Lozan Barış Antlaşması için müzakereler 1922 sonunda başladı. Ancak Şubat 1923 olduğunda İtilaf devletleri Türkiye’ye kabul edebileceği bir teklif sunmamıştı.
Bunun üzerine İsmet Paşa İtilaf devletleri temsilcilerine bir mektup yazarak Lozan’dan ayrıldı, barış konferansı aslında kesintiye uğramıştı, sonradan durum düzeltildi, ‘Görüşmelere ara verildi, yeniden devam edecek’ dendi.
İsmet Paşa’nın verdiği mektupta, ‘Dilerseniz şu ana kadar anlaştığımız konuları imzaya bağlayalım, anlaşamadığımız konuları daha sonra hallederiz’ deniyor ve ekleniyordu: ‘Eğer bu teklifimizi kabul etmezseniz, bu teklifi hiç yapılmadı sayalım.’
Türkiye Lozan’da dişini gösteriyordu, İtilaf Devletlerine gerekirse savaşmaya hazır olduğunu söylemiş oluyordu.
Türkiye’ye geri dönen İsmet Paşa, İstanbul’dan Ankara’ya geçerken trenle Mustafa Kemal’le buluştu, ikili trende durum değerlendirmesi yaptı. Ama bu buluşma, Başbakan Rauf Orbay’ın hoşuna gitmedi.
Mart ayı başında Meclis günlerce Lozan meselesini tartıştı. Meclis’teki muhalif grup olan 2. Grup, İsmet Paşa’nın İtilaf devletlerine giderayak bir mektup vererek yetkisini aştığını, Musul sorununun çözümünün ertelenmesini kabul ettiğini öne sürüyordu.
Meclis’te çok şiddetli tartışmalar oluyordu ve İsmet Paşa da hükümet de, bu teklifin kabul edilmediğini, dolayısıyla hiç verilmemiş sayıldığını anlatmaya çalışıyorlardı.
Fakat muhalefet çok sertti ve tartışmalar uzayıp gidiyordu. Bazı muhalif milletvekilleri İsmet Paşa’nın yeniden Garp Cephesinin başına geçmesi gerektiğini söylüyordu.
Mustafa Kemal kürsüye çıkıyor
6 Mart 1923 günü tartışmaları bitirmek amacıyla Mustafa Kemal kürsüye çıktı, konuşmaya ve açıklamalar getirmeye başladı. Ancak muhalif vekiller sürekli söz atıyor, araya giriyorlardı.
Bir ara 2. Grubun önde gelen isimlerinden Trabzon milletvekili Ali Şükrü ile Mustafa Kemal, bir kürsüden diğeri oturduğu sıranın önüne gelerek ayakta karşılıklı tartışmaya başladılar.
Bu tartışmanın son bölümünü Meclis tutanaklarından aynen aktarıyoruz:
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla) — Vakta ben burada değildim. Bildiğime göre Heyeti Vekile Reisi o tarihde gelmiş, vaziyeti Heyeti Alinize izah etmiştir. Şöyledir, böyledir. Buna göre siz ne yaparsınız?
Efendiler; siz de pek makul olarak düşünmüşsünüzdür ki yapılacak iş bir beyanname neşriyle dönmektir. Evet böyle olunca yapılacak iş döner gelir ve halı harb avdet eder. Ancak sizin bu şeraitinizin irsaline kadar geçen günler içinde vaziyet ve şerait tebeddül etmiştir. Bu iki şeraite göre heyeti murahhasa reisi Heyeti Vekileden iki talimat istemiştir.
Fakat o talimatın irsalı için zaman kalmamıştır ve konferansta bildiğimiz vaziyet hal olmuştur. Eğer sizin dediğiniz gibi olsa idi; o zaman heyeti murahhasayı tecziye etmeniz lâzım gelirdi. Bilasebep harbe mi götürsün, bunu mu istiyorsunuz? Heyeti murahhasamız makul ve akıl ve feraset dahilinde hareket ettiğinden dolayı, müzake-ratı kat etmediğinden dolayı ve memleketi harbe sürüklemediğinden dolayı mı heyeti murahhasayı tenkit edeceğiz? Böyle mi memleketi idare edeceğiz Ali Bey efendi?.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon) — Söyliyeceğim.
