70. Gün
27 Eylül 2023
Cumhuriyet'e 100 Gün
Lozan Antlaşmasından 29 Ekim’e günbegün yaşananlar
Atatürk’ün ‘Büyük komplo’ adını verdiği olayları bir de İsmet Paşa’dan dinleyelim: Ordu kimin elindedir, anlaşıldı

Cumhuriyet daha birinci yaşına girmek üzereyken Ankara’da yaşanan büyük siyasi kopuşu, o kopuşun üzerinden 40 yıldan fazla zaman geçtikten sonra İsmet Paşa da anlatmıştı.

Atatürk’ün ‘Büyük komplo’ adını verdiği olayları bir de İsmet Paşa’dan dinleyelim: Ordu kimin elindedir, anlaşıldı

Cumhuriyet’e 100 Gün’de iki gündür Mustafa Kemal Atatürk ile bazı yakın arkadaşlarını ayıran en önemli kopmadan, 1924 yılı ekim-kasım aylarında yaşanan olaylardan söz ediyoruz. Bugün ve yarın aynı olayları bir de İsmet Paşa’nın kaleminden okuyacağız.

Şöyle söylemek mümkün: Kurtuluş Savaşı’nın büyük kahramanları içinde anılarını en son kaleme alan isim İsmet İnönü oldu. Bu savaşa ve ardından Lozan’a, sonra Cumhuriyet’in kuruluşuna giden dönemin en içeriden tanıklarından ve olayları bizzat yapan isimlerden olan İsmet Paşa, anılarını herkesten sonra, 1960’ların ikinci yarısında yazdı ve yayınladı.

İsmet Paşa, hem olayların içinde bire bir yer almış bir isim olarak hem de başta Atatürk ve muhaliflerinin sonradan olayları nasıl yorumlayıp anlattıklarını bilen biri olarak yazmış oldu anılarını.

Şimdi İsmet Paşa’nın anılarından 1924’ün o siyasi buhranlı son baharını anlatmaya başlıyoruz. Bugün, komutanların istifasıyla başlayan kriz.

6 Ağustos’ta (1923) Lozan Muahedesi yürürlüğe girdi. Musul meselesi, Lozan Muahedesinin yürürlüğe girmesinden hemen sonra ele alınacak ve en çok 9 ay içinde bir karara varılacaktı. Bu mecburiyetle İstanbul’da temaslar, 19 Mayıs (1924) günü başladı. Bizim heyetin Başkanı Fethi Bey’di. İngiliz heyetine İngiltere’nin Irak Yüksek Komiseri Sör Percy Cox riyaset ediyordu. Fakat, İngilizlerle münasebetlerimiz iyi gitmiyor. Gergin bir vaziyetteyiz. Musul’u mütareke hükümlerine aykırı olarak işgal etmişlerdi. Geçen sene Süleymaniye’yi bombardıman etmişler, bu yakınlarda da işgal eylemişlerdi. Biz bu olayı protesto ettik. Nasturileri kışkırtıyorlar, bundan dolayı hudut sarkıntılıkları oluyor. Hülasa, İstanbul’da görüşmeler başlamış, ama Musul meselesi açıkta bulunuyor; İngilizlerle aramızdaki gerginlik ve münasebetlerimizin düzelmesinde tereddüt uyandıran haller devam ediyor.

İstanbul temasları hiçbir netice vermeden haziran başında kesildi. Cemiyet-i Akvam’a müracaat ettik. Eylülde orada görüşülmeye başlandı. Nasturi hareketlerinden ve Cenevre’deki müzakerelerin cereyanı tarzından Musul meselesi, 1924 sonbaharında çok endişe verici bir vaziyet almıştı. Bu esnada kumandanlar meselesi çıktı. Musul etrafındaki gelişmelere ileride sırası gelince devam edeceğim. Şimdi kumandanların yarattığı buhranı anlatıyorum.

Bir sene evvel siyasette çalışma hevesleri olmayıp orduya gitmiş olan kumandanlar, yani Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar, bu sefer Meclis’te çalışmak istediklerini söyleyerek Meclis’e geldiler. Ciddi olarak, ortaya yeni bir buhran ve münakaşa çıktı. Aynı zamanda mebus olan ordu müfettişlerinin ve kolordu kumandanlarının istedikleri zaman Meclis’e gelip politika yapmak ve istedikleri zaman ordunun başına geçerek kumandanlık etmek gibi bir vaziyette bulunmalarının çok tehlikeli bir tatbikat gösterdiği meydana çıkmıştı. Biz, bu meseleyi çok ciddi telakki ettik. Bunlar için, istenildiği zaman gelip gitmeyi mümkün kılmayacak tedbirlere acilen lüzum gördük. Bundan başka, kumandanlıkla milletvekilliğinin birleşmesini sona erdirmek lazım geldiğine karar verdik ve bunları tatbike başladık. Atatürk, ilk iş olarak, milletvekili olan bütün kumandanların milletvekilliğinden istifa etmelerini doğrudan doğruya kendilerinden istedi. Tabii Kâzım Karabekir Paşa ile Ali Fuat Paşa’ya bu tarzda bir tebligatta bulunmadı. Onlar zaten kumandanlığı istemiyor ve Meclis’e geri geliyorlardı. Kendilerine, istemedikleri zaman, Meclis’ten ayrılıp orduya dönmenin, kumandanlığı istemedikleri zaman çıkıp Meclis’e gelmenin mümkün olmadığını göstermek istedi.

