Ali Fuat Cebesoy, Kurtuluş Savaşı’nın en önemli isimlerinden biri. Mustafa Kemal’le tanışıklığı ve yakınlığı Harbiye sıralarına kadar gidiyor. 1918’de Mustafa Kemal’in birlikte Anadolu’ya çıkma planı yaptığı kişilerden belki en önemlisi, çünkü Atatürk’ün Samsun’a ordu müfettişi olarak gönderilmesinde büyük rolü var.
Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında, Anadolu’da Mondros Mütarekesi sonrası zor bela korunmayı başarmış iki kolordu var, bunlardan birinin komutanı.
Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç metni kabul edilen Amasya Tamimi’ni kaleme alanlardan biri. Daha Meclis açılmamışken bir yandan Anzavur isyanları, bir yandan Düzce isyanları gibi iç isyanları bastırmış, Batı Cephesi komutanlığına getirilmiş olan önemli bir kişi.
Ama Mustafa Kemal’le arası açılıyor. Bu ara açılmasının tam sebebi son derece tartışmalı.
Mustafa Kemal’e göre Ali Fuat Paşa Gediz Savaşı nedeniyle yaşanan yenilgiden ve daha önemlisi Çerkes Ethem’in kontrol altına alınamamasından ötürü başarısız.
Ali Fuat Cebesoy’a göre ise kendisi Gediz Savaşında başarılıydı, Çerkes Ethem’e esas cesaret veren ise Mustafa Kemal’in kendisiydi. Mustafa Kemal’le arasını sonradan Ankara’ya gelenler (İsmet Paşa’yı kastediyor) açmıştı.
Bu tartışmaya yakından bakmak, Cebesoy gibi bir ismin gözden düşüşünü öğrenmek, Cumhuriyet tarihi bakımında önemli.
Önce Gediz savaşı.
Yunan ordusu 1920 ortalarında Batı Anadolu’da saldırıya geçti ve önemli ilerlemeler kaydetti. Bursa ve Uşak elden çıktı, Batı Cephesi karargahını Eskişehir’e taşımak zorunda kaldı. Ancak bu saldırıdan sonra Yunan ordusu durdu ve cephe hareketsizleşti.
Tabii Batıda alınan bu yenilgiler Meclis’te moralleri çok bozdu, bazı milletvekilleri bazı alt düzey komutanların cezalandırılmalarını istedi, Mustafa Kemal bu cezalandırmalara karşı çıktı.
Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa bu yenilgilerden bir süre sonra Ankara’ya, Yunan ordusunun geniş ve uzun cephede seyreldiğini, Gediz’de bulunan bir Yunan tümeninin yalnız kaldığını, Gediz üzerine bir saldırı düzenleyebileceğini söyledi.
Gediz saldırısı: Başarı mı yenilgi mi?
Mustafa Kemal, Nutuk’ta şöyle anlatıyor:
İşte bu sıralarda idi ki, Batı Cephesi Komutanı, Genel Kurmay Başkanlığı’na, Ethem ve Tevfik kardeşlerin etkisiyle olduğu sanılan bir teklifte bulundu: “Yunan ordusunun Gediz yakınında bulunan bağımsız bir tümenine saldırmak!..” (….)
Genelkurmay Başkanlığı, Batı Cephesi Komutanlığı‘nın bu teklifini kabul etmedi. Çünkü düşman ordusu genel durumu itibariyle bizim ordumuzdan daha kuvvetli idi. Biz, daha ordumuzu kurmuş ve düzene sokabilmiş değildik. Cephane miktarı da, ağırdan almamızı gerektiriyordu. Bütün cephe kuvvetlerimize başvurarak ve az çok üstün bir kuvvet toplayarak, Gediz’de düşmana karşı hızla bir başarı kazanmak belki mümkün olabilirdi. Fakat kuvvetlerimiz ve hazırlığımız, böyle bir başarıyı genel ve sonuç aldırıcı bir başarıya götürmeye elverişli değildi. O halde, bütün işe yarayan kuvvetlerimizi, sınırlı ve geçici bir başarı elde etmek için kullanmış ve yıpratmış olacaktık. Bu takdirde, düşman bütün kuvvetleri ile bir karşı saldırıya geçerse, her tarafta yenilgi kaçınılmaz olurdu. Bundan dolayı da, cephenin ve Hükûmet’in şimdilik ordu teşkilâtını genişletmek ve sayısını arttırarak cepheyi kuvvetlendirmeye çalışmak gerekiyordu. Memleketin ölüm kalım meselesi demek olan Batı Cephesi’nde, özel ve sınırlı düşüncelere kapılmak doğru bulunmuyordu.
