80. Gün
7 Ekim 2023
Cumhuriyet'e 100 Gün
Lozan Antlaşmasından 29 Ekim’e günbegün yaşananlar
İşgal biter bitmez eski tartışma alevlenir: Başkent Ankara mı, yoksa ‘Payitaht’ İstanbul mu?

Kurtuluş Savaşı kazanılmış, padişah ülkeden kaçmış, Ankara’daki TBMM saltanatı kaldırmış, Lozan imzalanmış ve İstanbul’da işgal artık bitmiş. Peki yeni Türkiye’nin bir ‘Payitaht’ı mı olacak, yoksa ‘Başkent’ anlamına ‘Makarr’ı mı?

İşgal biter bitmez eski tartışma alevlenir: Başkent Ankara mı, yoksa ‘Payitaht’ İstanbul mu?

Ankara 1923. Anadolu bozkırının orasında gelişmemiş bir şehir. Fotoğrafta bugünkü Ulus bölgesi görülüyor.

Kurtuluş Savaşı’nın ‘savaş’ bölümü işgalci Yunan ordusunun 9 Eylül 1922’de telaş içinde İzmir’den kaçmak zorunda kalması ve bu şehrin kurtarılmasıyla sona ermişti. Ama ‘kurtuluş’ henüz tamamlanmış değildi. Daha yapılacak çok iş vardı, ilk iş Lozan Barış Antlaşmasını tmamlamaktı; ardından sıra zaten fiilen kurulmuş olan yeni Türkiye devletine gelecekti.

Bu son derece kapsamlı, hayati ve büyük işlerin içinde bir konu, gerek tarihi ve gerekse sembolik olarak son derece önemliydi: Yeni devletin başkenti neresi olacaktı?

İstanbul, her bakımdan bir ‘doğal’ başkentti. Bin yılı aşkın süre Roma ve Doğu Roma İmparatorluklarına başkent olmuş, 470 yıl Osmanlı’nın başkenti olmuş bir şehir.

Kurtuluş tamamlandığında İstanbul da doğal bir başkent gibi düşünülüyordu. Hatta İsmet Paşa’nın Lozan’da müzakereler sırasında İstanbul’dan ‘Başkent’ olarak söz ettiği de biliniyor.

Ama aslında Mustafa Kemal’in görüşü baştan beri farklıydı. 1918 sonu 1919 başında, İstanbul’da arkadaşlarıyla kurtuluş çareleri düşünür ve Anadolu’ya geçmeye karar verirken Anadolu’da kendine bir şehir de seçmişti: Ankara.

O yüzden Ali Fuat Cebesoy’un komutasındaki 20. Kolordu, Mustafa Kemal’le de koordinasyon halinde karargahını Konya’dan Ankara’ta taşımıştı. Ali Fuat Cebesoy, Ankara’yı emniyete almış, bu şehri milli direnişin başkenti olmuştu çoktan.

Mustafa Kemal, 27 Aralık 1919’da Sivas Kongresi sonrası oluşan Heyeti Temsiliye adına bir duyuruda bulunmuş ve aynen şöyle demişti: 

Sivas’tan Kayseri yoluyla Ankara’ya gitmek üzere yola çıkan Heyet-i Temsiliye, bütün yol boyunca ve Ankara’da büyük ulusumuzun sıcak ve içten yurtseverlik gösterileri içinde bugün buraya geldi. Ulusumuzun gösterdiği birlik ve azim, ülkemizin geleceğini güven altına alma konusundaki inancı sarsılmaz bir biçimde destekleyecek niteliktedir. Şimdilik Heyet-i Temsiliye merkezi Ankara’dadır.

Bu tarihten itibaren Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nı hep Ankara’dan yönetecek, zaten birkaç ay sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi de Ankara’da açılacaktı.

Başkentin İstanbul mu Ankara mı olacağı meselesi, Lozan Barış Antlaşması görüşmelerinin ikinci aşamasının başladığı 1923 Mart ayının sonundan itibaren konuşulan bir konuydu. Konuşanlar ise daha çok İstanbul basınıydı. İstanbul basını zaten Ankara’ya muhalif olanlar ve destekleyenler olarak ikiye bölünmüştü. Mustafa Kemal’in 1923 yılı başında İzmit’e gidip İstanbul basınıyla toplanması bu havayı dağıtmamıştı.

Dönemin kamuoyunu oluşturan başlıca altı İstanbul gazetesinden üçü, Tanin (Hüseyin Cahit), Tevhid-i Efkâr (Velid Ebuzziya) ve Vatan (Ahmet Emin Yalman) Ankara’ya muhalif; Akşam (Falih Rıfkı), İkdam (Ahmet Cevdet) ve İleri (Suphi Nuri, Celal Nuri) ise Millî Mücadele’yi desteklemişti.

Mustafa Kemal, İzmit’teki basın toplantısında gelen imalı bir soru üzerine şunu söylemişti:

“Bir insan Ankara’da başka türlü düşünür, İstanbul’da başka türlü düşünür. Paris’te büsbütün başka türlü düşünür.”

