68. Gün
25 Eylül 2023
Cumhuriyet'e 100 Gün
Lozan Antlaşmasından 29 Ekim’e günbegün yaşananlar
Atatürk ve dostlarını ayıran olayların başlangıcı için Mustafa Kemal ‘Başarısızlığa uğrayan büyük komplo’ demişti

Mustafa Kemal ile Milli Mücadeleye birlikte giriştiği Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele gibi isimleri birbirinden tamamen kopartacak olayların ilki, bu isimlerin 1924 Ekim ayı sonunda askerlikten istifa etmesiydi.

Atatürk ve dostlarını ayıran olayların başlangıcı için Mustafa Kemal ‘Başarısızlığa uğrayan büyük komplo’ demişti

Atatürk ile Milli Mücadeleyi birlikte başlattığı yakın arkadaşları Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele gibi isimleri birbirinden ayrı düşüren neydi?

Bu yazı dizisinde sık sık bu konunun çeşitli boyutlarına bakıyoruz. Mustafa Kemal, 1927’de okuduğu Nutuk’ta bu isimler için son derece sert ifadeler kullanıyor. Ama aynı Mustafa Kemal’in 1935’ten itibaren bu isimlerle yeniden barışmaya, onların gönlünü almaya çalıştığı da biliniyor.

Bu yazı dizisi Cumhuriyet’in ilanına giden 100 günü anlatmayı amaçlıyor ama Mustafa Kemal ile yakın dostları arasındaki ayrılık süreci aslında çok daha uzun bir zamana yayılıyor ve bu ayrılığın nedenleri tam olarak bilinmediği için, ayrılığın etkileri bugün dahil 100 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca da hissedilmiş bir şey.

Bu ayrılıkta önemli dönüm noktalarından biri, 1924 yılı Ekim ayı sonlarında, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin daha birinci yılı kutlanırken yaşananlar. Bu yaşananları Atatürk Nutuk’ta, ‘Başarısızlığa uğrayan büyük komplo’ olarak görüyor.

Önce yaşananları anlamaya çalışalım:

26 Ekim 1924’te Kazım Karabekir, bir süredir yürütmekte olduğu 1. Ordu Müfettişliği görevinden istifa eder, Meclis’e milletvekili olarak dönmek ister.

Bundan 4 gün sonra, 30 Ekim’de bu kez merkezi Konya’da olan 2. Ordu Müfettişi Ali Fuat Cebesoy bu görevinden istifasına dair bir yazı yazar, o da milletvekili olarak Meclis’e dönmek istemektedir.

Burada sözü Mustafa Kemal’e bırakalım.

Efendiler, milletvekilliğinden istifa etmiş olduğunu Meclis Başkanlığı‘na bildiren Refet Paşa’nın da istifasının, Rauf Bey tarafından geri aldırıldığını öğrenmiştim. 

Dumlupınar’da yapılan törenden sonra Bursa ve Karadeniz kıyıları ile Erzurum dolaylarında devam eden birbuçuk aylık bir geziden sonra, 18 Ekim’de Ankara’ya dönmüştüm. Birçok milletvekili arkadaş ve başkaları tarafından karşılanmıştım. Karşılayıcılar arasında, Ankara’da bulunan Rauf ve Adnan Beyleri görmemiştim. Oysa, dargınlık belirtisi sayılabilecek böyle bir hareketi beklemiyordum. 

Efendiler, bir komplo karşısında bulunduğumuzu anlamakta bir saniye bile şüpheye düşmedim.

