Yunan tanrılarından Orta Asya Türklerinin tanrılarına, oradan Hristiyanlık ve İslâma kadar bütün inanış biçimlerinde benzerdir; yaratılırken insan, Tanrı r u h u n u kulağına üfleyiverir. O şekilsiz canlıdan insanın doğuşu böyle olur. Ruh bu anlamda B e n d i r . Özne olarak B e n . Eski Yunancadaki P s y c h e d e n Arapça N e f s e kadar insan ruhu, canlıyı cansız varlıktan ayıran tek şey olduğu düşünülen s o l u k l a , nefesle özdeş olmuştur. İnsanı diğer canlılardan ayıran özellik olarak ruh – zaman zaman kafa karışıklığıyla tin – vurgulanmıştır üstüne basa basa. İnsanı insan yapan şey!
Büyük Alman filozofu Kant’a göre felsefenin temel sorusudur, “İnsan nedir?” – “Was ist der Mensch?” Psikoloji ve psikiyatri de felsefenin haylaz çocukları olarak biri s a ğ l ı k l ı ruhun, diğeri y o l u n u k a y b e t m i ş ruhun ne olduğuyla, eğrisiyle doğrusuyla insanın ne olduğuyla ilgilidir.
Peki 21. yüzyılın insanı, ruhu ne menem bir şeydir? Nietzsche’den ödünç alarak s o n i n s a n diyebilir miyiz artık ona? Yoksa aslında yine Nietzsche’yle devam edersek sadece s ü r ü i n s a n ı mı? Toplumun dekadansa uğrayan değer yargılarıyla var etmeye çalışan kendini, hayatı-nı ve ruhsallığını, v ü c û d i y e t i n i ? Her ikisi de farklı farklı insanlarda ve dahi aynı insanda var sanırım.
Psikoterapiden biliriz ki, birileri ben ben diyerek dolanıyorsa ortada, her cümlesine ben diye başlıyorsa bahsettiği B e n d e n pek de emin değil demektir. Gerçekten var-olan ve memnun olunan şeyden çok söz etmez çünkü insan. Zaman gibi örneğin. Zamanın hızlı ya da yavaş geçtiğini hissediyorsanız bir sorun var demektir. Yavaş geçen zaman hayatı dolu dolu yaşayamadığınız hissiyatına sahip olduğunuz anlamına gelirken, zamanın hızlı geçmesi de hayatı kaçırdığınız duygusuyla cebelleştiğinizi düşündürür.
21. yüzyıl insanı durmaksızın ben ben diye bağıra bağıra etrafta dolaştığına, sosyal medyada B e n yerine bedenini ya da s a h i p olduğunu varsaydığı ş e y l e r i sergilediğine göre ortada pek de ciddiye alınacak B e n diye bir şey kalmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ruh dediğimizde de anlamamız gereken B a t ı K a p i t a l i z m i n i n R u h u olsa gerek. S o n i n s a n ya da s ü r ü i n s a n ı n ı n gazı kaçmış sönük bir balon gibi rüzgâra kapılıp sağa sola savrulan ve bir türlü yükselemeyen ruhu…
Batı kapitalizmi deyince artık global bir sistemi anlamamız gerektiğini vurgulamak gereksiz olsa gerek. Çin de Japonya da artık Batılı anlamda kapitalist ülkeler. Ve diğerleri de biziz, artıklarla beslenen, çöp karıştıran yoksul ülkeler ve onların insansıları…
Soninsan – artık kısaca böyle diyelim – henüz farkına varmamış da olsa başka bir insanı doğurmalı küllerinden. Bir P h o e n i x gibi. Edip Cansever’in o muhteşem şiirinde söylediği gibi:
“Kim ne derse desin ben bugünü yakıyorum
Yeniden doğmak için çıkardığım yangından.”
Yangını biz çıkarmadık ama y a n a n b i z i z , yangını çıkaranlar değil. Kovid, şeriat ya da bir alın yazısı gibi insanın geleceğini belirleyeceği iddia edilen yapay zekanın tuzakları yalanlarının küllerini üstünden silkerek doğmak zorunda y e n i i n s a n !
Yeni insan, yalnızca bedensel hazların ve ihtiyaçların peşinde koşarak mutlu olabileceği yanılgısından hızla çıkmalıdır. Sahip olmak ve tüketmek üzerine kurulu bir hayatın, bedeni aşırı doyuracağını ama v ü c û d u n u açlıktan öldüreceğini bilmelidir. Bedenin ruh aracılığıyla vücuda geldiğini ve onun, yani vücûdun uzayda yer kaplayan bir nesne değil, ancak zihinde var-olabilen bir kavram olduğunu y e n i d e n anımsamalıdır – yeniden evet, çünkü bunu bize felsefe o kadar uzun süre söyledi ki, yalnızca eski metinlere bakmak yeterli anımsamak için. Öte yandan, ruhun da beden aracılığıyla r u h s a l bir var-olana dönüştüğünü ve duyularla algılanan bir özne haline geldiğini.
Y e n i – İ n s a n ı n kulağına ruhunu üfleyecek olan yine kendisi olacak ama; bunu iyice bilmeliyiz. Çünkü Nietzsche’nin daha 19. yüzyılın sonlarına doğru söylediği gibi, “Tanrı öldü ve onu biz öldürdük!” Bunu yapabilmek ancak felsefeyle mümkün gibi duruyor. İnsanı vücûdiyeti içinde anlamaya çalışarak. Bir laboratuvarda deney hayvanının yapıp ettiklerini açıklamaya çalıştığımız gibi değil. Husserl’in p a r a n t e z e a l m a adını verdiği, bütün önyargılarımızdan sıyrılarak, insana, yani kendimize, ama kendimizin bizi biz yapan yanına bakabilmeli ve onu olduğu gibi, nasılsa öyle, o haliyle anlama gayreti içinde – gayreti diyorum, çünkü Jaspers’ın da dediği gibi bir insanı bütünüyle anlayabilmemiz mümkün değildir – yeni bir yorumla Y e n i – İ n s a n ı tanımlamalıyız.
Bu bir iki adım geri çekilmenin içine önyargısız bakışın yanı sıra Batı kapitalizminin esiri olan ve şimdi elimizde yalnızca külleri kalmış E s k i – İ n s a n ı belirleyen bütün değerlerin sorgulanması ve Nietzsche’nin dediği gibi yeni değerlerin yaratılması gerektiğini unutmamalıyız.
Nietzsche’nin Übermensch – Üstinsan – olarak tanımladığı, aramızda zaman zaman varolan, hep de varolmaya devam edecek olan, durmadan acı çeken ve acılarına rağmen kahkahalar atıp dans edebilen t r a j i k i n s a n . Ancak yeni bir eğitim sistemiyle varolabilecek Yeni-İnsan o olacak!
Yeni bir r u h , yeni bir v ü c û d , yeni d e ğ e r l e r ve yine yeni bir b a ş l a n g ı ç !