Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmazdan önce İstanbul’da aylarca türlü çeşitli temaslar yapmış, vatanın işgalden kurtarılması ve bağımsızlığının sağlanması için çareler aramıştı. Sonunda çareyi, Kazım Karabekir’in de söylediği gibi Anadolu’ya geçmek ve buradan direniş örgütlemekte bulmuş, Ali Fuat Cebesoy’un babasının ve onun o sırada Damat Ferit hükümetin bakan olan dünürünün yardımıyla Samsun’a ordu müfettişi olarak tayinini sağlamıştı.
Mustafa Kemal, Samsun’a ayak basarken Kazım Karabekir çoktan Erzurum’da ordusunun başındaydı, Ali Fuat Cebesoy, Ankara’daki kendi kolordusuna geri dönmüştü. Rauf Orbay Bandırma üzerinden Anadolu’ya geçmiş, Batı Anadolu’da direnişi örgütlemek için temaslarda bulunmuşlardı.
Mustafa Kemal, Samsun’a çıkışından tam bir ay sonra Amasya’da Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele ile buluştu. Buradan Kazım Karabekir’e 19 Haziran 1919’da bir telgraf çekti:
Rauf Bey Ali Fuat Paşa birlikte bugün Amasya’ya teşrif ettiler. Vaziyet-i umumiye hakkında görüşüyoruz. Neticeyi yarın arz edeceğiz. Hepimiz ayrı ayrı selam ve ihtiram ile gözlerinizden öperiz.
Mustafa Kemal
Bu toplantıdan ünlü ‘Amasya Tamimi’ çıktı. Oluşturulan ilk metin, Kazım Karabekir ve Cemal (Mersinli) Paşanın da onayına sunuldu, daha sonra 22 Haziran 1919’da telgrafla bütün Türkiye’ye yollandı.
Mustafa Kemal, Rauf Orbay ve Refet Bele’nin Amasya Tamimi’ni imzalamakta tereddüt ettiklerini ünlü Nutuk’unda şöyle anlatır:
İstanbul’dan ayrılmak üzere, evimden otomobile bineceğim sırada Rauf Bey yanıma gelmişti. Bineceğim vapurun takip edileceğini ve beni İstanbul’da iken tutuklamadıklarına göre, belki de Karadeniz’de batırılacağımı güvenilir bir yerden işitmiş, onu haber verdi. Ben İstanbul’da kalıp tutuklanmaktansa, batıp boğulmayı tercih ettim ve hareket ettim. Kendisine de eninde sonunda İstanbul’dan çıkmak zorunda kalırsa, benim yanıma gelmesini söyledim.
Rauf Bey, gerçekten de İstanbul’dan çıkmak gereğini duymuş ve çıkmış… Ancak, benim yanıma gelmedi. Arkadaşı olan 56. Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey’in yanına gitmek ve İzmir cephesine daha yakın bir yerde olmakla, daha etkili, daha yararlı olacağını zannederek Bandırma-Akhisar yoluyla Manisa bölgesine gitmiş. Gittiği yerde halkın maneviyatını bozuk, durumu tehlikeli ve korkunç bulmuş. Derhal isim değiştirerek oradan Ödemiş, Nazilli, Afyonkarahisar üzerinden Aziziye, Sivrihisar yoluyla ve arabayla Ankara’ya, Fuat Paşa’nın yanına gelmiş ve bana haber göndermiş. Pek güzel ama, adını saklamak şeklinde beni üzmenin anlamı var mıydı?
Öte yandan 3’ncü Kolordu Komutanım olup Samsun mutasarrıflığında bıraktığım Refet Bey’i artık Sivas’a Kolordu merkezine göndermek istiyordum. Birkaç defa gelmesi için emir vermiştim. Bölgeyi teftişe çıkmış. Emirlerime cevap bile alamıyordum. Nihayet o da, bir rastlantı eseri olarak o gün gelmişti.
Şimdi, imza meselesine gelelim: Ben müsveddenin yeni gelen arkadaşlar tarafından da imzalanmasını istedim. O sırada Rauf ve Refet Beyler benim odamda, Fuat Paşa başka bir odada bulunuyorlardı.