Mustafa Kemal’e göre ‘komplocular’ en azından bir yıldan beri hazırlanıyorlardı ve nihayet harekete geçmişlerdi. 30 Ekim günü, Atatürk, Ali Fuat Cebesoy’un Konya’dan Ankara’ya geldiğini öğrenir, Nutuk’ta anlattığına göre arkadaşı Cebesoy’u akşam yemeğe davet eder ama Ali Fuat Paşa gelmez. Nutuk’ta, ‘Geç vakte kadar beklediğim halde gelmedi. Kendisini aratırken öğrendim ki, Fuat Paşa Ankara’ya gelince, İstasyon’da Rauf Bey tarafından karşılanmış; Millî Savunma Bakanlığı‘na uğradıktan ve bazı arkadaşlarla kısa görüşmeler yaptıktan sonra, Genelkurmay Başkanlığı‘na gitmiş’ diye yazıyor. (Ali Fuat Cebesoy anılarında yemeğe gitmemesini davetin kendisine ulaşmaması olarak anlatıyor, ‘Ankara’da isteseler kolayca bulabilirlerdi’ diyerek Atatürk’ün ‘çevresi’ni suçluyor.)

Devamını yine Atatürk’ten okuyalım:

O günün akşamı, yemeğe beklediğim Fuat Paşa gelmedi. Fakat, Başbakan İsmet Paşa ve Millî Savunma Bakanı Kâzım Paşalar geldiler. 

Çok kısa bir görüşmeden sonra, komploya karşı tutulacak yol kararlaştırıldı. 

Derhal telefonla, aynı zamanda milletvekili olan, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretleri’nden, Meclis Başkanlığı‘na milletvekilliğinden istifa ettiğini bildirmesini rica ettim. Bu düşüncesini Millî Savunma Bakanı‘na daha önce bildirdiğini zaten öğrendiğim Paşa, ricamı hemen yerine getirdi.

Sadece Fevzi Çakmak’la yetinmez Mustafa Kemal, aynı zamanda milletvekili de olan bütün ordu komutanlarına ve üst düzey subaylara bir telgraf çeker, hepsinin milletvekilliğinden istifasını ister.

Atatürk’ün bu talimatına İzmir’deki 1. Kolordu Komutanı İzzettin (Çalışlar) Paşa, Balıkesir’deki 2. Kolordu Komutanı Ali Hikmet (Ayerdem) Paşa, Pangaltı’daki 3. Kolordu Komutanı Şükrü Naili (Gökberk) Paşa, Adana’daki 5. Kolordu Komutanı Fahrettin (Altay) Paşa anında uyarlar ve istifalarını Meclis’e gönderirler.

Ama Diyarbakır’daki 3. Ordu Müfettişi Cevat (Çobanlı) Paşa ile yine Diyarbakır’daki 7. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar (Eğilmez) Paşa Mustafa Kemal’e direnirler ve milletvekilliğinden istifa etmez, en sonunda silahlı kuvvetlerden istifa ederler.

Yine Nutuk’tan okuyoruz:

Efendiler, aynı zamanda milletvekili olarak bulunan Genelkurmay Başkanı ve komutanlar, orduda siyasetle ilgili unsurların bulunmasındaki sakıncayı anlayarak, bu yoldaki teklifimi iyi karşıladıktan ve bana fiilî olarak güvenlerini gösterdikten sonra, Cevat ve Cafer Tayyar Paşaların müfettişlik ve komutanlıkta kalmaları uygun görülemezdi. Bu bakımdan, derhal askerî görevlerine son verildi. Yerlerine, gerekenler tayin edildi ve durum Millî Savunma Bakanlığı‘nca bütün orduya bir genelge ile bildirildi. 

Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşa’lara, Millî Savunma Bakanlığı‘nca bir emir gönderilerek, askerî görevlerini yerlerine atanan şahıslara usulüne göre devir ve teslim ettikten ve sonucu da bildirdikten sonra, Meclis’teki yasama görevlerine başlayabilecekleri bildirildi. Bu durum, Başbakan tarafından resmen Meclis Başkanlığına da yazıldı. 

Meclis’e girmiş olan Kâzım Karabekir ve Fuat Paşalar, Meclis’ten çıkarıldı. Fuat Paşa, askerî görevinin devir ve teslim işleri için yeniden Konya’ya gitti. Kâzım Karabekir Paşa, Sarıkamış’tan kendi yerine gelecek olan komutan göreve başlayıncaya kadar Meclis dışında kalmaya mecbur edildi. Milletvekilliğinde kalmak isteyen iki komutanın ordu ile ilgisi kesildi. Böylece, komplo düzenleyenlerin Meclis’e ve kamuoyuna karşı ordu ile yapmak istedikleri blöf meydana çıkarıldı.

