30. Gün
18 Ağustos 2023
Cumhuriyet'e 100 Gün
Lozan Antlaşmasından 29 Ekim’e günbegün yaşananlar
Kazım Karabekir’e göre ‘İkinci Meclis pek bir tuhaftı’

Kazım Karabekir, ‘Sarıklı, sarıksız muhafazakârlar, terakki taraftarları, din ve ahlâk aleyhtarı züppeler suni bir birlik gösteriyorlardı’ diyor.

Kazım Karabekir’e göre ‘İkinci Meclis pek bir tuhaftı’

Lozan Antlaşmasını 24 Temmuzda imzalayan İsmet Paşa, 13 Ağustos’ta Ankara’ya döndü. Aynı gün, Haziran ayında yapılan seçimle gelen yeni Meclis de açıldı.

Ankara’da siyaset hızlanıyordu. O günleri, Uğur Mumcu’nun yazdığı ‘Kazım Karabekir Anlatıyor’ adlı kitabından, Karabekir’in ağzından görmek çok çarpıcı.

Karabekir’in Mustafa Kemal’e de, yakın çevresine de, oluşan ortama da sert eleştirileri var. Uğur Mumcu’nun kitabından aynen aktarıyoruz:

Karabekir, o günlerde, Ankara’nın Keçiören semtine «Kubbeli Köşk» diye bilinen bir küçük köşkte kira ile oturmaktadır. 19 Ağustos 1923 günü M. Kemal, Lâtife Haım ve İsmet Paşa bu köşke yemeğe gelirler. 

Yemekte tartışma çıkar. Tartışma Karabekir ve İsmet Paşa arasındadır. M. Kemal, tartışmayı sessizce izler. 

İsmet Paşa müthiş bir inkılâp hamlesi teklif etti: Hocaları toptan kaldırmadıkça hiçbir iş yapamayız. Bugünkü kudret ve prestijimizle bugün bu inkılâbı yapamazsak hiçbir zaman yapamayız.’ 

İlk Fethi Bey grubundan işittiğim bu yeni inkılâp zihniyetini İsmet Paşa da bir çırpıda tamamlıyordu. Aradaki zaman fasılaları kendiliğinden ortadan kalkarak bu üç şahsiyetin üç maddelik programı kulaklarımda tekrarandı : 

1- İslâmlık terakkiye manidir. 

2- Arap oğlunun yavelerini Türklere öğretmemeli. 

3- Hocaları toptan kaldırmalı. 

Peki ama ne olmak istiyorsunuz? dedim, Hristiyan mı? Dinsiz mi? 

Hiçbirine imkân olmamakla beraber her iki yol da hem tehlikeli hem de geridir. Münevver hristiyanlık âlemi ilim zihniyetine daha uygun bir din esasları araştırırken bizim, onların köhne müesseselerini benimsemekliğimiz müthiş tehlikesi ile beraber geri bir hareket olur. Dini kaldırmak ise yine müthiş tehlikesi ile beraber medeniyet âleminin nefret ettiği geri bir yol olduğundan maksatsız bir hareket olur. Bir millette duygu birliği, itikat birliği ve menfaat birliği olmazsa idare edenlerle edilenler arasında bir uçurum açılır ve bu uçurum günün birinde o millete mezar olabilir. Ben, her fırsatta söylediğim gibi dinle uğraşmanın bizi daha ziyade terakkiden alıkoyacağı ve daha ziyade geri götürebileceği kanaatindeyim. Dini olduğu gibi bırakmalı ve hükümet ne buna tesir yapmalı ve ne de tesiri altında kalmalıdır! 

Biz millî istiklâlimiz gibi millî hürriyetlerimizi de en mukaddes gaye tanımalıyız ve bunun zevkini bütün milete tattırmalıyız. Bunun için medenî hedeflerimizde sürat, fakat içtimaî gayelerimizde tekâmül yolunu tutmalıyız. 

Ben, taassuptan uzak ve terakki sever bir insan oluğumu eserlerimle de gösterdim. Zaten yakından biliyorsunuz. Din hakkındaki düşüncemi Şarkta iken çocuklar için yazdığım (Öğütlerim) başlıklı eserimde de üç yıl önce neşretmiş bulunuyorum. Müsaadenizle okuyalım. 

Din ve mezhep öğüdünü okudum, sükûnetle dinlediler, hiç cevap vermediler. Bahis de kapandı. 

M. Kemal Paşa’nın büyük bir dikkat ve sükûnetle beni dinleyişinden ve ara sıra da İsmet Paşa’yı süzmesinden ve ayrılırken de bana karşı gösterdiği samimiyetten çıkardığım mânâ beni haklı bulduğu idi. Fakat mütalâalarına hak vermekle tekrar. Mefkure Hatırası’na döneceğini hiç aklıma getirmemiş idim. 

21 Ağustos günü TBMM Lozan Antlaşması ile ilgili görüşmeleri yapar. Dışişleri Komisyonu Başkanı Yusuf Kemal (Tengirşek)84 kürsüde Kurtuluş Savası’nın M. Kemal Paşa’nın eseri olduğunu söyler. Tevfik Rüştü Aras da Yusuf Kemal Bey’in düşüncelerine katıldığını açıklar. 

Görüşmeler bitince Yusuf Kemal Bey, Karabekir ile karşılaşır. 

