56. Gün
13 Eylül 2023
Cumhuriyet'e 100 Gün
Lozan Antlaşmasından 29 Ekim’e günbegün yaşananlar
Mustafa Kemal, elde ordu olmayınca her ümide sarılıyor, Yeşilordu’yu ve Türkiye Komünist Fırkası’nı kurduruyor

Milli Mücadelenin daha ilk günlerinden itibaren bir yanda Amerikan Mandası isteyenler, bir taraftan kurtuluşu Sovyet Devrimi’nde ve Bolşeviklik’te arayanlar vardı. Mustafa Kemal bir dönem Bolşeviklikle flört etti.

Mustafa Kemal, elde ordu olmayınca her ümide sarılıyor, Yeşilordu’yu ve Türkiye Komünist Fırkası’nı kurduruyor

Mustafa Kemal Nutuk’ta öyle anlatmıyor ama Kazım Karabekir’in Günlüklerindeki 23 Haziran 1919 tarihli nota bakılacak olursa, Mustafa Kemal’in kaleme aldığı Amasya Tamimi’nin ilk taslağında Bolşeviklik’le ilgili bir ima vardı.

Karabekir, günlüğüne şöyle yazmış:

Amasya’dan 23’te yazılan üç maddelik şifreyi aldım. 

Üçüncü maddesi garip: Bolşevik olmaya karar veriyorlar. Bereket benim 17 Haziran’daki ikazım bir emniyet süpabı olmuş. (Gazi nutkunda bunlardan hiç bahsetmiyor.)

Karabekir’in kastettiği bu madde neydi ve nasıl yazılmıştı bilinmez ama bugün hepimizin bildiği ünlü Amasya Genelgesi’nde burada sözü edilen türde bir cümle bulunmaz.

Mustafa Kemal’in Milli Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç hamlesi kabul edilen Amasya Genelgesi’ni Erzurum ve Sivas Kongreleri izledi. Bunlar son derece önemli toplantılar. Sivas’taki Kongrenin en tartışmalı konularından biri, Amerikan Başkanı Wilson’un adıyla anılan meşhur ‘Wilson Prensipleri’nden hareketle bazı insanlar ‘Amerikan mandası’ istemektedir. (Onlar istiyorlar ama Amerika’nın Türkiye’nin sorumluluğunu alıp ‘mandater devlet’ olmayı istediğine, bu uğurda çaba gösterdiğine dair hiçbir bilgi yok. Büyük olasılıkla dönemin Amerikan hükümetinin de, Kongresinin de Türkiye’deki bu fikirden hiç haberi bile olmadı.)

Sivas Kongresi’nde Amerikan mandası konusu ayrıntılı biçimde tartışılır ama kongre bildirisine sadece yabancı sermayeye destek anlamına gelen bir madde girer, manda maddesi girmez. Mustafa Kemal, bu konuyu Nutuk’ta uzun uzun izah etme gereği duyar.

Ancak Anadolu’da genel bir çaresizlik ve ümitsizlik hali vardır. Çünkü daha yeni yeni Anadolu’da oluşturulmaya çalışılan direniş içeriden ve dışarıdan sürekli saldırı altındadır. Birinci ve ikinci Anzavur isyanları, ortaya daha sonra ‘Kuvve-i Seyyare’ diye adlandırılacak olan yurt sever çeteci hareketleri çıkarır. (Buna benzer çete veya milis faaliyetleri Karadeniz kıyılarından Maraş ve Antep’e kadar pek çok yerde yabancı işgalcilere karşı neredeyse kendiliğinden doğmuştur.)

İkinci Anzavur İsyanı’nın bastırılıp Anzavur’un Bandırma’dan İstanbul’a kaçmasından kısa süre sonra bu kez Düzce ve Hendek’te bir isyan hareketi başlar. Bu karşı karşıya kalınan iç isyanların en ciddilerinden biridir, Garp Cephesindeki ordu neredeyse tamamen buraya kaynak ve bu isyanı bastırmak için çalışmak zorunda kalır. Elbette Çerkes Ethem’in kuvvetleri de bu isyanda ciddi görev yapar.

