Bu dizi 29 Ekim 1923’te Meclis’te cumhuriyet ilan edilmesine giden 100 günün öyküsünü anlatıyor ama zaman zaman bu öykü içinde o 100 günün öncesine ve sonrasına sıçramak gerekiyor.
Bu sıçrayışların sebebi, o 100 günde yaşananları tam olarak kavramaya yardımcı olmak amacıyla yapılıyor. Çünkü Cumhuriyet ilanı, Mustafa Kemal ve yakın çevresinin, uzun zamandır kendilerine muhalif gördüğü bir çevreden kopuş hamlesi aslında.
Bu hamleyi tam olarak anlayabilmek için Mustafa Kemal’in Nutuk’ta çok ağır bir dille eleştirdiği ve suçladığı o muhalefetin aslında ne olduğunu ve ne istediğini de anlayabilmek lazım.
Yıllarca Atatürk’ün yakın çevresinde duran, omuz omuza Kurtuluş Savaşı’nı veren o bir grup insanın 1924 yılının Kasım ayının sonunda nihayet bir muhalefet partisi içinde örgütlenmeye karar vermelerini aktarmıştık. Dün de Mustafa Kemal’in bu partiyi nasıl gerici ve hain gördüğüne dair Nutuk’ta söylediklerini aktardık.
Şimdi bazı kurucularının aradan yıllar geçtikten sonra yazdıkları anılarında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı ve amaçlarını nasıl anlattıklarını aktaracağız.
Bu konuda en çok yazıp çizen ve konuşan isim, Atatürk’ün ta Harbiye yıllarından yakın arkadaşı Ali Fuat Cebesoy. Cebesoy, İzmir Suikastı davasında da yargılanmış bir isim ama kısa sürede Atatürk’le dostluğunu yenilemiş, öldüğü güne kadar da Atatürk’ün yakınında olmuş bir önemli kişi.
Cebesoy, Osman Selim Kocahanoğlu tarafından yayına hazırlanan, onun ölümünden sonra bulunan bazı notları ve verdiği kimi söyleşilerden oluşan ‘Bilinmeyen Hatıralar’ adlı kitapta Turgut Etingü’nün Hayat Tarih dergisinin Şubat 1965 sayısı için kendisiyle yaptığı bir mülakatta gelen soru üzerine TCF’yi şöyle anlatıyor:
Cumhuriyetin ilânından sonra, benim nokta-i nazarım, teşekkül edecek olan partilerden birinin başında değil, bütün partilerin üstünde Atatürk’ün bulunacağı düşüncesiydi. Halbuki Atatürk memlekette hakikî bir reform ve kalkınma yapacak bir fırkanın (parti) başında bulunmayı çok arzu ediyordu. Bu isteğini yerine getirdi. Cumhuriyet Meclisi’nde yalnız onun fırkası vardı. Atatürk gibi tarihî bir lidere karşı hiç kimse fırka teşkil etmeye cesaret edemiyordu. Bu yüzden, hükümet Meclis murakabesinden (denetiminden) mahrum kalmıştı. Bu durum çok devam edemezdi. Düşündük; memlekete son bir hizmet daha ifa edebilmek için, o zaman işgal ettiğimiz mühim mevkileri bırakarak, sırf Büyük Millet Meclisi’nde murakabe durumunda kalmak şartıyla ‘Cumhuriyet’ namını verdiğimiz bir fırka teşkil ettik. O zamanki Cemiyetler Kanunu mucibince, hariçte teşkilatı olmayan bir fırka teşkil edilemezdi. Biz de, yalnız İstanbul’da bir teşkilât yaparak, Cumhuriyet Fırkasını kurduk. Meclis’ten bize 80 kadar mebus gelmek istediyse de, bizim hedefimiz iktidara geçmek değil, bilâkis murakabede kalmaktı. Bunun için 38 kişi ile iktifa ettik. Bu 38 kişi aynı zamanda bilâ kaydu şart, Atatürk prensiplerini kabul etmiş kimselerdi. Halk Fırkası, anlamadığımız bir sebepten ötürü, bu isim altında fırka teşkil edilemiyeceği hakkında bir kanun çıkarttı ve kendisine ‘Cumhuriyet Halk Fırkası’ adını verdirdi. Pek tabidir ki bunun üzerine biz de ‘Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ ismini aldık.
