66. Gün
23 Eylül 2023
Cumhuriyet'e 100 Gün
Lozan Antlaşmasından 29 Ekim’e günbegün yaşananlar
Atatürk, ömrünün son yıllarında eski dostlarıyla yeniden barışmak, gönül almak istiyordu

Atatürk’ün eski dostları Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Refet Bele gibi isimler izmir Suikasti davasında idamla yargılanmış, Atatürk 1927’de okuduğu Nutuk’ta bütün bu isimlerle ilgili sert eleştiriler dile getirmişti. Atatürk, 1935’ten itibaren eski dostlarıyla barışma yolları aradı.

Atatürk, ömrünün son yıllarında eski dostlarıyla yeniden barışmak, gönül almak istiyordu

Mustafa Kemal, kendi siyasi biyografisi saymak gereken Nutuk’u 1927 yılında okudu.

Nutuk’un bir yerinde ‘Millî Mücadele’ye beraber başlayan arkadaşladan bazıları, millî hayatın bugünkü Cumhuriyete ve Cumhuriyet kanunlarına kadar uzanan gelişmelerinde, kendi fikir ve ruh yeteneklerinin kavrayış sınırı bittikçe bana karşı direnişe ve muhalefete geçmişlerdir’ diyor.

Burada kastettiği başlıca isimler, Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele.

Bu dört isim, birlikte 1924’te ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. Parti, Şeyh Sait isyanıyla ilan edilen Takrir-i Sükun kanunuyla 1925’te kapatıldı. Bu isimler 1926’daki ünlü İzmir Suikasti davasında da tutuklandılar, idamla yargılandılar ama beraat ettiler. (Rauf Orbay yurt dışında olduğu için tutuklanmadı ve yargılanamadı.)

Mustafa Kemal, 1927 yılında, olayların sıcağı sıcağına olduğu bir dönemde okuduğu Nutuk’ta bu dört isim için de son derece ağır ifadeler kullanıyor, onların saltanat ve hilafet meraklısı, Cumhuriyet düşmanı olduklarını anlatıyor. Ali Fuat ve Refet Paşalar için askeri anlamda yetersiz olduklarına dair uzun izahatlar yapıyor.

Fakat aynı Atatürk, önce ilk gençliğinden beri arkadaş olduğu Ali Fuat Cebesoy ile barışıyor, ardından da diğer üç isimle de barışma yolları aramaya, onların gönlünü almaya çalışıyor.

Ali Fuat Cebesoy’un ‘Siyasi Hatıralar’ adlı kitabından geniş bir alıntı yapıyoruz:

Atatürk, vatanın kurtuluşu için beraberce çalıştığı arkadaşlarıyla dargın kalmak istemezdi. Benim de emelim ve temennim bunun husul bulmasıydı. Bahsettiğim arkadaşlar Hüseyin Rauf Bey (Orbay), Kazım Karabekir ve Refet Paşalardı. Milli Mücadele’nin başlangıcından beri Atatürk’ün en yakın yardımcıları olan bu üç değerli arkadaş, benim gibi, ifratçıların entrikaları yüzünden Atatürk’le dargın vaziyete gelmişti.

Ben, hiçbir tarafın arzu etmediği bu vaziyetten kurtulmuş, Atatürk’ün samimiyetine yeniden girmiştim. Şimdi bütün emelim Atatürk’le arkadaşlarımız arasında eski samimiyetin yeniden teessüs edebilmesi idi. Esasen arada karşılıklı hürmet, vefakarlık, sadakatten hiçbir şey eksilmemişti. Arkadaşlarımın Atatürk’e karşı hürmet ve itimatlarının devam ettiğini çok yakından biliyordum. Bu karşılıklı arzuyu hisseden bir kimsenin bunun husulüne çalışması kadar tabii bir şey olamazdı. İşte ben daima bu hisle fırsat kollamıştım. Fakat Atatürk’ün etrafını almış olan ifratçıların ihtiras ve kinlerini yenmenin kolay bir şey olmadığını biliyordum. Buna rağmen ümitle çalışmaktan vazgeçmemiştim.