Ama daha Düzce isyanı yeni bastırılmıştır ki bu kez Yunan ordusu Ege’de harekete geçer ve iki kol halinde Güney’de Uşak’a, Kuzeyde ise önce Balıkesir ve ardından Bursa’ya yürür, bu şehirleri işgal eder.

Anadoludaki ümitsizlik daha da artar. Bu noktada henüz ortada düzenli ordu yoktur ve Ankara’da Meclis açılmış olsa bile henüz bu Meclis tam olarak Türkiye’yi yöneten güç olarak ortaya çıkabilmiş, yani bir nevi ‘yeni devlet’ olmuş değildir. Orduyu takviye için yerel veya genel seferberlik ilan edilememektedir. Düzenli orduyu oluşturacak asker de yoktur, komutan da, lojistik imkan da. O kadar ki, askere üniforma dikecek yegane fabrika İzmit’tedir ve bu fabrikanın üretimine el koyan İngilizler, kumaşları milli orduya parayla satar.

Bu çaresizlik ve ümitsizlik ortamında, Sovyet Devrimini bütün eski Rusya coğrafyasına yaymak için savaş yürüten ve başarılı olan ‘Kızıl Ordu’dan hareketle Ankara’da Mustafa Kemal’in talimatıyla bir ‘Yeşilordu’ kurulur.

Bakın Mustafa Kemal bu kuruluşu ve buna sebep olan ortamı Nutuk’ta nasıl anlatıyor:

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Hükûmeti’nin kuruluşundan sonra, Ankara’da “Yeşilordu” adı altında bir dernek kuruldu. Bu derneğin ilk kurucuları, pek yakın ve bilinen arkadaşlardı. Kuruluş amacını açıklamak için, iç isyanları ve bu isyanlara karşı gönderilen ordu kuvvetlerinin ve millî müfrezelerin gösterdikleri bazı durum ve manzaraları hatırlamak gerekir. Âsilerin, ordunun erlerine Halife’nin fetvasından, Padişah’ın askerliği affettiğinden, Ankara’daki hükûmetin yasal olmadığından bahsederek, onları kolaylıkla kandırdıkları defalarca görüldü. Gerçekten de, birçok yerde, bazı ordu erleri âsilerle çarpışacak yerde, aksine silâhlarını bırakarak köylerine, memleketlerine savuşuyorlardı. Millî müfrezelerin inkılâbın gayesini daha kolay anladıkları ve âsilerin aldatmacalarına kapılmadıkları anlaşılmıştı. Bu sebeple, Osmanlı Ordusunun artıkları denebilecek olan, o tarihlerdeki yorgun, bezgin ve yeni inkılâp ülküsüne göre yetiştirilememiş birliklerle, inkılâbı başarma konusundaki güçlükler hissedilir bir derecedeydi. Orduyu yeni bir düşünceyle şuurlu bir duruma getirmenin, o günlerin şartları içinde pek güç olacağı sanılıyordu. Bu bakımdan aranılan vasıfları taşıyan, şuurlu kimselerden seçilmiş ve inkılâp için güvenilir bir teşkilât kurma düşüncesi, bazı kimselerin kafasında yer etmeye başlamıştı. Biri birini kovalayan, kanlı ve tehlikeli durumlar gösteren iç karışıklıklar karşısında, bu belirttiğim düşünce ve eğilim kuvvetlendi. Nihayet, bazı kimseler, böyle bir kuruluş meydana getirmek üzere fiilen faaliyete geçtiler. Ben, bir yandan ordumuzu canlandırmak ve güçlendirmek için çareler ararken, bir yandan da her türlü sakıncalarına rağmen, her yerde, ister istemez kurulmuş olan millî müfrezelerden yararlanmaya çalışıyordum. Fakat, ciddi bir disiplin, kayıtsız şartsız ve tereddütsüz bağlılık isteyen önemli askerlik görevlerinin, ancak düzenli bir ordu ile yerine getirebileceği gerçeğini unutmaya elbette imkân yoktu. Millî müfrezelerden yararlanma zaman kazanma amacına dayanabilirdi. Şüphesiz, kullanılmaları zorunlu olan millî müfrezelerin, seçkin ve şuurlu kimselerden kurulabilmesi arzu edilirdi.