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla) — Bir haftadır söylüyorsunuz, memleketi zarardide ediyorsunuz. (Gürültüler)
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon) — Kimseyi ithama hakkınız yoktur. (Gürültüler)
HAKKI HAMİ BEY (Sinop) — İstirham ederiz, Meclisde emniyet yoksa söyleyiniz; Meclisde emniyet yok mudur?
ALİ RIZA BEY (Kars) — Bütün Meclis Paşanın müdafiidir. Size ne oluyor?
REİS — Meclis her vakit emniyeti muhafaza eder. Rica ederim susunuz, oturunuz.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon) — Emniyeti şahsiye mefkut mudur?
REİS — Efendim, kim emniyeti şahsiye diyor? Rica ederim yerlerinize oturunuz.
ZİYA HURŞİT BEY (Lâzistan) — Sonuna kadar söyleyeceğiz, katiyen kimse sözümüzü kesemez. Usul hakkında söz istiyorum.
REİS — Usul hakkında söz yoktur. Söz Haydar Beyindir.
ZİYA HURŞİT BEY (Lâzistan) — Usul hakkında söz istiyorum.
REİS — Oturunuz. Usul hakkında söz yoktur.
ZİYA HURŞİT BEY (Lazistan) — Yalnız Paşa Hazretleri herkes söylediği sözün vatana hizmet olup olmadığını kendisi bilir. Hiç kimseden ders almaya ihtiyacı yoktur.
REİS — Rica ederim, hem diyorsunuz ki, emniyet yok, hem de gürültü yapıyorsunuz.
Tutanaklara yansımıyor ama tam bu noktada kürsüdeki Mustafa Kemal’in etrafı muhalif vekiller tarafından çevrilmiş durumda ve itiş kakışlı hayli gergin bir durum var.
Ali Fuat Paşa çanı fırlatıyor
Oturumu yöneten Ali Fuat Cebesoy çareyi masasında duran okul zili gibi çanı fırlatıp yere atmakta buluyor. Bu gürültü üzerine bir an herkes duruyor, Ali Fuat Paşa bu fırsatta oturuma ara veriyor.
Bu kavgayı Rauf Orbay hatıralarında şöyle anlatıyor:
Mustafa Kemal Paşanın da bu açıkça konuşmasına rağmen Meclisteki muhalifler, sükûnet bulacakları yerde, bütün bütün asabileşerek, mütemadiyen itirazlar, çeşitli suallerle ortalığı gürültülere boğarak, nihayet Paşayı da fena halde sinirlendirmişlerdi. Bu arada, Trabzon Mebusu Ali Şükrü bey, bazı arkadaşlarıyla kürsüye kadar yürüyerek, mutlaka konuşmak istiyor; ‘Benim de söz söylemeğe hakkım yok mu?’ diye bar bar bağırıyor, kürsüden inmek üzere olan Mustafa Kemal Paşa da, kendisine: ‘Bir haftadır durmadan konuştuğunuz yetmiyor mu? Daha ne istiyorsunuz? İşi bu dereceye getirmekle memlekete zarar veriyorsunuz’ deyince, ortalık büsbütün karıştı. Mustafa Kemal Paşa bağırıp çağıran bazı mebusların ortasında kaldı ve bunlar:
‘Biz de milletvekiliyiz! Kimi tehdit ediyorsunuz? Meclis te artık emniyet kalmadı mı?’ diye seslerini yükselttikçe durum pek tehlikeli bir hal alıyordu.
Meclise başkanlık eden Ali Fuat Paşanın sükûneti sağlamak için sarf ettiği gayretlere rağmen, Mustafa Kemal Paşaya karşı hiddet ve şiddetle: ‘Söylediğimiz sözlerin vatana hizmet olup olmadığını biliriz. Kimseden ders almağa ihtiyacımız yoktur!’ diye bağıranların yarattıkları elektrikli havanın kargaşalığı, bir faciaya yol açmak üzere idi. İşte bu esnada Ali Fuat Paşa, Başkanlık makamından: ‘Efendiler, rica ederim, sakin olunuz…’ diyerek, Meclisin meşhur çanını, birbirine girmek üzere olanların ortasına fırlatıp attı. Ve bu bir anlık fiilî müdahaleden istifade ile müzakereyi kesti.