Cebesoy, aynı kitapta kendi kaleme aldığı bir yazıda şöyle diyordu:
Gazi’nin Millî Mücadele arkadaşları, elbette Cumhuriyeti arzu etmişlerdir. Esasen 23 Nisan 1920’de açılmasını olanca güçleriyle çalışarak temin ettikleri Büyük Millet Meclisi ile, Cumhuriyetin temelini kimler atmıştı? Gazi ile etrafındaki bu arkadaşları değil mi? O hâlde, bu arkadaşların Cumhuriyet taraftan olup olmadıklarını düşünmek dahi abesti. Hiç kimse bizzat temelini attığı şeyin aleyhtarı olamaz. Bunu akıl kabul etmez. Fakat biz, Karabekir, Rauf, Doktor Adnan, Refet ve diğer eski arkadaşlar, ‘Cumhuriyet’ dediğimiz bu rejimin, gerçek bir Cumhuriyet yâni Demokrasi ve Partiler Cumhuriyeti olması lâzım geldiği kanaatinde idik. Yeniler ise, bizim bu kanaatimize karşı, ‘Hayır’ diyorlardı. ‘Cumhuriyet ilân edildi. Şimdi yapacağımız inkılâp var. Partiler birden fazla olursa, parti kavgalarıyla inkılâplar kolay yapılamaz. Onun için, Gazi’nin etrafında temel parti halinde toplanıp, bu rejimi devam ettirmek lâzımdır.’
Bunların asıl maksatları Gazi’nin eski arkadaşlarını tazyik ile gücendirip susturarak, yanından uzaklaştırmaktı. Biz, işte bu vaziyet karşısında: Mademki kimse murakabeye, tenkide yol açılmasını istemiyor, hattâ cesaret edemiyor. O hâlde, Gazi’nin eski arkadaşları bu cesareti göstererek bu vazifeyi yapmalıdırlar. Çünkü mecliste hiç olmazsa iki partinin bulunuşu inkılâp hareketlerine asla mâni olamaz. Nihayet işte bu maksatla, Meclis içindeki ve dışındaki arkadaşlar bir araya gelerek, ilk muhalefet partisini kurmuşlardır. Biz Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kurmakla iktidara gelmek istemiyorduk. Bunu açıkça söyledik. Ne iktidara gelmek, ne de Gazi’yi iş başından uzaklaştırmak istiyorduk. Bizim istediğimiz, iktidara gelenlerin, idareyi, murakabesiz bir vaziyette çocuklaştırmamaları idi. Bunun için ve sade bu maksatla, Meclis içinde, bir muürakabe sistemi kurmamız lâzımdı. Nitekim bütün parti grubumuz otuz dokuz kişiden ibaret iken, bize katılmak isteyen birçok mebusları kabul etmemiştik. Ve Meclis dışında da her taraftan vuku bulan müracaatlara rağmen, yalnız İstanbul’da parti teşkilâtı kurduk. İktidara gelmek maksadı olan bir parti ise, elbette bütün memleket dahilinde teşkilât yapardı. Biz yalnız İstanbul’da yapmakla, iktidara gelmek niyetinde olmadığımızı fiilen de isbat etmiş olduk. Gözümüz çoğunlukta değil, özde, murakabe maksadında idi. Biz, bu üç düzine seçkin arkadaşlar, istediğimiz murakabeyi mükemmelen yapabilirdik. Ve bunu yapmamıza imkân verilmiş olsaydı, gerçek demokrasi hayatımızın gelişmesi ve olgunlaşması bakımından memleket hesabına kazancımızın ne olacağının tayinini tarihe bırakıyorum.