Yeşilordu teşkilâtının ilk kurucuları arasında bulunan yakın arkadaşlar, sırf bana yardım amacıyla ve beni ayrıca yormamak düşüncesiyle, kendileri faaliyete geçerek çalışmayı uygun görmüşler. Bana, yalnız, yararlı bir iş yapacaklarını söyleyerek, kısaca bu faaliyetlerinden söz etmişlerdi. Ben, gerçekten pek meşgul olduğum için, arkadaşların bu faaliyetleri ile uzunca bir süre ilgilenemedim. Yeşilordu Teşkilâtı, bir bakıma gizli bir teşkilât olarak kurulmuş ve oldukça genişlemiş. Genel Sekreteri Hakkı Behiç Bey ve Ankara’daki yönetim kurulu önemli ve esaslı çalışmalar yapmışlar. Basılı tüzükleri ve görevli memurları her tarafa gönderilmiş. Yalnız, bir noktayı da işaret etmeliyim ki, Yeşilordu Teşkilâtı ile meşgul olanlar, benim adıma teşkilâtı genişletmeye ve güçlendirmeye çalışanlar çoğalmış. Faaliyete geçmiş olan teşkilât, yalnızca millî müfrezeler oluşturmak gibi sınırlı bir alandan çıkmış ve çok genel bir amaca da yönelmiş. Teşkilâtın kurucuları arasına, milletvekili olan Çerkes Reşit Bey ve Ankara üzerinden Yozgat’a gidip gelirken olacak, Çerkes Ethem ve kardeşi Tevfik Bey’ler girmişler. Bundan başka Ethem ve Tevfik Bey müfrezelerinin bütün adamları Yeşilordu’nun âdeta temelini oluşturmuşlar.

Mustafa Kemal, bütün bu Yeşilordu kuruluşu ve gelişmesi kendisinin dışında gerçekleşmiş gibi anlatıyor ama örneğin o sırada Garp Cephesi komutanı olan Ali Fuat Cebesoy öyle düşünmüyor. Ona göre ümitsizliğe kapılan Ankara, ana strateji olarak gerilla savaşından yana tercih kullandı.

Cebesoy şöyle yazıyor hatıralarında:

…. Meclis Reisi Mustafa Kemal Paşa Haz­retlerinin müstevli düşman ordularına karşı düşünmüş oldukları müda­faa plânının esasını gerilla usulünün teşkil ettiği sarahaten anlaşılmak­tadır. Bu fikre Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekili İsmet Bey’le Müdafaa-i Milliye Vekili Fevzi Paşa’nın da iştirak ettikleri anlaşılıyor.

Cebesoy’un hatıralarının onun ölümünden sonra yayınlanan bölümlerinde bazı ilginç paragraflar var, aynen aktarıyoruz:

Bunlar Düzce, Bolu ve Yozgat isyanlarından ve Yunan taarruzu­nun Bursa ve Uşak’a kadar genişlemesinden sonra siyaset-i dâhiliye­mizde ümitsizliğe düşünce ve garpla anlaşmak hususunda da kat’î ümid edince ve bolşeviklerin ittifak-ı askerisi de temin edilemeyince her şeyin kaybedilmiş olduğuna hükmetmişler ve Rusya’daki Kızılordu’ya benzeyen Yeşilordu unvanı altında gizli bir cemiyet teşkiline başlayarak Moskova’daki Üçüncü Enternasyonale hoş görünmeyi düşünmüşler ve bu suretle mezkûr Enternasyonalin yardım ve muavene­tine mazhar olabileceklerini sanmışlardı. 