Atatürk, muharebe meydanından gelmiş olup da hem milletvekilliği, hem kumandan mevkiini muhafaza eden bütün askerlerin milletvekilliğinden çekilmelerini bildirince, hepsi çekildiler. 3. Ordu Müfettişi Cevat Paşa ile Cafer Tayyar Paşa itiraz etti. Şimdi bununla ordu üzerindeki hâkimiyet tecrübe olundu. Ordu kimin elindedir, anlaşıldı. 

Refet Paşa daha önce milletvekilliğinden istifa etmişti. Sonra arkadaşları istifasını geri aldırdılar. Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar zaten orduyu bırakmışlardı. Ankara’ya gelmiş, siyaset yapmak yolunu tutmuş bulunuyorlardı. Ben derhal vaziyet aldım. Kendilerinin Meclis’e gelmek istemeleri haklarıdır; ama kumandanlık ettikleri zamanda vazifeleri icabı olarak bilinmesi ve sağlanması yalnız kendilerine tevdi edilmiş olan devlet esrarını haleflerine teslim etmeleri gerekir ve ancak ondan sonra kumandanlıktan ayrılmış olabilirler. Bunu onlara anlatmak istedim. Kendilerine yazdım. Açıktan, ”gelemezsiniz” diye söyledim. Elinizdeki vesikaları halefinize teslim edeceksiniz, ondan sonra Meclis’e gelebilirsiniz, dedim. Meclis’te söyledim ve çıkardım. Meclis Reisi, Milli Müdafaa Vekili hepsi iltizam ettiler ve onlar orada duramadılar.

Derler ki, Meclis toplandı, encümenler seçildi ve bu esnada Ali Fuat Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa Meclis’te hazır bulunmadıkları için arzu ettikleri encümenlere seçilmek imkânından yoksun kaldılar, bu haktan mahrum bırakıldılar. Biz, kendilerine uyguladığımız muameleyi bu tertip için yapmışız gibi tarize maruz kaldık. Ama mesele o değil. Bizim nokta-i nazarımız şöyle: Kumandanlığı bırakıp gelmek için yapılacak bir formalite var. Bunu yapsınlar, anlatmak istediğimiz bu. 

Kumandanlar Direnmek İstedi 

Kendilerine, amirleri olan Milli Müdafaa Vekâleti tebliğ etti. Ben umumi efkâr karşısında görüşümüzü müdafaa ettim. Düşündüler, taşındılar. Nasıl şeydir, milletvekili seçilmişiz, bizi Meclis’te çalışmaktan nasıl men edersiniz, tarzında direnmek istediler. Tutturamadılar. Atatürk hatıralarında, onların evvela orduya gidip sonra Meclis’e dönmek istemelerini olumsuz bir şekilde yorumlar. Yani, orduyu kâfi derecede hazırladılar, şimdi siyasetle bu hazırlığı değerlendirecekler, şeklinde yorumlamıştır. Onun için bu tecrübeye girişti. Ordu üzerinde kimin tesiri ve hâkimiyeti vardır, bunu tecrübe etmek istedi. 

Ordu üzerinde hâkimiyet esas itibarıyla en kuvvetli olarak muharebe meydanında kurulur. Uzun sulh zamanlarında, kumandanların ordu üzerinde hâkimiyetleri, yalnız resmi olarak, rütbeleri, kıdemleri ve mevkileri sayesindedir. Sulh ordularında bunun yürekten bir güven ve bağlılık halini alması için, kumandanların, değerlerinde ve çalışmalarında da rütbelerinin üstünlüğünü madunlarına (astlarına) her vesile ile ispat etmeleri lazımdır. Askerliğin tabiatında olan kaide budur. Yürekten itibar ve hâkimiyet meselesi sulhta böyle temin olunur. Harpte, muharebe meydanı bu itibarı kendiliğinden tesis eder. Zaten muharebede, ordunun kaderi kendisine emniyet olunacak ehliyette bulunmayanlar duramazlar, çekilirler. Kalanlar icraatıyla seçilmelerini teyit etmiş olurlar. Muharebe meydanının vermiş olduğu üstünlük, başka bir kuvvettir. Bu arkadaşlar muharebe meydanından da gelmişlerdir. Büyük kumandan itibarını muhafaza etmek için, bu, bir dereceye kadar kâfi bir sebeptir. Ama Atatürk’ün teşebbüsüyle, ordu kimin elindedir, anlaşıldı. Bu tecrübenin, orduda kâfi derecede uğraştıktan sonra sökülmeyecek bir yer olduğunu gördüler, siyaset hayatında çıkış yolu aradılar, manasında tefsiri de mümkündür. Musul meselesinden dolayı İngilizlerle aramızdaki münasebetlerin çok gergin olduğu meydana çıktıktan sonra kumandanlığı bırakmalarını, Atatürk ayrıca şiddetle tenkit etmiştir.

70