Genelkurmay Başkanı bu Gediz saldırısının yapılmamasında ısrar etti. Batı Cephesi Komutanlığı ile haberleşme yoluyla anlaşamadı. Bizzat Ankara’dan, Eskişehir’deki Batı Cephesi Merkezi’ne gitti. Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa ile Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa’nın bu görüşmeleri sonunda, Ali Fuat Paşa durumu yerinde bir daha inceledikten sonra karar vermek üzere hareketi ertelemiştir. Fakat, birkaç gün sonra, Cephe Komutanlığı‘nca gönderilen rapordan, saldırıya karar verildiği anlaşılmıştır.
Efendiler, o günlerde bu saldırı lehinde, her tarafta ve Meclis’te müthiş bir propaganda yapılıyordu.
“Düşman Gediz’de tek başınadır. Biz onu orada yok ederiz. Parlak bir durum ortaya çıkar. Zaten Yunan Ordusu kaçmaya hazırdır” sözleriyle, Gediz saldırısının gerekli olduğu, neredeyse genel bir kanaat haline getirilmek isteniyordu.
Sonunda, Batı Cephesi Komutanı 61. ve 11. Tümenler ve Kuvve-i Seyyareler’le 24 Ekim 1920’de Gediz’deki düşmana saldırdı.
Efendiler, dalgalı, disiplinsiz, emir ve komutasız bazı hareketlerden sonra, bildiğiniz üzere, Gediz’de yenildik.
Yunan Ordusu, bu harekete cevap olmak üzere, 25 Ekim 1920 günü Bursa Cephesinden saldırıya geçti. Yenişehir’i ve İnegöl’ü işgal etti. Uşak’tan, Dumlupınar sırtları ilerisinde bulunan birliklerimize saldırdı. Birliklerimiz, Dumlupınar sırtlarına kadar çekildi.
Böylece Efendiler, cephenin her tarafında yeniden genel bir yenilgiye uğradık.
Ali Fuat Cebesoy kendisi hayattayken bazı hatıra kitaplarını (Milli Mücadele Hatıraları – 1953, Moskova Hatıraları -1955, Siyasî Hatıralar- 1957 ve Sınıf Arkadaşım Atatürk- 1967) yayınladı. Ancak onun 1968’deki ölümünden sonra, 2001’de bir kitap daha yayınlandı. Bu kitap, Cebesoy’un daha önce kendisinin yazıp da yayınlamadığı notlarından ve başka yerde yayınlanmamış bir kapsamlı söyleşisinden oluşuyordu.
İşte ‘Ali Fuat Cebesoy’un Bilinmeyen Hatıralar’ adını taşıyan bu kitapta, Cebesoy’un Atatürk’e bir hayli eleştirel yaklaştığı ve Mustafa Kemal’in Nutuk’ta kendisine yönelttiği suçlamaları yanıtladığı görülüyor.
Cebesoy, Gediz savaşında yenilgi yaşandığını kabul etmiyor, aksine düşmanın hareket tarzını önceden tahmin edip ordulara kendisinin çekilme emri verdiğini söylüyor. Cebesoy’a göre Gediz savaşı hem ordunun hem de milletin maneviyatı açısından önemli idi. Yine Cebesoy’a göre o sırada Atatürk dahil Ankara bir ümitsizlik içindeydi. Cebesoy’un şu cümleleri ilginç:
Bundan evvelki bahiste siyaset-i dâhiliyemiz hakkında arz-ı malûmat edilirken denmişti ki, zaaf ve vehme düşen Hey’et-i İcraiye bir aralık ifratperverler gibi kendi kuvvetlerimize itimad etmemeye başlamıştı. Bunun neticesi olarak bolşeviklerin fiilî müzaharetini temin edebilmek için Üçüncü Enternasyonale merbut bir Türk Kominist Partisi’nin teşkiline müsaade etmişti.
Cebesoy’a göre Ankara’da ümitsizlik o boyuttaydı ki, başkentin Ankara’dan Sivas’a taşınması hazırlıklarına başlanmıştı. Gerçekten de Cebesoy bu konuda dönemin Genelkurmay Başkanı İsmet İnönü’den aldığı bir telgrafı da kitabında yayınlıyor. Cebesoy’un yayınladığı bir başka telgraf, Mustafa Kemal’in Komünist Partisi’nin kurulmasına neden lüzum gördüğüyle ilgili.
