“Yenidoğan çetesi” şüphelisinin sosyal medya profili, zamanımıza dair ne anlatıyor?

20 Ekim 2024

“Yenidoğan çetesi” olayını duymuşsunuzdur. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı kamuoyuna bu isimle duyurdu. Bir kelimeyle özetlemek gerekirse vahşet; birkaç kelimeyle özetlemek gerekirse korkunç bir vahşet. Bebek acil hastalarını önceden anlaştıkları özel hastanelerin yenidoğan ünitelerine sevk edip ölümlerine neden oldukları iddia edilen bir çeteden söz ediyoruz. 

Peki, neden bu çeteyle ilgili haberleri ve iddiaları okumaya bile dayanamazken şüphelilerden birinin kamuya açık sosyal medya hesabında epey vakit geçirdim? 

Çünkü bu hesap yeni medya ve insan davranış kalıpları üzerine iyi bir örnek ve bağlam sunuyordu. 

Epeydir üzerine yazmak istediğim bir mesele bu. Siz de fark etmişsinizdir. Ne zaman bu tarz olaylar olsa şüpheli ya da sanıkların çeşitli siyasetçiler, bürokratlar ve ünlülerle fotoğrafları çıkar. Hatta bir siyasi figürün çok fazla suçluyla fotoğrafının çıkması; stand-up gösterilerine, sosyal medya capslerine bile hiciv konusu oldu. 

Ancak bu kez “çok özel” bir örnekle karşı karşıyayız. İlk olarak bir savcıyı tehdit görüntüleriyle gündeme gelen, hemen ardından soruşturmada gözaltına alınan ve “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” ve “örgüt kapsamında kasten öldürmeye teşebbüs” suçundan tutuklanan Mustafa Kemal Zengin’in kamuya açık sosyal medya profilinden söz ediyorum.

Zamanımızın bir ‘kahramanı’

O hesaptan saçılan fotoğraflara belki siz de rastlamışsınızdır. Ben kimseyi töhmet altında bırakmamak için asla isim veya fotoğraf paylaşmayacağım. Böyle fotoğrafları paylaşarak hemen suçla, şüpheliyle veya suça yakınlıkla ilinti kurmayı da çok yanlış buluyorum. Herkesin cebinde kamerayla gezdiği çağda, ayaküstü ya da bir davette birileriyle çekilen fotoğrafların tek başına insanları şüpheli hale getirmeyeceğini düşünüyorum. 

Ancak söz konusu şüphelinin kültür sanat ve akademi dünyasından siyasi yelpazenin tüm uçlarına, muhalif ayırmaksızın namlı gazetecilere kadar inanılmaz bir ölçekte ‘birlikte fotoğraf arşivi’ var. 

Hatta yetmediği yerde photoshop’a başvurup bir dünya lideriyle kendisini yan yana getiren bir montaj yaptığını da gördüm. Bu yönüyle çok dikkat çekici. Öyle ki Türkiye’deki siyasi kutupların hiçbiri karşı tarafa yönelik bu fotoğrafları kullanamaz. Çünkü bu kişinin her taraftan insanla fotoğrafı var. Düğünde, cenazede, konferansta, yemekte… Her yerde ve her zaman olmuş Mustafa Kemal Zengin. Birlikte fotoğraf çektirdiği ünlü veya güçlü insanların hemen hepsini de “can dostum, sevgili dostum” gibi ifadelerle tanıtmış. 

Zaten sosyal medyayla birlikte bu “dostum” ifadesi çok aşındı. Dostluk iki kişi arasındaki özel paylaşımı ifade eden değil başkalarına gösterisi yapılan bir olgu haline geldi. Oysa benim bildiğim dostluk arkadaşlıktan bile öteydi ve başka bir şeydi. Kırk yılda bir görüştüğü insanı “can dostum” diye tanımlayanları hiç anlamam bu yüzden.

İmajdan TCK Madde 255’e uzanan yol

Tekraren yazıyorum, bu insanla fotoğraflarının olması veya onun tarafından “dostum” diye tanımlanmak insanları tek başına şüpheli yapmaz. Şüphe de suç da şahsidir. 

Benim derdim böyle insanların sosyal medya profilleriyle yarattığı atmosfer, daha çok. Burada, basit bir imaj oluşturma çabasından TCK Madde 255’de tanımlanan nüfuz ticareti suçuna kadar uzanan geniş bir ölçek var. 

Çoğumuzun alışkanlığı oldu: Yeni biriyle tanışınca, yanından ayrıldıktan sonra hatta bazen eş zamanlı olarak masa altından ilk yaptığımız iş sosyal medya hesaplarını incelemek, yani ‘stalklamak’ oluyor. 

