Gazeteciliğin mantığında olayları yaşanırken anlamlandırmaya çalışmak gibi bir açmaz var. İnternetle birlikte bu açmaz daha da derinleşti. Sosyal medya bu anlamlandırma çabasını saniyelere sıkıştırarak, açmazımızı şahikasına vardırdı.
OpenAI CEO’su Sam Altman görevinden kovulduğundan bu yana, bu konuda acilen bir şeyler yazmam veya çıkıp bir yerlere konuşmam için üzerimde baskı hissederken bir kez daha düşündüm bunu.
Konu üzerine okudukça ve yeni okumalarımı zaten bildiklerimle karşılaştırdıkça anlıyordum ki, sakince kenardan izleyip perspektifi genişlettikçe bu konu biraz daha netleşecekti. Öyleyse bu baskıyı hızla üzerimden atmalıydım.
Hatta bu yazıyı yazmadan önce Twitter’ı kaydırınca karşıma Elon Musk’ın, eski OpenAI çalışanlarından gelen bir mektuptan söz ettiği bir paylaşımla karşılaştım. Musk, eski CEO Sam Altman ve kuruculardan Greg Brockman’ın geçmiş işten çıkarmaları ve ayrımcılıklarıyla ilgili araştırmaya değer endişelerden söz ediyordu. Anlaşılan bu konu daha çok su kaldıracaktı. Öyleyse biraz daha geriden takip ederek geleceğe dair fikir üretebilirdik.
Jorge Luis Borges ile 80 yaşında yapılan sohbetlerden oluşan Borges Sekseninde-Sohbetler (Türkçede: Can Yayınları, 2017, Orijinal dilde ilk basım 1982) kitabında, Borges gazeteciliğin bu açmazını biraz daha sert ifade ediyor:
“Ömrümde gazete okuduğumu sanmıyorum. Geçmişi bilebiliriz ama bugün bizden gizlenmiştir. Bugün, tarihçiler ya da kendilerine tarihçi diyecek romancılar tarafından bilinecek.”
İhtiyar abartmış biraz diyebilirsiniz. Hatta gazeteciyseniz, mesleğinizin varoluşuna karşı dümdüz gittiği için kızabilirsiniz de Borges’e. Ben biraz bu görüşün geometrik ortalamasını almaktan yanayım.
Basın tarihimiz üzerine eleştirel bir inceleme kitabı yazmak için arşivlerde dolaşırken (8 yıl önce yayımlandı) günlük düşünmenin zararları üzerine deneyim edinmiş, basınımızın o gün içinde bulunduğu durumun şifrelerinin geçmişte gizli olduğunu net bir şekilde görmüştüm. Açıkçası biraz içim soğumuştu böylece.
Bugün 8 yıl ileriden bakınca, kafam biraz daha berrak durumda. Hatta ana fikri aynı kalmakla birlikte, kitabın bazı kısımlarını daha farklı yazabilirim, o derece.
Korkmayın, OpenAI ve Sam Altman meselesine de o kadar gelecekten bakalım demeyeceğim. O konuyu biraz daha olgunlaşınca kendi perspektifimle yazarım elbette. Ayrıca bu sakinliğim gazeteciliğin mantığına tamamen ters. Kendimi hiçbir zaman gazeteci olarak tanımlamadığım için sorun yok.
Nihayetinde gazetecilik şimdiki zamanda olanları yakalayıp, geleceğe dair fikir verme işi.
Peki ya gelecek düşündüğümüz gibi ileride değilse?
Liverpool John Moores Üniversitesi’nden, Zaman Psikolojisi Profesörü Ruth Ogden bu durumu sorgulayan çalışmalar yapıyor.
“Geleceği hayal et, senin için nerede? Kendini ona doğru yürürken görüyor musun? Belki de arkandadır.” diye başlamış bir makalesine. Başlangıçta biraz lügat parçalamış gibi geldi ama ardından yazdıklarını okuyunca anladım ki, geleceğin ileride olduğunu düşünmek kültürümüzle ilgili bir durum aslında.
Ruth Ogden, söz konusu makalede, And Dağları’nda yaşayan Güney Amerika yerlisi Aymara halkından bahsediyor.
Aymara’lar geleceği arkalarında, geçmişiyse önlerinde olarak kavramsallaştırıyormuş.
Benzer bir eğilimin izleri, Fas’ta konuşulan Arapça lehçesi Darij’de de görünüyormuş. Darij lehçesinde de geçmiş önde, gelecek arkada tasavvur ediliyormuş.
