Bu dizi, adı üzerinde ‘Cumhuriyet’e 100 Gün’ü anlatıyor ama okuyucular farketmiştir, zaman zaman tarihte geri dönülüyor ve bazı başka tartışmalar veya olaylar aktarılıyor. Böyle yapmamızın sebebi, Cumhuriyet’in ilanına giden şartları anlatmaya çalışmak.
İşte, ucu Cumhuriyet’e varacak olan olaylar arasında en kritik gelişmelerden biri, bizim tarih kitaplarımızın hiç yazmadığı bir önemli gelişme, 8 Temmuz 1922’de yaşandı.
O gün Meclis çoğunluğu, muhalefetteki İkinci Grubun önayak olmasıyla Anayasada önemli sayılacak bir değişiklik yaptı. 1921’de Meclis’ten ‘Cumhuriyet mi ilan ediliyor’ kuşkusu yüzünden binbir güçlükle geçebilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, yani Anayasa, bir Meclis hükümeti rejimi getiriyordu.
Bu rejimde Meclis Başkanı aynı anda devletin de başkanıydı, başbakanı da bakanları da o seçiyor, Meclis’ten bu başbakan ve bakanları için onay arıyordu.
Mustafa Kemal’in ‘tek adam’ olduğu eleştirilerini yapan Meclis 2. Grubu, 8 Temmuz 1922’de, son derece kritik bir dönemde Anayasayı değiştirmek istedi.
Dönemin kritikliği şundan kaynaklanıyor: Mustafa Kemal, Meclis Başkanı olmasının yanısıra Türk ordusunun Batı cephesinde Yunan ordusu karşısında Kütahya-Eskişehir savaşında yenilmesi ve Yunan ordusunun ciddi bir avantaj elde etmesi sonrasında 5 Ağustos 1921’de olağanüstü yetkilerle ‘başkomutan’ da olmuştu. İlk olarak 3 aylık süre için verilen bu başkomutanlık yetkisi o güne kadar üç kez uzatılmıştı ve 20 Temmuz 1922 günü bir uzatma daha olması gerekiyordu. Bu sırada Mustafa Kemal ve arkadaşları büyük bir gizlilik içinde 26 Ağustos 1922’de başlayacak olan Büyük Taarruz hazırlıklarını yürütüyordu.
Bu hassas dönemde Mustafa Kemal’in iki siyasi yenilgiyi sineye çekmek zorunda kaldığı anlaşılıyor. Bu siyasi yenilgilerden ilki Anayasanın değiştirilmesiydi. Bakın Mustafa Kemal bunu nasıl anlatıyor:
İkinci Grup adını alan muhalifler, olumsuz yoldaki direnmelerini uzun süre denediler. Bakanlar Kurulu’nun seçim şeklini düzenleyen 8 Temmuz 1922 tarihli kanunla, Bakanların ve Bakanlar Kurulu Başkanı’nın doğrudan doğruya Meclis’çe ve gizli oyla seçilmeleri sağlandı. Böylece, Bakanlar Kurulu Başkanlığı’ndan fiilen uzaklaştırılmış olduğum gibi, Bakanların da benim göstereceğim adaylar arasından seçilmesi ile ilgili hüküm kaldırılmış oldu.
Aslında bu birinci siyasi yenilgi, ikinci yenilgiyle doğrudan bağlantılı. O bağlantıyı Rauf Orbay’ın Hatıralar ve Söylemedikleri adlı kitabını kaleme alan Feridun Kandemir şöyle anlatıyor:
İcra Vekilleri Heyetinin – yani kabinenin – Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşanın göstereceği mebuslar içinden, mutlak çoğunlukla seçilmesini isteyen kanun değiştirilip de, bütün kabine âzalarının yani Bakanların, Büyük Millet Meclisi tarafından gizli oyla ve mutlak çoğunlukla ayrı ayrı seçilmesini isteyen 8 Temmuz 1922 tarihli kanunun kabulü üzerine, iş başındaki Fevzi Paşa (Mareşal) hükümeti, yerini yeni seçilecek olanlara bırakmak için istifa edince, Mustafa Kemal Paşa, Müdafaa-i Hukuk gurubu idare heyetini olağan üstü bir toplantıya davet etti ve bizzat kendisinin başkanlık ettiği bu toplantıda yeni hükümetin kime kurdurulacağı meselesi saatlerce müzakere edildi ve sonunda, herkesin Rauf beyin ismi üstünde durduğu görüldü. Öte yanda Müdafaa-i Hukuk’çulann muhalifi durumundaki ikinci gurubun da, Rauf beyden başkasın ı düşünmediği açıklanmış bulunuyordu. Bu suretle, Meclisteki müzakerelerde, iki ayrı kutup halinde birbirlerine yan bakarak, hemen hiç bir mesele üzerinde anlaşamayan gruplar, ilk defa hükümeti Rauf beyin kurması konusunda, tam bir anlaşma halinde olduklarını göstermiş oluyorlardı.
Kandemir’in büyük bir barış ve işbirliği ortamı gördüğü durum, Mustafa Kemal’e göre hiç de öyle değildi. Bakın aynı Başbakanlık olayını Mustafa Kemal Nutuk’ta nasıl anlatıyor:
Muhalif grup, bundan sonra saldırıya geçti. Rauf Bey’i Bakanlar Kurulu Başkanlığı’na getirmeye çalıştı. Bunda başarı da sağladı. Muhaliflerin gizli niyetlerini anlıyordum. Bununla birlikte Rauf Bey’i yanıma davet ettim. Meclis’teki çoğunluğun kendisini Bakanlar Kurulu Başkanı olarak seçme eğiliminde olduğunu, bunun bence de uygun görüldüğünü söyledim. Rauf Bey, kararsız bir tavır takındı. “Bakanlar Kurulu Başkanlığı’nın bir görevi yoktur” dedi. Rauf Bey demek istiyordu ki, Büyük Millet Meclisi’nin Başkanı, Bakanlar Kurulu’nun da doğal başkanıdır. Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararlar onun tarafından onaylanmadıkça yürürlüğe girmez. Buna göre, Bakanlar Kurulu Başkanı’nın bir yetkisi ve serbestliği yoktur. Gerçekten de, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu gereğince durum böyleydi. Bununla birlikte, sonunda Bakanlar Kurulu Başkanlığı’nı kabul etti. Rauf Bey, 12 Temmuz 1922 tarihinden 4 Ağustos 1923 tarihine kadar bu görevde kaldı.
Meclis’teki muhaliflerine karşı üst üste iki taktik yenilgi yaşayan Mustafa Kemal’in başkomutanlığı 20 Temmuzda bu kez süresiz olarak uzatıldı. Büyük Taarruz’a giden yol böyle açıldı. Mustafa Kemal, 8 Temmuz 1922’de Anayasada yapılan değişikliği, Cumhuriyet ilanı için bir gerekçe yapacağı günü bekliyor artık.