Üçüncü Enternasyonal de, müfritlerimizin bu teşebbüsünden ön­ce, Türkiye’deki millî hareketin İçtimaî bir inkilaba tahvilini temin maksadiyle merkezi Bakü’de olmak üzere bir Türk Komünist Fırkasının merkez-i umumisini teşkil etmiş ve bu da Türkiye dahiline muhtelif ajanlar­la nüfuz etmeye başlamıştı. Anadolu’nun birçok mahallerinde Yeşilordu ve Üçüncü Enternasyonal teşkilâtı yekdiğeriyle karıştırılmıştı.

Padişahlarının gayr-ı millî siyasetinden yeni kurtulup o zamana kadar, millî bir siyasetin mahiyetini henüz iyice anlıyamamış olan Anadolulular ne Yeşilordu’ya ve ne de Komünist Fırkasına fazla iltifat et­memişlerdi. Bu nevi teşebbüsler ancak bazı mevakide bazı hususî şa­ hıslara tesir yapabilmişti. Fakat bazı mebusların bu yeni cereyanlara kendilerini kaptırmış olmaları halkın yeni Millî İdareye olan rabıtaları üzerinde fena tesirler icra etmekten hali kalmamıştı.

Nutuk’ta uzun uzun Çerkes Ethem’i disiplin altına alamamakla, hatta kendisi bir çeşit Kuvva-yı Milliyeci olmakla suçlanan Cebesoy, Çerkes Ethem’e esasen Mustafa Kemal’in ve Ankara’nın güç vehmettiğini söylüyor.

Esasen Mustafa Kemal de Nutuk’un başka bir yerinde Çerkes Ethem’e göz yummak zorunda kaldığını şu cümlelerle anlatıyor:

Bundan cesaret alan Ethem ve kardeşi Tevfik Bey’ler, Türk Ordusunda değerli hiçbir subay ve komutan bulunmadığı ve kendilerinin herkesten üstün birer kahraman oldukları zannına kapılmışlar ve bu zanlarını açıktan açığa pervasızca herkese söylemekten çekinmemeye başlamışlardı. Doğrudan doğruya valilere ve herkese emirler veriyorlar ve emirlerinin yerine getirilmemesi halinde idam edilecekleri gözdağını da ekliyorlardı. Ethem Bey, Ankara ve Ankara’daki Hükûmet üzerinde bile otorite kurma denemesinde bulunmuştur. Sözde, Yozgat İsyanı, Yozgat’ın bağlı bulunduğu Ankara valisinin kötü idaresinden çıkmış; bundan dolayı isyana sebep olanlar için uyguladığı cezayı, ki o ceza asılarak idamdı, Ankara valisi için de, olay yerinde doğrudan doğruya kendisi uygulamaya karar vermişti. Yozgat’a gönderilmesini istediği Ankara valisi, Millî Mücadele’de fevkalâde hizmet etmiş, yararlık göstermiş ve göstermekte olan Yahya Galip Bey’di. Yahya Galip Bey’in hizmeti özellikle bizce takdir edilmiş pek gerekli ve yararlı bir kişi olduğu biliniyordu. İşte böyle bir kişiyi, kendi eline, idam sehpasına vermeye bizi mecbur etmekle en büyük otorite ve etkiyi kazanabileceğini düşünmüştü. Elbette Yahya Galip Bey’i veremezdik ve vermedik. Ethem ve kardeşleri bu konu üzerinde fazla ısrar edemediler. Fakat Yozgat’ta, özellikle milletvekillerine: “Ankara’ya dönüşümde Büyük Millet Meclisi Başkanı‘nı Meclis önünde asacağım” yollu boşboğazlıkları duyulmuştur. Yozgat milletvekili Süleyman Sırrı Bey’de bu boşboğazlığı işitenlerdendir. Biz, bütün duyup öğrendiklerimize rağmen bu “kardeşleri” daima yararlanabileceğimiz bir durumda bulundurmak yolunu tercih ettik. Bu sebeple kendilerini idare ettik. Yozgat’tan sonra Ankara üzerinden Kütahya bölgesine gönderdik.