Vietnamcada ve Mandarin dilinde de bununla ilgili kanıtlar varmış. Aynı şekilde Yeni Zelanda’da yaşayan Maoriler de zamanda ilerlerken dikkatin odak noktası gelecek değil, geçmişmiş. Bir Maori atasözü bunu şöyle özetliyor: Gözlerimi geçmişe sabitleyerek, geleceğe doğru yürüyorum.
İlerlemenin, değişimin, modernleşmenin önemini vurgulayan Batılı kültürlerde geleceğin ileride tasvir edilmesini garipsemiyor Ogden.
Ancak bu kavramsallaştırmanın dille birlikte belirdiği zamanlardaki iletişimin hızıyla, bugün içinde bulunduğumuz durum aynı değil.
Bilindiği üzere kültür, zaman ilerlerken biriken tortudur. Günümüzde o kadar şimdiki zamana ve onun hemen ötesine odaklıyız ki, bu tortunun oluşması için bir zemin kalmıyor. Bu da anlatısal bir çöküş yaratıyor.
İşte bu çöküşten uzaklaşmanın yolu da geçmişe bakarak geleceğe yürümekten geçiyor olabilir.
Bu anlatısal çöküşten bizi uzaklaşmak için gazeteciliğe ihtiyacımız var bana kalırsa.
Kim bilir bu perspektif, belki gazeteciliği yeniden ayağa bile kaldırabilir. “Hemen şimdi” veya “son dakika” gazeteciliğinden söz etmiyorum elbette. Sosyal medya akışının tersine kürek çeken bir gazetecilik bu.
Gazeteciliğin biraz yavaşlaması, gözlerini geçmişe sabitleyerek geleceğe dönmesi gerekiyor.
İçinde bulunduğu duruma da kendi kendine gelmiş değil elbette. Bu biraz, kurumsallaşmış gazeteciliği de yaratan ekonominin dinamikleriyle ilgili. Borsasından serbest piyasalarına yığınla nedeni var bugün geldiğimiz yerin.
Malum, insan hayatta yaşı ilerledikçe şerbetleniyor. İlk gençliğimde insanlığın en kötü dönemine denk geldiğimi düşünüp kaderime isyan ederdim. Bugün ilk gençliğini yaşayanlar da muhtemelen öyle düşünüyordur.
Şimdi şimdi anlıyorum ki bu tamamıyla tecrübesizlikle ilgili. “O kadar vaktim yok birader” diyorsanız, daha fazla tarih okumak iyi bir fikir olabilir.
Şair İsmet Özel’in geçmişteki bir konferans dizisinin güzel bir adı vardı, sonradan kitabının ismi de oldu: Toparlanın gitmiyoruz.
Tıpkı o hesap, “Toparlanın geleceğe geri dönüyoruz!” gibi bir motto lazım bugün bizlere de.
Çünkü başlangıçta yapay zekânın tehlike ve risklerine karşı bir vakıf olarak kurulan OpenAI’nin de teknoloji ve iktidar arasındaki ilişkinin de şifreleri geçmişte yani ileride gizli.
Şu an elimde olan Daron Acemoğlu ve Simon Johnson ortak çalışması İktidar ve Teknoloji (Türkçede: Doğan Kitap, Kasım 2023) kitabı da işte tam o bin yıllık mücadeleyi anlatıyor.
Teknoloji ve ilerlemeyi genellikle el ele yürüyen kavramlar olarak düşünsek de bu ilerleme her zaman toplumun yararını gözetmiyor.
İşte tarihin tam öyle bir geçiş dönemindeyiz şimdilerde. İleriye yani geçmişe bakarak anlamak ümidiyle.
YAYIN SONRASI NOT: Dün gece bu yazıyı yazdığım sırada, Sam Altman, OpenAI CEO’luğuna henüz dönmemişti. Türkiye zaman dilimine göre bu sabah saatlerinde, Altman’ın görevine geri döndüğünü öğrendik. Böylece ileriye doğru aceleci bir analiz yapmamakta ve sakin kalmakta haklı olduğum ortaya çıktı. Bu gelişmeyi, bu yazıda savunulan görüşlerin bir sağlaması olarak da görebiliriz. Bu beş günlük macera, elbette arka planıyla birlikte iyi bir şekilde analiz edilmeyi gerektiriyor ama bunu süreç tamamlanmadan yapmak hatalı sonuçlar verebilirdi. Yazıyı Sam Altman’ın geri dönmesi haberiyle eş zamanlı okuyacağınız için bunu özellikle not düşmek istedim.