Aralarında şu konuşma geçer: 

Paşa, sizi de tebrik ederim. Bu eserde en büyük hisse sizindir.

-Millet kürsüsünden en küçük hisse vermeniz da ha kıymetli olurdu.

Kâzım Karabekir, ertesi gün bu konuşmayı İsmet Paşa’ya da aktarır. Kâzım Karabekir, kırılmıştır. Tek adam dönemine gi-riliyor kuşkusu içindedir. İsmet Paşa ile yaptığı konuşmada bu duygu ve düşüncelerini şöyle anlatır:

Ve eğer İsmet de aynı şeyi Gazi’ye millet kürsüsünden bahş ederse tarihe karşı haksızlık edeceği gibi istikbal için Gazi’ye istediğini yapabilecek bir kudret vermiş olacağını ve bunun önüne hiçbirimizin geçemeyeceğini anlattım. 

Her şeyi ben yaptım diyebilen bir adamın, bundan sonra da her şeyi ben yapacağım iddiasıyla ne tehlikeli maceralara atılabileceğini tekrar -çünkü öteden beri bu bahis üzerinde mutabıktık- Enver Paşa’yı misal göstererek İsmet Paşa’nın dikkatini çektim. İsmet Paşa da ‘Hiç merak etme. Bu mühim noktayı unutmadım’ demekle beraber bu husustaki sözleri aynen şunlar oldu:

– Arkadaşlar; bir vazife-i esasiye ifa etmek için şunu söylemek iserim. Gerek mücadele-i harbiye esnasında ve gerek sulh müzakkeratı esnasında şevk-i kaderle ağır mesuliyetler alında bulundum. Ağır mesuliyetler altında memleketin hayat-ı menafiine taallûk edebilecek ağır kararlar vermek vaziyetinde bulundum ve bunların hepsinde merkez-i idareden ayrı olarak ya düşman karşısında veya sulh müzakkeratında olduğu gibi Avrupa ortasında idim. Siyasî tabir ile-siyasi musahımlarım arasında bulundum. Bu kadar ağır mesuliyetleri biheba almak için ve bunların en büyük müşkilât karşısında dahi hedefe karşı yürümek için malik olduğu menba-ı kuvvet bilhassa Büyük Millet Meclisi Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır. 

Arkadaşlar; yalnız şahsî bir minnet ve şükran iade etmek için söylemiyorum. Vazife ve iş nokta-i nazarından bir hakikati ifade etmek için söylüyorum. İnsan çok bunaldığı bir zamanda en muvaffık tedbirin daha büyük ve samimi birisi tarafından teyid edilmesine muhtaçtır. Büyük ve karışık vaziyetler içerisinde en büyük tedbir o kadar basittir ki, ekseriya onu bulmak çok müşkildir. Fevkalâde karışık, dolaşık, bulutlarda mestur (örtülü, gizli) bir muhit içerisinde yol gösterecek bir isabet-i nazar lâzımdır., 

Bu isabet-i nazarı gerek muharebe hayatında ve geek sulh hayatında bize gösteren M. Kemal Paşa olmuşur. Aldığım vazifelerde muvaffakiyet hasıl olduysa geek harpte ve gerek sulhte başlıca amil olarak M. Kemal Paşa’yı muvacehe-i millete (millet önünde) ifade ediyorum.

M. Kemal Paşa bu takdir yarışını büyük bir zevkle dinledikten sonra milli ve askerî işlerimizi kuranları, canla başla çalışanları kısaca olsun millet kürsüsünden millete ve tarihe tevdiye arlık lâzım görmedi. Bundan en çok, etrafına topladığı değersiz kimseler istifadeye koyuldu. 

O kurtardı ve o kurtaracak, teranesi, hazıra konmak isteyen dalkavukların dillerinde destan oldu. 

Artık her akşam âleminde O’nun yüzüne karşı methiye yarışı aldı; yürüdü. Bütün bu muhit İkinci Millet Meclisi’nde kazanmıştı. Meclisin çehresi pek garipdi: 

Sarıklı, sarıksız muhafazakârlar, terakki taraftarları, din ve ahlâk aleyhtarı züppeler suni bir birlik gösteriyorlardı. Meclis umumî heyeti M. Kemal Paşa’nın emrine ram (boyun eğen) idi. O sağa da gitse, sola da gitse hep beraber O’na ayak uyduracaklardı. Dışarıda kendi emekleriyle hayatlarını fakirce kazanabilen bu zümre, pek az müstesnasıyla, şimdi devlet hazinesinden zenginleşiyor ve ihsanlara da gark olarak aristokrat bir tabaka halini alıyordu. Bunlar da mensuplarını memuriyetlere kayırarak veya kazandırarak etraflarında tabakalar teşkil ediyorlardı. 

İşte Cumhuriyet hükümeti, Türk milletine feyzini bu surette dağıtıyordu. 

Trenlerle demir, fabrikalarına götürülen maden cürufunu mıknatıslayan çelik levhalar nasıl bir vinçle vagonlardan kendisine çekip yapıştırıyorsa, M. Kemal Paşa da bütün İstiklâl Harbi’ni banisi sıfatıyla takınınca böyle bir kudretin sahibi olmuştu. O’nun çekemediği mahdut ağır parçalardı. 

İstiklâl Harbi’mizin bu şuursuz ve suni neticesinden müteessir olan vatanseverler vardı, fakat çok azdı.

30