Ali Fuat Cebesoy’a göre Ankara’da gördüğü kahraman muamelesi Ethem’i şımartmıştı. Bakın bir yerde şöyle yazıyor:

Meselâ Etem Ankara’da Meclis salonunda samiin locasına girdi­ği zaman mebuslar tarafından kaimen selamlanmıştır ki, bu fazla teveccühün manasını anlıyamamış olan mumaileyh çok mağrur olmuş ve ne yapacağını şaşırarak şunun ve bunun aleti olmuştu. Etem gibi basit dü­şünceli bir adam hakkında bu gibi veya başka türlü hareketlerin onu kolaylıkla küstahlığa sevk etmekten başka bir şeye yaramayacağı düşünülememişti.

Çerkes Ethem konusu ile Yeşilordu konusu ister istemez iç içe, çünkü Mustafa Kemal’in de söylediği gibi Çerkes Ethem kuvvetleri Yeşilordu’yu oluşturan ana unsur aslında.

Mustafa Kemal, Nutuk’ta pek dikkat etmediğini söylediği Yeşilordu’nun ne kadar büyüdüğünü şans eseri öğrendiğini ve hemen önlem almaya karar verdiğini anlatıyor:

Bilginize sunmuştum ki, her yerde, Yeşilordu Teşkilâtını benim adıma kuruyorlardı. Şahsen tanıdığım kimselerden birinin, Erzurum’lu Nâzım Nazmi Bey’in, görevli bulunduğu Malatya’dan gönderdiği bir mektupta, Yeşilordu Teşkilâtının beni sevindirecek biçimde genişletilmesine çalışıldığı bildiriliyordu. Bu haberden uyanarak, bu gizli dernek hakkında araştırmalar yaptım. Bu derneğin nitelik bakımından zararlı bir şekil aldığı görüşüne vardım. Hemen kapatılması gerektiğini düşündüm. Bu konuda tanıdığım arkadaşları aydınlattım. Görüşümü söyledim. Onlar da gereğini yerine getirdiler. Fakat, Genel Sekreter olan Hakkı Behiç Bey, derneğin kapatılması ile ilgili teklifimin yerine getirilmesinin mümkün olmadığını söyledi. Ben kapattırırım, dedim. Bunun da imkânsız olduğunu, çünkü, durumun tahminden daha büyük ve daha güçlü olduğunu ve bu derneği kurmuş olanların sonuna kadar maksatlarından ayrılmayacakları hususunda birbirlerine söz vermiş olduklarını kendine has bir tavırla söyledi. Olaylar gösterdi ki, biz bu gizli derneğin faaliyetine son vermeye çalıştığımız halde, tam olarak başaramadık. Reşit, Ethem ve Tevfik kardeşler başta olmak üzere, dernek ileri gelenlerinden bir kısmı bu defa faaliyetlerine yıkıcı yönde ve bize karşı olarak devam etmişlerdir. Eskişehir’de çıkarttıkları “Yeni Dünya” Gazetesi ile de, düşünce ve amaçlarını saldırgan bir şekilde yayınlatıyorlardı.