Mustafa Kemal, erken dönem Cumhuriyet tarihin bundan sonra izleyeceği yola yön veren önemli olayını böyle anlatıyor. Peki masanın öteki tarafındakiler ne diyor?

Kaynaklardan biri Kazım Karabekir’in Günlük’leri. Bazı ilginç kayıtlar var bu Günlük’lerde. Örneğin 30 Ağustos zaferinin 2. yıl dönümü gününe, 30 Ağustos 1924’e ilişkin kayıt. Kazım Karabekir de kutlamalar için Dumlupınar’a gelmiştir:

Ankara ve İstanbul ’dan trenler gelmiş. Gazi’nin vagonuna yaver Salih seslenerek çağırdı. Bir meyhane hâlinde, lâ-dini ve lâ-ahlâki. Memleketten bahsettim. ‘Lâzımdır’ dedi. Merasim 2 sonrada oldu. Hazırlanmış birtakım methiyeler okundu. Bir takım bendeler matbuat namına, muallimler namına, avukatlar namına… ilh. diye gaziyi methettiler. Erkân-ı Harbiye Reisi İstiklâl harplerinden bahsetti. Fakat yine Şark’tan hiç bahis yok. Bu merasim intizamsızdı. Misafirlere neferler haşin muamele yapıyorlardı. Muallimler namına Nüzhet Haşim isminde bir genç gazeteci riyakâr beyanatta bulunurken, muallimler namına züldür diye sözler işitiliyordu. Avukatlar namına diye Muhittin Baha (Sabık Bursa Mebusu) Gazi’yi medh ile milleti nankörlükle itham ediyordu! Trene dönüşte Fevzi Paşa’ya riyakârlıkları acı protesto ettim ve hem…ler kendi biraz hakikati söyleseydi. Gazi bile trende görüşürken bir aralık “Millet nasıl isterse öyle olur!” dedi. Benim müfârekatımdan sonra ise kumandanlara demiş: Millet falan hepsi laf.

Günlüklerinde sık sık görüyoruz, Kazım Karabekir, bu özel notlarında Mustafa Kemal’e karşı hep eleştirel.

Burada Ali Fuat Cebesoy’un hatıralarına geçeceğiz. Cebesoy 30 Ağustos 1922’den hemen 10 gün sonra, İzmir’in kurtuluşu törenlerinin ardından ilginç bir buluşmayı anlatıyor:

Eylülün 9 uncu günü ikinci kurtuluş yıldönümü töreninde bulun­mak üzere İzmir’e gitmiştim. Evlenmek için izinle İzmir’e gelmiş olan Karabekir Paşa da merasime katılacaktı. Hüseyin Rauf Bey de, Paşa’nın düğününe dâvetli idi. 

O gün de, Rauf’un annesinin Karşıyaka’daki evinde üçümüz birleşmiş, hayli dertleşmiştik. Rauf, Ankara’da gizliden gizliye hafiyelik ve jurnalcilik hissedildiğini, bazan gelen mektupların açıldığını, mem­leketin hayrı namına konuşan mebusların derhâl haysiyetine, iyi niye­tine her nevî tecavüzde bulunulduğunu, serbest tenkit olmadıkça Millî Hâkimiyet de olamıyacağını söyledi. 

Kâzım Karabekir Paşa da, Rauf Bey’in anlattıklarını teyit ettik­ten sonra, ‘Bende de mektuplarımın açıldığı şüphesi çoğalmıştır. Millî Mücadele Erkânına karşı husumet ilân edilmiş gibi bir vaziyet vardır’ dedi. Ben de mektuplarımın açıldığından şüphe ettiğimi söyledikten sonra dedim ki: 

‘Millî Müdafaa Vekâleti, yanımda bulunan müfettişlik mütehassıslarının teftişlerine mânî olmak için harcırah faslında para kalmadı gibi cevaplarla, seyahate çıkmamıza engel oluyor. Yine Millî Müdafaa Vekâletinin verdiği emirle, bizde Konya’da da jurnalcilik başlamıştır.’ 