Cebesoy’un şu paragrafı, Atatürk’e cevap vermesi bakımından önemli:
Düşmanın Bursa ve Uşak gibi kuvvetli yığınakları ihmal edilerek onun zayıf olan Gediz müfrezesine karşı cür’et ve sür’atle yapılacak bir taarruzun umumî vaziyet ve hareket üzerinde bir tesiri olamayacağı iddia ve tenkid edilmiş olsa bile düşman cephesinin zaif bir noktasına ansızın tevcih edilmiş olması itibariyle ve o vakitki malûm olan vaziyet ve halet-i ruhiye de göz önüne getirilecek olursa hasmın maneviyatı üzerinde fena ve kendi maneviyatımız üzerinde iyi bir tesir yapacağı şüphesizdi. Ezcümle öyle de olmuştu.
Cebesoy’un Gedil saldırısını haklı kılmak için dile getirdiği bir başka gerekçe şu:
Gediz taarruzunu icap ettirmiş olan siyasî ve askerî sebeplerin üstünde diğer mühim bir sebep daha vardı: O da şekl-i hükümetin değiştirildiği ve inkılâbın devam ettiği bir zamanda yeni idare namına teşkil edilmek istenilen ordunun, esir Halife ve Padişaha karşı isyan etmiş olan milleti gûya tedib maksadıyla Anadolu içerisine girmiş olan Yunan ordusuna karşı vatanı müdafaa ve bu uğurda muharebe etmesi zamanı çoktan hulûl etmiş bulunuyordu. Filvaki Gediz taarruzu yapılmazdan önce, bazı küçük müdafaa muharebeleri yapılmıştı. Fakat bunların hiç biri yeni ordunun yeni idareye sadık kalarak haricî düşmana karşı bütün şiddet ve fedakârlıkla harbetmesini temin edemezdi. İşte mühim olan bu tecrübeyi yeni orduya yaptırabilmek ve buna bütün azm ü imaniyle muharebe ettirebilmek kabiliyetini verebilmek için en müsait zamanın Gediz’deki münferit düşman piyade fırkasını yalnız yakalaya bilmek ve buna taamız etmek olduğu şüphesizdi.
Cebesoy savaşta yenildiğinden hiç söz etmiyor, tam tersine 26 Ekim günü çektiği telgrafa Mustafa Kemal’in bir kutlama telgrafıyla cevap verdiğini, Meclis’te de sevinç gösterileri yapıldığını söylüyor. Ama bütün cephe boyunca hareket eden Yunan ordusu karşısında taktik anlamda geri çekildiğini kabul ediyor.
Ali Fuat Cebesoy, Çerkes Ethem taraftarı mıydı?
Gelelim ikinci önemli ayrılık noktası olan Çerkes Ethem konusuna…
Çerkez Ethem ve ona bağlı Kuvva-yi Seyyare adı verilen güçler, düzenli ordu değil bir çeşit milis gücü. Mustafa Kemal, Nutuk’ta bu güçlerin varlığından hoşlanmadığını ve ülkeyi kurtarma konusunda onlara güvenmediğini defalarca söylüyor. Çerkes Ethem ve kuvvetlerinin kendilerini olduklarından daha önemli görüp örneğin isyan bastırmak için gittikleri Yozgat’ta Mustafa Kemal için ‘Onu da Meclis’in önünde asacağız’ dedikleri Atatürk’ün de kulağına gidiyor ama o bu güçlere o sırada ihtiyacı olduğunu düşündüğü için bu tehditleri alttan almayı tercih ediyor.
Mustafa Kemal’in Nutuk’ta anlattığına göre Ali Fuat Cebesoy’a Kuvva-yı Seyyare’yi ‘atlı jandarma’ haline dönüştürüp kesin emir komuta ve kural altına alması, bu arada düzenli orduyu kuvvetlendirmesi talimatı veriliyor. Ama Cebesoy bunu ağırdan alıyor.
Cebesoy ise tam tersi fikirde. Ona göre o düzenli orduyu kurmaya ve güçlendirmeye çalışırken Mustafa Kemal ve Ankara’daki hükümet savaşın ancak ‘gerilla savaşı’ ile sürdürülebileceği fikrinde. Ali Fuat Cebesoy bu kitabında Çerkes Ethem’in daha isyan etmezden bir yıl önce yazdığı üç mektubu birden yayınlıyor. Mektuplarda Ethem’in ileride isyan edecek derecede güvenilmez biri olduğu net biçimde görülüyor. Cebesoy bu sebeple Ethem’e hiçbir zaman güvenmediğini uzun uzun anlatıyor. Ama anlaşılan o ki Atatürk’ün bu mektuplardan haberi hiçbir zaman olmamış.
Cebesoy’un ima bile etmeden doğrudan söylediği şu: Mustafa Kemal ümidini ‘Yeşilordu’ya bağlamıştı ve Ethem birlikleri de Yeşilordu’nun kendisiydi.