Mustafa Kemal tam tarih vermiyor bu anlatımında. Ama Ali Fuat Cebesoy’un hatıralarında yayınladığı iki telgraf son derece ilginç. Birinci telgraf çift imzalı, ‘Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri’ sıfatıyla eski İçişleri Bakanı Hakkı Behiç ve TBMM Başkanı olarak Mustafa Kemal tarafından Ali Fuat Cebesoy’a gönderilen ve onu komünist partisine katılmaya davet eden 26 Ekim 1920 tarihli telgraf şöyle:

Sevgili Yoldaş, doğrudan doğruya Üçüncü Enternasyonele mer­but olan esas programına müstenit bir Türk Kominist Fırkası teşkil edilerek Dahiliye Vekâleti Emniyet-i Umumiyesi Şubesinin 18 Teşrinievvel 1336 tarihli resmî ilmühaberi mucibince hükümetçe de tasdik edilmiştir. 

Fırkanın Üçüncü Enternasyonele merbut olan esas programı ile nizamname-i dahilisi derdest-i irsal olduğu gibi memleketimizin şerait-i hususiyesine göre fırkanın umumî kongresi inikad edinceye kadar tatbik ve takip edilecek esaslara dair ayrıca bir de mesaî programı tanzim edilmek­tedir. Bu program hakkında kıymetli mütalaatınıza intizar etmekteyiz. 

Fırkanın 30 kişiden mürekkep bir merkez-i umumisi orada burada bulunup bilfiil kongrenin ahenk icra hey’eti selâhiyetiyle çalışacak yol­daşlardan mürekkep dokuz kişilik bir müessis hey’eti vardır. Merkez-i umumisinin teşkilât arazi, köylü, amele, sanayi, umur-u askeriye ve pro­ paganda şubeleri derdesti teşekküldür. 

Umur-u askeriye şubesi siz kumandan yoldaşımızı dahi azası me- yanında görmekle müftehir ve orduya müteallik bilumum mesailde kıy­ mettar mütalaatınıza ve inkılâpçı ruhunuza istinad etmektedir. Fırka res­ men müteşekkil olup faaliyetini tanzim ettiğine ve vaktiyle teşkil edilmiş olan hafi Yeşilordu teşkilâtı dahi fırkaya münkalip olduğuna mebni artık bolşevizm ve komünizm efkâr ve esasatı üzerinde hiç bir cemiyet veya hey’etin fırka haricinde siyaseti caiz olamayacağı gibi fırka merkez-i umumisinin fotoğrafı ile vesika ve selâhiyetnamesi olmaksızın kim olur­sa olsun hiç bir şahsın faaliyette bulunması da tecviz olunamayacaktır. 

Keyfiyet Dâhiliyeye bildirilmiştir. Nizamname ve beyannamelerin tab’ı ve neşri hitam bulur bulmaz efkâr-ı umumiye mütalaasında keyfi­ yet ilân edilecek şimdiden alâkadar olanların celb-i nazarı dikkatlerine iktimam olunmasını rica ederiz.

Ali Fuat Cebesoy bu telgraftan 5 gün sonra, 31 Ekim 1920 günü bu kez doğrudan Mustafa Kemal’den bir telgraf alıyor. O daha da ilginç:

Komünistliğin memleketimizde değil henüz Rusya’da bile kabiliyet-i tatbikiyesi hakkında sarih kanaatler hasıl olamadığı anlaşılmaktadır. Bununla beraber dahilden ve hariçten muhtelif maksatlarla bu cereyanın memleketimiz dahiline girmekte olduğu ve buna karşı makul tedbir alınmadığı takdirde milletin pek ziyade muhtaç olduğu vahdet ve sükû­neti muhil ahvalin hudusu da daire-i imkânda görülmüştü. En makul ve tabii tedbir olarak aklı başında arkadaşlardan hükümetin malûmatı tah­tında bir Türkiye Komünist Fırkası teşkil ettirilmek olacağı düşünüldü. 