Atatürk kavgadan söz etmiyor
Mustafa Kemal, Nutuk’ta o tartışmaları şöyle değerlendiriyor:
27 Şubat 1923 gizli oturumunda başlayan saldırılar, 6 Mart 1923 gününe kadar şiddetli ve heyecanlı bir şekilde devam etti. Tartışmalara, başından sonuna kadar ben de katılmak zorunda kaldım. Muhalifler, âdeta ne istediklerini bilmez bir durumdaydılar. Meclis’in olumlu veya olumsuz bir karar vermesi imkânsızlaştı. Bizim açık olarak anladığımız şuydu ki, muhalifler, barış konusunu, Meclis’te hırslarına araç yapmak istiyorlardı. Efendiler, bazı basın çevreleri de, bu hırsları şaşılacak derecede ve ateşli bir şekilde, alabildiğine körüklüyorlardı. Bu psikoloji içinde bulunan bir Meclis’le, barış konusunu bir sonuca bağlamanın güç olacağını görmek doğal, fakat üzücü idi.
Evet, Mustafa Kemal açısından Birinci Meclis’in miadı dolmuştu, nitekim bu tartışmadan bir ay sonra Meclis seçimlerin yenilenmesine karar verdi. Ama Meclis seçimlerinin yenilenmesi kararını hızlandıran bir başka önemli ve çok acı olay daha yaşanacaktır.
Ali Şükrü Bey kayboluyor
Meclis’teki o kavgalı oturumdan 3 hafta sonra Ali Şükrü bey ortadan kaybolur. Görgü tanıklarına göre en son Karaoğlan çarşısı adlı yerde köşedeki kuyulu kahvede otururken görülmüştür. Mustafa Kemal’in korumasını üstlenen ‘Topal Osman’ın muhafızlarının bölük komutanlarından Mustafa Kaptan ile kahveden birlikte ayrılmıştır.
Ali Şükrü Beyin kaybolduğu üç gün sonra, 30 Mart günü ortaya çıkar. Tabii bütün 2. Grup telaşa kapılır ve sinirlenir. Meclis’te bu grubun bir başka önemli ismi Hüseyin Avni Bey hiddetli konuşmalar yapar, Ali Şükrü Beyin bulunmasını ister. Rauf Orbay muhalifleri sakinleştirmeye çalışır ama pek başarılı olamaz. Hiddetli konuşmalar birbirini izler.
İki gün sonra jandarma Ali Şükrü Beyin fazla derine gömülmemiş cesedini bulur. Cesedin elinde sıkı sıkıya tuttuğu bir sandalyenin ayağının parçası vardır. Kısa sürede cinayeti ‘Topal Osman’ın işlediği anlaşılır. Bunun üzerine Rauf Orbay hemen Mustafa Kemal’e haber verir, ‘Yemekten sonra Çankaya’ya geleceğim’ der. Ama Mustafa Kemal ve eşi Latife Hanım çıkıp Ankara Garına, Rauf Orbay’ın ikamet olarak kullandığı binaya gelirler.
Saldırı planını Mustafa Kemal bizzat yapıyor
Buradan sonrasını Rauf Orbay’dan okuyalım:
Karşıladım ve olup bitenleri anlattım. Dikkatle dinledikten sonra :
‘Şimdi ne düşünüyorsunuz?’ dedi.
‘Bir şey düşündüğüm yok. Topal Osmanı yakalamak lâzım. Çankayanın arkasında, Ayrancı tarafında Papasınbağı denen yerde bulunduğu zannediliyor.’
‘Nasıl yakalayacaksın?’
‘Meclis Muhafız kıtası ile…’
Bu sözüm üzerine, Mustafa Kemal Paşa endişeli bir tavır takındı:
‘Meclis Muhafız Kıtasında, Topal Osmanla gelmiş Karadenizliler var, bunlar birbirlerine ateş etmezlerse ne sen, ne ben, ne Ankara… Bir şey kalmaz…’ deyince, bir an düşündüm. Ankarada bu muhafız kıtasından başka asker denebilecek bir şey yoktu. Jandarmanın çoğu bile cephede bulunuyordu. Şu halde, ne yapacaktık? Cinayet işlediği tahakkuk eden bir insanın, Ankara sokaklarında kollarını sallaya sallaya gezmesine göz yummak… Bu benim harcım değildi.