Şu yazdıkları önemli:
Etem’in Adapazarı’nda arkadaşlarının teşvikiyle yazıp göndermek istediği mektuplar meselesinden sonra müfrezesinin daha çok inzibat ve inkiyad altına alınmasını zarurî görmekle beraber mezkûr müfrezenin tedrici bir surette muntazam bir kıt’a haline gelmesine karar vermiş ve aynı zaman da bu müfrezeden hiç bir kimsenin Ankara’ya gitmemesini muvafık bulmuş ve ona göre tedbirler almış ve tatbikine başlamıştım. Maatteessüf Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti mezkûr müfrezeyi bana malûmat vermeksizin Eskişehir’den Ankara’ya celbetmişti.
Garp Cephesi Kumandanlığı teessüs ettikten sonra tekmil Millî Müfrezeler ya lağvedilmiş veyahut muntazam ordu teşkilâtı gibi idare leri tanzim ve temin edilmişti. Halbuki Ankara’dan avdet edip tekrar Garp Cephesi emrine girmiş olan Etem müfrezesi Ankara’dan almış olduğu bazı gayrı resmî selâhiyetlerle kendisinin ve müfrezesinin muamele ve idaresinde daha çok istiklâl ve selâhiyet sahibi olmak istediği anlaşılmıştı.
Ankara’ya Kuvva-yı Seyyareci kılığında geliyor
Mustafa Kemal ise Gediz savaşı sonrasında kesin kararını verir, Ali Fuat Paşa’yı cephe komutanlığı görevinden alacak ve onu Moskova’ya Büyükelçi olarak gönderecek, bu arada İsmet Paşa’yı Batı Cephesi Komutanı yapıp ona Kuvva-yı Seyyare’nin düzenli orduya dönüştürülmesi talimatını verecektir. Nutuk’tan aktarıyoruz:
Efendiler, 8 Kasım 1920’de, Fuat Paşa Ankara’ya geldi. Karşılamak için bizzat istasyonda bulunuyordum. Paşa’yı omuzunda bir filinta olduğu halde Kuva-yı Millîye kıyafetinde gördüm. Batı Cephesi Komutanı’na bu kıyafeti benimseten düşünce ve zihniyet akımının, bütün Batı Cephesi üzerinde ne kadar etkili olduğunu anlamak için artık tereddüde yer kalmamıştı. Onun için Fuat Paşa’ya, kısa bir görüşmeden sonra, alabileceği yeni görevi söyledim. Memnuniyetle kabul etti. Aynı günün gecesi, İsmet ve Refet Paşaları da davet ederek yeni durumu ve görevlerini kararlaştırdık. Kendilerine verdiğim kesin direktif: “Hızla düzenli ordu ve süvari birlikleri meydana getirmekten” ibaretti. Böylece, 1920 yılı Kasımının sekizinci günü, “düzensiz teşkilât fikir ve siyasetini yıkma kararı” faaliyet ve uygulama alanına konulmuş oldu.
‘Hayır, hiçbiri doğru değildir’
Atatürk, ‘Moskova büyükeçiliği teklifini memnuniyetle kabul etti’ diyor ama Ali Fuat Paşa o kadar da memnun olmamış aslında. Bakın hatıralarında bu olayı nasıl anlatıyor:
Eskişehir’den trenle Ankara’ya hareket ederek mutaddan fazla bir merasim ve kalabalıkla istikbal edilmiştim. Mustafa Kemal Paşa hazretleri de hazır bulundukları halde Hey’et-i Vekile azasının ekserisi ve bir çok mebus arkadaşlarımız istikbalime gelmişlerdi.
İstikbal merasiminin fevkaladeliği nazar-ı dikkatimden kaçmamıştı. Tren tevakkuf eder etmez derhal trenden inmiş ve trene doğru ilerlemekte olan Mustafa Kemal Paşa ile Hey’et-i Vekile azasına ve zevat-ı saireye ihtiyarî zahmet buyurduklarından dolayı arz-ı teşekkür etmiştim. Merasim kıt’asını teftiş ettikten sonra Mustafa Kemal Paşa’nın göstermiş oldukları arzuya binaen beraberce vagona kadar gelinmiş ve vagona çıkarak burada ikimiz yalnız kalmıştık. Bu esnada istikbalime gelmiş olanlarla merasim kıt’ası oldukları yerlerde kalmışlardı. (….)