Rauf Bey, misafir olduğundan bu müsveddeye imza koymak için kendini ilgili ve yetkili görmediğini nazikçe ifade etti. Bunun tarihî bir hâtıra olduğunu ileri sürerek imza etmesini söyledim. Bunun üzerine imzaladı. Refet Bey, imzadan çekindi ve böyle bir kongre toplanmasındaki amaç ve yararı anlayamadığını söyledi.
İstanbul’dan beri yanımda getirdiğim bu arkadaşın – tuttuğumuz yola göre – anlaşılması pek basit olan bir konuda, böyle bir düşünce ve duygu içinde oluşu bana pek acı geldi. Fuat Paşa’yı çağırttım. Paşa, amacımı anlayınca derhal imza etti. Fuat Paşa’ya, Refet Bey’in çekinmesinin sebebini anlayamadığımı söyledim. Fuat Paşa, Refet Bey’den biraz ciddî açıklama yapmasını istedikten sonra, Refet Bey, müsveddeyi eline alarak kendine göre bir işaret koydu. Öyle bir işaret ki bunu, bu müsvedde de bulmak oldukça güçtür.
En ünlü cümlesi, ‘Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır’ olan tamim, aslında Kurtuluş Savaşı’nın işaret fişeği ve yol haritasıydı. Mustafa Kemal, başlatılmış olan Milli Mücadele’ye yegane meşruiyet kaynağının milletin kendisi olacağını biliyordu. O yüzden bildiride önce Erzurum’da bir Doğu illeri kongresi yapılacağı, sonrasında da Sivas’ta bir genel kongre düzenleneceği bildiriliyordu. Bütün illerden bu Sivas Kongresi için temsilciler seçip göndermeleri isteniyordu.
Ardından 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 arasında Erzurum Kongresi düzenlendi. Bu kongre, Sivas Kongresi öncesi çok önemli bir adımdı; çünkü bu kongreyle ilk kez bir ‘Heyeti Temsiliye’ oluşturuldu, onun başkanlığına da Mustafa Kemal geldi. Bu Heyeti Temsiliye’yi bir çeşit hükümet gibi görmek lazım.
Bu tarihten Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılacağı 23 Nisan 1920’ye kadar Mustafa Kemal bütün yazışmalarını ‘Heyeti Temsiliye Reisi’ sıfatını kullanarak imzaladı.
Ve ardından esas büyük kongre olan Sivas Kongresi toplandı. 4 Eylül 1919’da başlayıp 11 Eylül 1919’da sona eren bu kongreye pek çok ilin temsilci göndermesi İstanbul’dan talimat alan valiler tarafından engellenmek istendi ama temsilciler Sivas’a geldi.
Kongre’nin 11 Eylül 1919 günü ilan ettiği kararlar, günümüz Türkçesiyle şöyleydi:
-
Osmanlı Devleti ile itilaf Devletleri arasında yapılan Ateşkes Anlaşması’nın imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırlarımız içinde kalan ve her noktasında çok büyük bir İslâm çoğunluğunun bulunduğu Osmanlı ülkesinin parçaları birbirinden ve Osmanlı topluluğundan parçalanamaz ve hiçbir sebeple ayrılmaz bir bütündür. Bu ülkede yaşayan bütün Müslüman halklar, birbirine karşılıklı hürmet ve fedakârlık duygularıyla dolu, birbirlerinin ırkî ve sosyal haklarına saygılı, yaşadıkları muhitin şartlarına tam olarak riayetkâr öz kardeştirler.
-
Osmanlı toplumunun bütünlüğü, millî istiklalimizin sağlanması, Hilâfet ve Saltanat yüce makamının dokunulmazlığı için Kuvâ-yi milliye’yi etkili ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır.
-
Osmanlı topraklarının herhangi bir parçasına karşı yapılacak müdahale ve işgale ve özellikle vatanımız içinde müstakil birer Rumluk ve Ermenilik kurulmasına yönelik hareketlere karşı, Aydın, Manisa ve Balıkesir Cephelerindeki millî cihatlarda olduğu gibi, elbirliğiyle savunma ve direnme esası meşru kabul edilmiştir.
