyor. Ayrıca bir trajedinin içinde olduğumuzun farkında bile değiliz. Çok güzel yaşayıp gittiğimizi sanıyoruz. İktidardaki adamlar da bu sanıyı bütün millet adına dile getiriyor. Birkaç aydın dışında bunu anlayan yok gibi. O aydınlar da sosyal birtakım sözler ediyor. Psikolojik yönü boşlukta kalıyor meselenin. İnsanlarımız bu kötü yaşantıyı dile getirmenin ‘muhalefet yapmak’ olduğunu sanıyor. Yapanlar bile ‘muhalefet yaptıklarını’ sanıyor bir bakıma. Aslında bir yanlış anlama olduğu halde, anlaşıp gidiyorlar. Bir ‘mış gibi yapmak’ tutturmuşlar; arabalar yürüyor ya, ekmek yapılıyor ya, iyi kötü suyumuz geliyor ya… Mesele yok. Bir taklit yapıyoruz ve Batıya bile kendimizi kabul ettirdiğimiz anlar oluyor (Bir futbol maçında yeniveriyoruz onları). Ya çocuksu gururumuz! Beğenilmezsek hemen alınıyoruz, Batılılara iftiralar ederek kendimizi temize çıkarmak için didiniyoruz.” (Günlük, 7 Ağustos 1970, İletişim Yayınları, 1987) 

Ne kadar kaygı, o kadar etkileşim

Oğuz Atay’a katılırız katılmayız ayrı. Bu satırları belki sağlığında kitap olarak yayınlamayı düşünmeyeceği günlüğüne 1970 yılında not düştüğünü de unutmamalı. 

Ancak Euro 2024’te bir galibiyet ardından gelen tek bir mağlubiyetle kopan fırtına ve birbirine düşme hali Atay’ın çocuk kalmışlık ve “psikolojik yönü boşlukta kalıyor meselenin” tespitlerine denk düşüyor bana kalırsa. 

Bu yazıyı gruptaki kader maçımız olan Çekya maçı oynanmadan yazıyorum. Ya devam deriz ve yeniden neşe, ana kumanda masasına hâkim olur ya da tamam deriz kaygı, öfkeyle koalisyon yaparak yeniden kontrolü ele geçirir. 

Bence her iki ihtimal de bu yazıda anlatmaya çalıştığım olgunun sağlaması gibi olacak. Evet, bu duygusallığımızın sosyal medyayla başlamadığını düşünüyorum ama sosyal medya bunun için müthiş bir amplifikatör (yükselteç) etkisi yaratıyor. Böyle zamanlarda bu iyice billurlaşıyor. 

Nihayetinde sosyal medya mantığın değil duyguların hâkim olduğu 1. Sistemimizin devreden çıkmaması (Kahneman’ı anarak) için tasarlanmış bir mekanizma. 

Anksiyete (kaygı) o duyguların içinde en görkemlisi kuşkusuz. Hep köşede bekliyor. Ne kadar kaygı, o kadar etkileşim, o kadar tıklama adeta. 

Montella’ya taktik veriyorum

Bu yazıdan sonra belki çarşamba gecesi Çekya zaferinin gölgesi ve zafer sarhoşluğu içinde üst turlar hesabı yapacağız. Belki de teknik direktörün kovulduğu, Futbol Federasyonu yönetiminin komple istifaya davet edildiği kaos ortamını yaşayacağız. 

Her iki durumda da bir şey değişmeyeceğini yukarıda söylemiştim. Sorunumuz tıpkı Ters Yüz 2 filminde anlatıldığı gibi. Yani neşe, üzüntü, korku, öfke, iğrenme ve ergenlikle onlara eklenen kaygı, utanma, kıskançlık ve sıkıntı ana duygularımız. 

Sağlıklı bir duygusal gelişim için hepsine dengeli oranlarda ihtiyacımız var ancak bunlardan herhangi birinin tüm kumandaya hâkim olması işleri karıştırıyor. 

İnsan bireysel olarak ergenlikte işte bu çelişkileri yaşıyor. Peki şu toplumsal ergenlik ne olacak? Ne zaman bitecek? Bitmesi hepimiz için daha hayırlı olmaz mı? 

Eğer bu yazı okunduğunda hala Euro 2024 maceramız sürüyorsa, teknik direktör Montella’ya önerim, kampta Ters Yüz 2’yi futbolcularla birlikte izlemesi olacak. 

Herkes taktik ve oyuncu tercihleri konusunda akıl verirken ben de eksik kalmayayım istemişim, çok mu? Araba ters yüz olmadan hep birlikte Ters Yüz 2’yi izlemeli. 

Ey Montella, bak son kez uyarıyorum, ben de bu ülkede futbol izleyen herkes gibi taktik dehasıyım, dinle beni.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.