Refet Paşa, 1935 senesinde münhal olan İstanbul mebusluğuna kendiliğinden namzetliğini koymuştu. Atatürk bu tasvip ve kendisine yardım etmişti. Refet Paşa bu suretle İstanbul mebusu olmuştu.

Refet Paşa, mebus olması üzerinden hayli zaman geçtiği halde Atatürk’le görüşememişti.

Bir gece Ankara Palas Oteli’nde verilen kostümlü bir balo münasebetiyle otele gelen Atatürk, Refet Paşa ile görüşmek için tavassutuma lüzum görmüş, beni evimden acele otele çağırtmıştı. Otelin en alt katında bulunan paviyonun orta kısmında, bir kenarda uzunca bir masada oturuyordu. Bu masanın karşısına düşen dans mahallinin dışında küçük bir masada Refet Paşa yalnız bulunuyordu.

Atatürk bana Refet paşayı göstererek, ‘Onun masasına gidiniz ve kendisine tarafımdan şampanya ısmarlayınız ve ikiniz de kadehlerinizi kaldırarak beni içmeye davet ediniz. Ondan sonra ben, ikinizi masama davet edeceğim’ dedi. Gazi’nin arzusunu yerine getirdim. O da ikimizi masamıza davet etti. Atatürk, sağında Sabiha Hanımın sağına Refet Paşa’yı oturtarak geceyi onunla samimi surette geçirdi.

Atatürk, uzun müddet memleket dışında kaldıktan sonra 5 Temmuz 1935’te İstanbul’a dönen Hüseyin Rauf Bey’den bir kaç defa sitayişle bahsetmişti. Hatta bir gece onun memlekete dönmesi münasebetiyle bahsetmişti. Hatta bir gece onun memlekete dönmesi münasebetiyle duyduğu memnunluğu göstermek için rakı içilirken şampanya ısmarlamıştı.

Bundan bir müddet sonra bir gede sofrada, yanında oturduğum esnada bana doğru eğilerek ‘Rauf da senin gibi, aynı şartla aramızda bulunamaz mı’ demişti. Bu sözlerinden Rauf’a karşı bir tahassür duyduğunu hissettim. Rauf Beyle birlikte arzusunu yerine getirmeye çalışacağımızı söylediğim vakit yüzünde gördüğüm sevinç alameti hala hatırımdadır.

Alicenap olan Atatürk’ün bu insani hareketleri daimi surette hafızamda kalacaktır.

Cebesoy hatıralarında da yazıyor, Rauf Orbay zor bela Ankara’ya gelmeye ikna oluyor ama Recep Peker dahil CHP bürokrasisi devreye giriyor, Rauf Orbay ile Atatürk’ün görüşmesi mümkün olmuyor.

Cebesoy’un hatıralarında bir de Kazım Karabekir’le görüşememe olayı var. Onu da aynen aktarıyoruz:

Dolmabahçe Sarayında 1936 senesinde açılan Milletlerarası Tarih ve Dil Kongresi münasebetiyle Atatürk bir gün Kazım Karabekir Paşa’yı hatırlayarak bana ‘Karabekir Paşa maarif, dil ve tarihle meşgul olmuş bir arkadaştır. Niçin kongreye gelmiyor? Ben ona bir davetiye göndereyim, siz de kendisine tarafımdan hususi surette davet edildiğini söyleyiniz’ demişti.

Bu arzularını hemen yerine getirmek üzere harekete geçmiştim, bu vesile ile görüşebileceklerini çok ümit etmiştim.

Kazım Karabekir Paşa, gönderilen hususi davetiyeyi memnuniyetle almış ve Erenköy’deki evinden benimle Dolmabahçe Sarayına gelmiş, kongreye iştirak etmişti. Fakat o tarihlerde Paşa, ailesinin arzusu üzerine hariçte geç vakitlere kadar kalmayıp zamanında evine dönmeyi adet edinmiş olduğu için sarayda geç vakitlere kadar kalmayıp dönmeye mecbur bulunuyordu. Atatürk ise Karabekir Paşa’nın kongrenin kapanacağı saate kadar kalacağını tahmin etmiş ve Paşa’yı kongreden sonra serbest bir vakitte yanına çağırabileceğini düşündüğü için kongre müzakerelerinin devamı esnasında yanına çağırmayıp yalnız selamlaşmışlardı.

66