Nihayet Rauf Bey: ‘Meclisten ayrılmanıza rağmen, sizlerin de Mecliste kalan bizler gibi, suizan altında bulunduğunuz anlaşılıyor. Cumhurreisinin tarafsız bir hakem vaziyetine geçip geçmeyeceği hak­ kında bir şey diyemem. Fenalığın önüne Meclisin geçmesi ihtimali var­ dır’ deyince, Kâzım Karabekir de şu fikri ileri sürdü: 

‘Şüphe altında, Ordu Müfettişliğinde çalışmayı çok güç görüyo­rum. Bütün arkadaşlar Meclise toplanırlarsa, kısmen olsun fenalıkların önüne geçilebilir kanaatindeyim.’ 

O günkü konuşmamız, Meclis açılıncaya kadar beklemek kararı ile sona erdi.

Görüyorsunuz, Mustafa Kemal ‘komplo’ ararken çok da haksız değil sanki.

Burada ilginç olan Kazım Karabekir’in Günlük’lerinde bu toplantıdan hiç söz etmemesi. Ama Karabekir’in mektupları meselesi önemli. Bakın 22 Eylül 1924’te Günlük’üne ne yazıyor:

İzmir ’den mektuplarımın çalındığını Milli Müdafaa Vekâleti’ne şikâyet ettim. Cevabı istifamdan sonra 12 Teşrinisani’de geldi. Tahkikat müspet bir netice vermemiş! Kimler namına hangi postaneye teslim edildiği soruluyor. Bazı arkadaşların evvelce açılırken şimdi çalındığını ve şikâyete aynı cevap verildiğini gördüm.

Karabekir, 12 Ekimde Ankara’da. Günlük’ünde bir önemli olay var. O sırada Diyarbakır’daki 7. Kolordu komutanı Cafer Tayyar (Eğilmez) Paşa, bugünkü Hakkari’de yaşanan Nasturi isyanını oldukça sert yöntemlerle bastırmakta. Ordu büyük bir varlıkla Hakkari’ye girmiş, Cafer Tayyar Eğilmez, Musul’u İngilizler’den geri almak için de harekat planlarını yapmış, Ankara’dan emir bekliyor. Karabekir ise buna şiddetle karşı, ‘İngilizler’le savaş çıkar’ diyor.

Karabekir’in 12 Ekim 1924’te Günlük’üne yazdıkları:

Erkân-ı Harbiye Reisi ’ni ziyaret ettim. Nasturi hareketini bir süvari ve bir piyade fırkası yapmış. Bir piyade fırkası da ihtiyata gelmiş. Neden ordulara harekâtı daha önceden bildirmediniz dedim. Dahili mesele dedi! Dedim: Ne diyorsunuz, bu Musul hareketinin başladığı dahili mesele dahi olsa ordu müfettişlerini bu gibi harekât vukuunda değil daha evvel fikirlerini bile almanız lâzımdır. Nitekim İngilizler ültimatom verince telaşla beni İstanbul ’dan istediniz. Münasip bir cevap bulamadı. İtimadımız olmasaydı sizi terfi ettirmezdik gibi bir garibe savurdu. 

Esasen terfi müddetim geçtiği ve Garp cephesinde ikişer rütbe alındığı ve benim müddetim geldiği hâlde karar Kars’ın zaptından gibi terfiim meselesini de açarak her hususta bana karşı haksız yere alınan vaziyeti bir daha protesto ettim. 

Musul hareketi İngilizlerle bir harbe yol açacağından buna mâni olunmasını ısrar ettim. M. Kemal Şark’tan birkaç güne kadar dönüşünde görüşürüz dedi.