Sonra bir de Meclis vardı. Kırk sekiz saattir; bulun, adaleti yerine getirin diye feryat eden bir Meclis. Bütün bunları düşünerek, Mustafa Kemal Paşaya:
‘Suçluyu yakalatmak, mutlak lâzım… Eğer Başkumandan sıfatiyle ve herhangi bir mülâhaza ile sizce buna lüzum görülmüyorsa, benim yarın bunu Meclise anlatmam icap edecektir’ dedim.
Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, muhafız taburu kumandanı İsmail Hakkı beyi çağırttı.
İsmail Hakkı bey gelince, Mustafa Kemal Paşa Osman Ağayı yakalamak için nereden, ne suretle hücum edilmesi gerektiğini, krokisini de çizerek kendisine anlattı ve tabur hareket etti.
Ben, sabırsız ve heyecanla istasyon platformunda bir aşağı bir yukarı gidip gelerek, durumun alacağı şekli beklerken, Ali Fethi bey aklıma geldi. O da Çankayada Mustafa Kemal Paşanın köşküne yakın bir yerde oturuyordu. Osman Ağanın üstüne varılacağını sezince, yukarıdan fırlayıp hücum ettiği Çankaya köşkünde, kimseyi bulamayınca kapıyı kırıp, paltoları filân parçalayarak ortalığı karma karışık etmiş olduğunu haber alınca, ‘Ya Fethi beyin hanımını da dağa kaldırmağa kalkarsa, ne yaparım?’ diye hemen Fethi beye haber gönderdim. O da: ‘Hanım hasta, çıkamam, gelemem’ diye cevap gönderdi.
O esnada Çankaya istikametinden silâh sesleri başladı. Silâh seslerini duyunca: ‘Hah… Osman Ağayı çevirdiler…’ diye ferahladım, geniş bir nefes aldım. Bir müddet sonra, haber geldi: ‘Osman ağa altı yardımcısı ile vurulmuş ve ele geçirilmiştir.’
Milli mücadele döneminin adı çok bilinen çetecilerinden biri olan Topal Osman’ın cesedi daha sonra Meclis’in önüne getiriliyor ve bir direğe asılıyor.
Cinayetin sebebi ne?
Peki Topal Osman, Ali Şükrü Beyi neden öldürüyor?
Rauf Orbay’ın bu konuda da bir teorisi var:
Ben Maltada bulunduğum sıralarda, Enver Paşayı Kafkasyadan memlekete getirmek istiyen Trabzondaki kayıkıçlar kâhyası Yahyanın öldürülmesi üzerine, hâdiseyi tahkike giden Ali Şükrü, Kâhyanın, Topal Osman’m adamlan tarafından vurulduğunu tesbit etmiş ve Ankaraya dönüşünde de bunu gerek mecliste, gerek dışarıda söyler durur olmuş. Esasen; Ali Şükrü Beyin babasına ait Tireboludaki arazinin bir kısmına tecavüz etmiş olduğu meselesinden dolayı Topal Osmanla araları ötedenberi iyi değilmiş.
Mecliste Lozan meselesi tartışıldığı sırada, muttasıl sözü kesilerek müdaheleye maruz kalan Mustafa Kemal Paşanın, asabiyetle kürsüden inerken, Ali Şükrü’nün üstüne yürüdüğü gün, Topal Osman da mecliste dinleyiciler locasında bulunuyormuş ve sonra da Ali Şükrü ortadan kaybolmuştu. Bu tesadüfü çeşitli şekillerde tefsir edenler varsa da, bence Topal Osman’ın Ali Şükrü Beye husumeti, yukarıda kaydettiğim sebeplerdendir.
Hakkında kitaplar yazılmış, Mustafa Kemal Atatürk’ün suçlanmasına ve bir savcıya ifade vermesine neden olmuş olan Ali Şükrü Beyin öldürülmesi olayı böyle.