İşte bu tip insanların da yıldızının parladığı an, o an olsa gerek. “Vay be, ben kiminle tanıştım şimdi” dememizi istiyor olmalılar ki profilleri ünlü ve güçlülerden bir sepet sunuyor. 

Çoğumuz arada bir konser sonrası, bir tiyatro oyunu kulisinde, partide vs. böyle ünlü insanlarla fotoğraf paylaşabiliriz; bu çok normal. Ancak tüm profilin bunun üstüne kurulması başka bir şey.

Ünlülere takıntılı hayranlık başka, nüfuz ticareti başka

Devamlı okurlar hatırlar. Geçen mart ayında bu köşede “Cenazede ünlü insanlarla fotoğraf çektirmek istemek densizlik, ama bilimsel bir açıklaması da olabilir” başlıklı bir yazı yazmıştım. 

Yazının çıkış noktası Şener Şen’in cenazede kendisiyle fotoğraf çektirmek isteyen birine sert tepki göstermesiydi. Şener Şen’i haklı bulmuş, ama bu davranışın nedenleri üstüne de düşünmeyi denemiştim. Psikolojideki “dehşet yönetimi kuramı” bunun için bir açıklama olabilirdi. Çünkü biz insanlar öleceğimizi bildiğimiz için dehşete kapılıyor ve sonrasında bu dehşeti yönetmeyi öğreniyorduk. Siyasi görüşler, fanatik taraftarlık, hayata anlam arayışı hep bununla ilgiliydi. İşte ünlülere olan takıntılı hayranlık da bunun sonuçlarından biriydi. O yazıda ünlülere olan takıntılı hayranlığın ölüm korkusunu azaltmasıyla ilgili bir bilimsel çalışmaya da referans vermiştim.

Bu olay ve bu yazıyla birlikte konunun başka bir yönündeyiz. Bu kez elimizde olayın “nüfuz ticareti” boyutu var. 

Bu kişinin bir savcıyı tehdit görüntüleriyle gündeme gelmesi ve tutuklanması sosyal medyanın da bu işlere nasıl zemin sağlayabileceğini göstermiş oluyor. 

Zaten Mustafa Kemal Zengin’in de geçmişte böyle bir davası olmuş. “Bak, ben çok önemli, nüfuzlu biriyim, inanmazsan sosyal medya hesabıma bak” alt metni var burada.

Sosyal medya profili insana dair ne anlatmalı?

Tüm bunları gördükten sonra başka bir soru akla geliyor: Bir insanın sosyal medya hesabı ona dair ne anlatmalı? Yaptığı işleri mi sergileyip paylaşmalı, yoksa sadece kendi fotoğraflarını mı? Ünlüler geçidi mi olmalı yoksa yenen, içilen, gezilen yerlerin seçkisi mi? 

Cevabınız muhtemelen “hepsinden az biraz” olacaktır. 

Peki bunun kamusallaşma sınırı nedir? Hesaplarımız sadece arkadaşlarımıza mı açık olmalı yoksa potansiyel arkadaş hesabıyla herkese mi? Algoritmalar yüzünden arkadaşlarımızı zor gördüğümüz akışta çok özel bir şeyi kamuya açık paylaşmanın motivasyonu nedir? 

Hepimizden uzak olsun, hasbelkader tutuklanacak bir şey yaşadınız ve hesabınız açık kaldı diyelim. Ardınızda bıraktığınız kamuya açık paylaşımların o an anlattığıyla paylaştığınız zamanlar anlattığı bir olur mu? 

Aniden önemli bir göreve atanma, seçilme ve bir nedenle bilindik biri olma durumlarında da aynısı geçerli. Kimimiz sosyal medya profillerini ve paylaşımlarını çok önemsemiyor olabilir. 

‘Yenidoğan Çetesi’ davasında tutuklu Mustafa Kemal Zengin’in kendini de paylaşımlarını da çok önemsediği kesin.

Ben ne düşünürsem düşüneyim, bugün tutuklu şüphelinin profilinden sızan fotoğraflar, hatta sık fotoğraf çektirdikleri çoğu insana başka bir şey anlatıyor. Tanımadığımız, az tanıdığımız veya şüphe ettiğimiz insanlarla fotoğraf çektirmeye o kadar da hevesli olmamalıyız belki de. 

Çünkü sosyal medya, bir bakıma, eskiden “fişlenme” diye adlandırılıp çok uzak durulan bir davranışı bugün herkesin bile isteye yapması demek. 

Bu yeterince tuhaf değilmiş gibi, bir de “suç işleme ihtimali olan biriyle fotoğrafım çıkar mı” korkusu eklendi yeni endişeler arşivimize.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.