Aylardır devam eden Ankara mı-İstanbul mu tartışması, İstanbul’da işgal devam ederken ve henüz Lozan’da bir barışa ulaşılamamışken biraz meleklerin cinsiyeti tartışması gibiydi. Ama ne zaman ki Lozan imzalandı ve 6 Ekimde İstanbul’daki işgal tamamen sona erdi, bu tartışma birden hararetlendi.

Ankara’nın en güçlü muhaliflerinden biri, ünlü başyazar Hüseyin Cahit’di (Yalçın). Bir seferinde Tanin gazetesindeki başyazı sütununda şöyle yazmıştı:

İstanbul’da hain bir hükümdar bulunduğu müddetçe, merkez hükümetin Anadolu da Müdâfaa-i Millîye için en münasip bir şehirde bulunması pek zaruridir. Fakat bütün bu endişeler çözüldükten sonra niçin? İstanbul’un ne mahsuru var ki merkez hükümet Ankara’ya yahut Anadolu’nun başka bir şehrine nakil edilecektir? Yahut payitahtın başka tarafta bulunması neden İstanbul’da bulunmasından daha faideli olacaktır?

Hüseyin Cahit Yalçın’ın bir başka yazısı şöyleydi: 

Merkezi hükümetin İstanbul’dan Anadolu’ya naklini muhık gösterebilecek sebepler arasında deniliyor ki: Hükümetin az zamanda çok iş görmesi lâzımdır. İstanbul gibi tahribkâr tenkidlere alışmış bir muhit her şeyin mahzurunu bulmaya çalışacak ve her şeyde mahzur-ı keşf etmek mümkün olduğu için işleri tereddüt ve tevakkufa sevk edilebilecektir… (….) İstanbul’un muhiti meselesinden evvelce de bahsetmiştik. İstanbul’un muhitine bulunan bu kabahat, “herşeyin mahzurunu bulmaya çalışmak” illeti İstanbul’un taşında toprağında değil adamlarındadır. Bu adamlar, hayat-ı siyasiye ile alâkadar olan bu muhit, hükümet ile birlikte Ankara’ya gidecektir. Acaba şimdi Ankara’da her şeyin mahzurunu bulmaya çalışanlar yok mudur? Bugün sulh tesis etmediği için İstanbul’da, neticeye nazaran biraz kalabalık var. Fakat sulh olup da merkez-i hükümetin Ankara’da kalacağı tahakkuk ederse İstanbul’dan bir Türk ve Müslüman muhacereti başlayacaktır. Muhaceret edecek olanlar da İstanbul muhiti dediğiniz mehâlifi teşkil edenlerdir. Binaenaleyh İstanbul’u değiştirmekle hiçbir şey kazanmayacağız. Asıl değişmesi lâzım şey bizim muhâkememizdir, hissiyâtımızdır. Bunu da öyle kolay kolay değişir şeylerden zannetmemelidir.

Hüseyin Cahit Yalçın’ın bu görüşlerine karşılık, örneğin İleri gazetesinin yayıncısı Suphi Nuri (İleri), başkentin Ankara olmasından yanaydı. Ona göre İstanbul’un başkent olarak kalmasını esas isteyenler yabancılar ve yabancı taraftarlarıydı.

İstanbul basınında beliren bir üçüncü görüş daha vardı. Vatan gazetesi başyazarı Ahmet Emin (Yalman), İstanbul’un başkent kalamayacağını ama Ankara’nın da başkent olamayacağını söylüyor, Bursa veya Eskişehir’den birinin başkent olmasını öneriyordu.

Başlangıçta fantezi kabilinden olan bu tartışmaların birden İstanbul’da işgalin bitmesinin hemen ardından alevlenmesi Mustafa Kemal’e göre ‘alarm verici’ bir şeydi.

Bakın Nutuk’ta bu konuda ne yazıyor:

Başkentin İstanbul olarak kalacağı veya Ankara olacağı konusunda öteden beri içeride ve dışarıda kararsızlıklar görülüyor, basında demeçlere ve tartışmalara rastlanıyordu. Bu arada İstanbul’un yeni milletvekillerinden bazıları, Refet Paşa başta olmak üzere, İstanbul’un Hükûmet Merkezi olarak kalması gereğini bazı örneklere dayanarak ispat etmeye çalışıyorlardı. Ankara’nın gerek iklim, gerek ulaştırma araçları ve gelişme yeteneği ve istidadı ve gerekse mevcut tesisler ve kuruluşlar bakımından hiç de uygun ve elverişli olmadığını söylüyorlar; İstanbul’un “payitaht” olması lâzımdır ve mutlaka olacaktır, diyorlardı. Bu ifadeye dikkat edilirse, bizim “başkent” deyimiyle kastettiğimiz anlam ile, bu ifadelerdeki “payitaht” deyimini kullananların görüşleri arasında bir fark bulmamak mümkün değildir.

Gördüğünüz gibi yeni devletin yönetim merkezinin neresi olacağı konusu bir coğrafi seçimin çok ötesinde anlamlar içeriyordu Atatürk’e göre.

80