-
Öteden beri aynı vatan içinde birlikte yaşadığımız, bütün gayr-i müslim azınlıkların her türlü hakları bütünüyle mahfuz bulunduğundan, bu azınlıklara siyasi egemenlik ve toplumsal dengemizi bozacak imtiyazlar verilmesi kabul edilmeyecektir.
-
Osmanlı Hükûmeti bir dış baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk ve ihmal etmek zorunda kalırsa, Hilafet ve Saltanat makamı ile vatan ve milletin dokunulmazlığını ve bütünlüğünü sağlayacak her türlü tedbir ve kararlar alınmıştır.
-
İtilaf Devletleri’nce Ateşkes Anlaşması’nın imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırlarımız içinde kalıp İslâm çoğunluğunun oturmakta olduğu, kültür ve medeniyet üstünlüğünün Müslümanlarda bulunduğu ve bir bütün teşkil eden vatan topraklarının taksimi görüşünden büsbütün vazgeçip, bu topraklar üzerindeki tarihi, ırki, dini ve coğrafi haklarımıza riayet edilmesine ve buna aykırı teşebbüslere son verilmesine ve böylece hakka ve adalete dayalı bir karar alınmasını bekleriz.
-
Milletimiz insani, muasır (çağdaş) gayeleri yüceltir, teknik, sınaî ve ekonomik durumu ve ihtiyacımızı takdir eder. Böylece devlet ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı ve vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak şartıyla, altıncı maddede yazılı sınırlar içinde, milliyet esaslarına saygılı olan ve memleketimize karşı istila emeli gütmeyen herhangi bir devletin teknik, sınaî, ekonomik yardımını memnuniyetle karşılarız. Bu adaletli ve insani şartların gerçekleşmesi, bir barışın acilen kararlaştırılması, insanlığın selameti ve dünyanın esenliği adına, en has millî emelimizdir.
-
Milletlerin kendi geleceğini bizzat kendilerinin tayin ettiği bu tarihi dönemde İstanbul Hükûmeti’nin de millî iradeye bağlı olması zaruridir. Çünkü millî iradeye dayanmayan herhangi bir hükûmetin keyfi kararlarına milletçe baş eğilmediği gibi, böyle kararların dışta da muteber olmadığı ve olamayacağı, şimdiye kadar geçen olaylarla ve sonuçlarla ortaya çıkmıştır. Böylece, milletin içinde bulunduğu sıkıntı ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat başvurmasına gerek kalmadan, İstanbul Hükûmeti’nin millî meclisi hemen ve hiç zaman yitirmeden toplaması ve böylece milletin, memleketin geleceği üzerinde alacağı bütün kararları millî meclisin denetimine sunması mecburidir.
-
Vatan ve milletimizin maruz kaldığı zulüm ve elemler ile ve hepsi aynı amaç ve maksatla millî vicdandan doğan vatansever ve millî cemiyetlerin birleşmesinden oluşan genel topluluk, bu kez “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adını almıştır. Bu cemiyet her türlü particilik akımlarından ve şahsi ihtiraslardan uzaktır ve arınmıştır. Bütün Müslüman vatandaşlarımız bu Cemiyet’in tabii üyeleridir.
-
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin 4 Eylül 1919 tarihinde Sivas’ta toplanan Genel Kongresi tarafından, mukaddes maksadı takip ve genel teşkilatı idare etmek için bir Heyet-i Temsiliye seçilmiş ve köylerden il merkezlerine kadar bütün millî teşkilatlar takviye edilmiş ve birleştirilmiştir.
Bu kongre ve kararları gösteriyor, Milli Mücadele askeri olduğu kadar sivil bir mücadele olacaktı. Askeri mücadele, meşruiyetini doğrudan halkın iradesinden alacaktı.
Şimdi bir adım daha kalmıştı: İstanbul’da kapalı duran Meclisi Mebusan için yeniden seçim yapılmasını sağlamak ve bu seçimde artık Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri adını alan milli kurtuluş hareketinin temsilcilerini çoğunluk yapıp Meclis’e sokmak.
Mustafa Kemal’in aklındaki strateji buydu.