Trenin salonunda Mustafa Kemal Paşa ile olan konuşmamız çok devam etmemişti. Paşa bir kaç saniye içerisinde kendisine mahsus nezaket tavriyle hal ve hatırımı sorduktan sonra Moskova’ya Hariciye Vekili Bekir Sami Bey’in riyasetinde gitmiş olan hey’etin muvaffak olamayarak avdet etmek üzere olduğunu ve Hey’et-i Vekilece acizlerinin Rus Sovyet Hükümeti nezdine Büyükelçi tayin kılınmak istendiğini söyledi ve hükümetimizle Rus hükümetinin bir an evvel münasebet tesisi hususundaki ehemmiyeti tebarüz ettirdi. Binaenaleyh Millî Hükümeti en iyi temsil edebilecek bir zatın Moskova’ya gitmesi lâzım geldiğini ve kendisinin meclis riyasetinden infikâkı (ayrılması) mümkün ve caiz olmuş olsaydı bu vazifeyi memnuniyetle alabileceğini de söylemişti.
Bu sebepten Büyükelçilik vazifesini ancak bana tevdi edebileceğini ve binaenaleyh tarafımdan tereddüd edilmeksizin bu vazifenin kabul edilmesini benden istemiş ve cevabımı beklemekte olduğunu söylemişti.
Ankara’ya çağrılmazdan önce benim fazla iğzab edilerek istifaya mecbur edilmem, çağrıldıktan sonra da istasyonda yapılan istikbalde gösterilen garabet ve gayrı tabiilik ve Moskova elçiliği vazifesine atfedilmek istenen ehemmiyet derecesi ne olursa olsun Mustafa Kemal Paşa’nın beni memleket dışarısına çıkarmak istemesi gibi hususlar aşikâr olarak göstermişti ki, şahsıma karşı sebep yokken bir samimiyetsizlik ve belki de siyaseten bir emniyetsizlik başlamıştı. Fakat bir çok defalar göstermiş olduğum feragatlerden sonra da rakip telâkki edilebileceğimi hiç bir vakit hatırıma getirmemiştim.
Yukarda beyan edilen konuşma tarzımız üzerine derhal cevap vermeyi muvafık bulmamış ve evvelemirde devam etmekte olan bu gayr-ı tabiilik ve gayr-ı samimiliğe bir nihayet verilmesini düşünerek Mustafa Kemal Paşa’ya müsterih olmalarını ve istirahat buyurmalarını ve nihayet bir saat içerisinde kendilerini istasyondaki ikametgâhlarında gelip ziyaret edeceğimi ve bu esnada pek tabii olarak muvafakat cevabımı bildireceğimi söylemiştim. Mustafa Kemal Paşa’nın bu sözlerim üzerine evvelâ tereddüd ettiğini hissetmiş isem de sonra tarz-ı hareke timi muvafık bularak istasyondaki ikametgâhlarına çekilmiş ve istikbalciler de dağılmışlardı.
Bu sayede vagonumda yalnız kalabilmiş ve tahaddüs etmiş olan yeni vaziyet ve şartları düşünmeye vakit bulabilmiştim. Bir müddetten beri, maatteessüf Ankara muhitine arız olduğunu duyduğum zaaf ve emniyetsizliğe bir de şahsî idare zihniyetinin inzimam etmeye başlamış olduğu ve her şeyin bu zihniyetle idare edilmek istendiği anlaşılmıştı. (….)
O tarihlerde içinde yaşadığım şart ve vaziyeti bu günkü görüşümle tetkike kalkışacak olursam Moskova Büyükelçiliğine nakil ve tayinimin Ankara – Moskova münasebetlerine ifa edebileceğim hizmetin sebep olmadığı ve bilakis memleket haricine çıkarılmaklığım fikrinin hakim olduğu görülür. Ve sonraları bu memleket dışına çıkarılmaklığıma da türlü türlü şekiller verilmek istendiği anlaşılır. Gûya ben muntazam olmayan askerî teşkilâta taraftarmışım, muntazam bir ordunun teşkili ve kuvvetli bir disiplinin taraftan değilmişim, sevk ü idarede aczim varmış, şunun ve bunun tesiri altında kalıyormuşum, Gediz taarruzunu Eteni’in telkinatına tabi olarak yapmışım, Etem’e karşı zayıfmışım, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye’nin emirlerini dinlemiyormuşum………ilah. Hayır, hayır, bunların hiçbirisi doğru değildir.
Ali Fuat Cebesoy, Mustafa Kemal’le arasındaki siyasi ayrılığa rağmen bir siyasi hırs peşinde koşmadığı için İzmir Suikastı davasında idamla yargılanmış bile olsa kısa süre için Atatürk ile arasındaki kişisel dostluğu yeniden tazeledi ve Atatürk ölene kadar da onunla görüşmeye devam etti.