Bu takdirde memlekette bu fikre müteallik bütün cereyanları bir muhassalaya irca etmek mümkün olabilir. Hey’et-i müteşebbisesi ve otuz kişiden mürekkep bir merkez-i umumisi meyanında güzide arkadaşlarımızdan Fevzi, Ali Fuat ve Kâzım Paşalar’la Refet ve İsmet Bey­lerin de gizli olarak dahil bulunmasını muvafık gördüm. Bu sayede bu memleketi tutan ve maksad-ı millimizin kahramanı bulunan arkadaşları­mız bu teşkilatta zîmethal bulunacaklar ve onların malûmat ve teşebbüsâtı cereyanı teşebbüsat üzerinde âmil olacaklardır. Kâtib-i Umumî ilân edilen sabık Dahiliye Vekili Hakkı Behiç Bey tarafından yazılan ilk mek­tubu şifre ve tahrirat olarak arkadaşlara takdim ettim. 

Orada bir nebze malûmat vardı. Bu gün icraatı maddiyemizde kabiliyet-i tatbikiyesi bulunup ve maksad-ı millimizi istihsalde kuvvet bahş olan hususata atf-ı ehemmiyet eylemek tabiidir. Sosyalizm ve komü­nizm prensiplerinden hangileri ve ne dereceye kadar bizce kabil-i tatbik ve hazım ve kabul görüleceği Türkiye Kominist Fırkasının propaganda­sına mukabil milletin tezahürat-ı fikriyesiyle ve zamanla anlaşılacaktır. Ordunun her vakitten çok büyük bir inzibatla kumandanlarının eli altın­da bulunmasına son derece dikkat ve ehemmiyet atfolunmalıdır. Komünizin cereyanı nihayet ordunun en büyük kumandanlarında kalmalıdır. Arz-ı hürmet ederim.

Her ne kadar Atatürk bir komünist partisi kurdurmuş olsa da, bir de Bakü’de Mustafa Suphi ve 10 Eylül 1920’de bir Türkiye Komünist Partisi daha kurmuştu. Bu parti, Ankara’da da faal olmak istedi ve ‘Türkiye Halk İştirakiyun Partisi’ adıyla kuruldu.

Ama 1921 yılı başında Ankara’da rüzgar terse dönmüştü. Rüzgarı tersine çeviren en önemli faktör, Kazım Karabekir ve ordusunun Doğuda Ermenistan yenilgiye uğratması ve onlarla 1921 başında Gümrü Antlaşmasını imzalanmasıydı. O sırada Sovyet Kızıl Ordusu da Ermenistan’a girer, genç Türkiye Sovyetler Birliği ile sınır komşusu haline gelir.

Mustafa Kemal bu anlaşmanın ne kadar önemli olduğunu Nutuk’ta şöyle anlatır:

Efendiler, Gümrü Antlaşması, Millî Hükûmet’in yaptığı ilk antlaşmadır. Bu antlaşma ile, düşmanlarımızın hayallerinde ta Harşit Vadisine kadar uzanan Türk ülkelerini kendisine bağışlamış oldukları Ermenistan, Osmanlı Devleti’nin 1877 seferiyle kaybetmiş olduğu yerleri, bize, Millî Hükûmet’e terkederek aradan çıkarılmıştır. Doğudaki durumlarda önemli değişiklikler olması yüzünden, bu antlaşma yerine daha sonra yapılan 16 Mart 1921 tarihli Moskova ve 13 Kasım 1921 tarihli Kars Antlaşmaları geçerli olmuştur. 

Mustafa Kemal’in talimatı üzerine Yeşilordu ve ona bağlı kurulan TKP kapatıldı, bir dizi milletvekili dokunulmazlığı kaldırılarak İstiklal Mahkemesi’ne verildi. Buradaki yargılamalarda çeşitli cezalar verildi.

Bu arada Bakü’de kurulan TKP faaliyetlerine ta 1987 yılına kadar devam etti. Oldukça çalkantılı bir tarihi olan bu partinin erken dönem genel sekreterlerinden olan Vedat Nedim Tör ve partide önemli görevler alan Şevket Süreyya Aydemir 20’li yıllarda TKP’den ayrıldılar ve daha sonra Ankara’da Kadro adlı dergiyi kurarak Kemalizm teorisyenleri oldular.

56