Nitekim Atatürk, 18 Ekim’de Ankara’ya geri dönüyor. Yine Karabekir’in Günlük’ünden okuyoruz:

Gazi şark seyahatinden geldi. Otomobil ile karşılayacaktım. Ayrancı yolunda karşılaştık. Otomobilden indi, elimi sıktı. Kısaca sordum. Nasturilerin tedibinde “Asileri Londra’ya kadar takip edeceğiz!” tarzında emir verildiğini ve İngilizlerle harbi göze aldıklarını hayretle öğrendim. Bunun felâket olacağı hakkındaki beyanatıma Mustafa Kemal gülümsedi!

Bu noktada Mustafa Kemal’e ve Nutuk’a geri dönmekte fayda var. Atatürk’e göre ‘komplo’ bir yıl öncesinden başlamıştı. Nutuk’tan okuyoruz:

Bir yıl öncesinden, yani Rauf Bey’in Hükûmet Başkanlığı’ndan çekildiğinden beri, Rauf Bey, Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa, Refet Paşa ve diğerleri arasında bir düzen düşünülmüştür. Bunda başarı sağlayabilmek için, orduyu ele almak gerekli görülmüştür. Bu maksatla, Kâzım Karabekir Paşa, 1. Ordu Müfettişliği’ne atandıktan sonra eski komutanlık bölgesi olan doğu illerinde dolaşırken, Ali Fuat Paşa da politikadan hoşlanmadığını ve bundan sonra kendisini askerlik mesleğine vermek istediğini ileri sürdü. Rütbesi yükseltilerek 2. Ordu Müfettişliği’ne gitti. 3. Ordu Müfettişi olan Cevat Paşa’nın ve bu müfettişliğe bağlı kolordunun komutanı olan Cafer Tayyar Paşa’nın da bu tertibe katılabileceğini düşündüler. Bir yıl, ordular üzerinde kendi görüşlerine göre çalıştılar ve orduları kendi görüşlerine çekip kazandıklarını sandılar. İstifalarından önce, bazı komutanların kendileriyle birlikte hareket etmelerini sağlamaya çalıştılar. Bu bir yıl içinde, Cumhuriyet’in ilânı, Hilâfet’in kaldırılması gibi işlerimiz, ortak düzen sahiplerini bir birine daha da yaklaştırarak birlikte hareket etmelerine yol açtı. İşe politikadan başlayacaklardı. Bunun için uygun an ve fırsatı bekliyorlardı. Siyasî alanındaki ve ordudaki hazırlıklarını yeterli görüyorlardı. Gerçekten de Rauf Bey ve benzerleri, Parti içinde korumayı başardıkları durumlarıyla, Meclis’in tatil dönemine rastlayan aylarda, üyeler üzerinde ve yeni seçimde başarı kazanamayan İkinci Grup mensupları aracılığı ile bütün memlekette milleti aleyhimize kışkırtmak üzere çalışma fırsatı buldular. Memleket içinde gizli gizli teşkilâtlanmaya başladılar ve faaliyetlere de giriştiler. İstanbul’da Vatan, Tanin, Tevhid-i Efkar, Son Telgraf, Adana’da Abdülkadir Kemalî Bey tarafından çıkarılan Tok Söz gibi gazetelerle birleştiler. Bu gazetelerle, bize karşı imzasız yazılarla saldırıya geçtiler. Memleket kamuoyunda genel bir karışıklık yarattılar. 

Hakkâri bölgesinde, ordumuzla Nasturî Ayaklanmasını bastırmaya çalıştığımız bir sırada, İngiltere de, Hükûmet’e bir ültimatom verdi. Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırdım. İngiliz ültimatomuna bilindiği şekilde cevap verdik. Harp ihtimalini göze aldık. 

İşte, sözünü ettiğimiz kimseler, bu sıkıntılı günlerde ve bir yabancı devletin bize hücum edebileceği zamanda, kendilerinin de bize saldırarak hedeflerine kolaylıkla varabilecekleri hayaline kapıldılar. Savaşa hazır bir durumda bulundurmaya mecbur oldukları ordularını başsız bırakıp, daha önce sevmediklerini söyledikleri politika alanına koştular. 

68