Kurtuluş Savaşını yapan Birinci Meclis, modern Türkiye tarihinin en önemli, en renkli, en çok sesli Meclislerinden biriydi. İçinde Sosyalist Amele Fıkrasından da milletvekili vardı, İttihatçı’larda. Ama Meclis’te en büyük grup, Müdafa-i Hukuk adlı gruptu. Bu gruba ‘Birinci Grup’ da deniyordu.
Dolayısıyla muhalefet de, ‘İkinci Grup’ adını aldı ve benimsedi. Bu İkinci Grubun muhalefeti elbette Kurtuluş Savaşı’na karşı değildi, onlar da Misak-ı Milli’yi benimsemiş, bu yönde çalışan insanlardı ama Mustafa Kemal’e karşı direniş sergiliyorlardı.
Bu direnişin doruk noktası, Mustafa Kemal’e bir yerde Meclis’in ve hükümetin bütün yetkilerini de içeren ‘Başkomutanlık’ ünvanının verileceği kanunun görüşmeleriydi. Hayli çetin geçen bu görüşmelerin sonunda, yapılan bütün ağır eleştirilere rağmen kanun geçti, Mustafa Kemal ‘Başkomutan’ sıfatıyla olağanüstü yetkilere sahip oldu.
Mustafa Kemal’in yetkileri kısılıyor
1922 yılının Temmuz ayında, tam da Mustafa Kemal’in büyük bir gizlilik içinde birkaç kişi dışında kimseye haber vermeden planladığı Büyük Taarruz öncesinde bu kanunun süresi yeniden uzatılırken Meclis’te 8 Temmuz 1922 günü kaşla göz arasında bir yasa daha çıktı.
O zamana kadar Bakanlar Kurulu, Meclis Başkanının göstereceği adaylardan oluşuyor ve bu kurula Meclis salt çoğunlukla güvenoyu veriyordu. Yeni kanun ise hem Başbakanın hem de tek tek bakanların Meclis tarafından onaylanmasını, yani bir ‘Meclis hükümeti’ kurulmasını emrediyordu. Mustafa Kemal ‘Başkomutan’ olarak yeni süre almıştı ama siyasi gücü bir ölçüde törpülenmek istenmişti.
Mustafa Kemal, Nutuk’ta bu kanunla ilgili görüşünü sözünü sakınmadan söylüyor:
Bakanlar Kurulu’nun seçim şeklini düzenleyen 8 Temmuz 1922 tarihli kanunla, Bakanların ve Bakanlar Kurulu Başkanı’nın doğrudan doğruya Meclis’çe ve gizli oyla seçilmeleri sağlandı. Böylece, Bakanlar Kurulu Başkanlığı’ndan fiilen uzaklaştırılmış olduğum gibi, Bakanların da benim göstereceğim adaylar arasından seçilmesi ile ilgili hüküm kaldırılmış oldu.
‘Muhalif Grubun saldırısı’
Bu kanun çıktığı sırada Fevzi (Çakmak) Paşa Başbakanlık görevini sürdürüyordu, o görevinden istifa etti ve yeni bir başbakan bulmak gerekti. Bulunan isim Rauf Orbay’dı. Ama Mustafa Kemal’e göre Rauf Orbay’ı muhalif 2. gGrup başbakan yaptıracaktı. Nutuk’ta aynen şöyle söylüyor:
Muhalif grup, bundan sonra saldırıya geçti. Rauf Bey’i Bakanlar Kurulu Başkanlığı’na getirmeye çalıştı. Bunda başarı da sağladı. Muhaliflerin gizli niyetlerini anlıyordum. Bununla birlikte Rauf Bey’i yanıma davet ettim. Meclis’teki çoğunluğun kendisini Bakanlar Kurulu Başkanı olarak seçme eğiliminde olduğunu, bunun bence de uygun görüldüğünü söyledim. Rauf Bey, kararsız bir tavır takındı. ‘Bakanlar Kurulu Başkanlığı‘nın bir görevi yoktur’ dedi. Rauf Bey demek istiyordu ki, Büyük Millet Meclisi’nin Başkanı, Bakanlar Kurulu’nun da doğal başkanıdır. Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararlar onun tarafından onaylanmadıkça yürürlüğe girmez. Buna göre, Bakanlar Kurulu Başkanı’nın bir yetkisi ve serbestliği yoktur. Gerçekten de, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu gereğince durum böyleydi. Bununla birlikte, sonunda Bakanlar Kurulu Başkanlığını kabul etti.
Rauf Orbay: Başbakan olmamı Mustafa Kemal Paşa istedi
Rauf Orbay, aynı görüşmeyi ve Başbakan olmasını yıllar sonra yazar Feridun Kandemir’e ‘Rauf Orbay- Hatıralar ve Söylemedikleri’ adlı kitapta farklı anlattı. Kitaptan aynen aktarıyoruz:
(….) iş başındaki Fevzi Paşa (Mareşal) hükümeti, yerini yeni seçilecek olanlara bırakmak için istifa edince, Mustafa Kemal Paşa, Müdafaa-i Hukuk gurubu idare heyetini olağan üstü bir toplantıya davet etti ve bizzat kendisinin başkanlık ettiği bu toplantıda yeni hükümetin kime kurdurulacağı meselesi saatlerce müzakere edildi ve sonunda, herkesin Rauf beyin ismi üstünde durduğu görüldü. Öte yanda Müdafaa-i Hukuk’çuların muhalifi durumundaki ikinci gurubun da, Rauf beyden başkasını düşünmediği açıklanmış bulunuyordu. Bu suretle, Meclisteki müzakerelerde, iki ayn kutup halinde birbirlerine yan bakarak, hemen hiç bir mesele üzerinde anlaşamayan gruplar, ilk defa hükümeti Rauf beyin kurması konusunda, tam bir anlaşma halinde olduklarını göstermiş oluyorlardı.
Fakat Rauf bey, bazı düşüncelerle, o günkü şartlar altında iktidar sorumluluğunu üstüne almak istemiyordu. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, çoğunlukta olan kendi Müdafaa-i Hukuk gurubunu, başka bir aday üzerinde düşünmeğe davet etti ise de, grup başka hiç kimsenin akla gelemiyeceği mülâhazasıyla, mutlaka Rauf beyin seçilmesi noktasında ısrar etti. Mustafa Kemal Paşa da tekrar Rauf beyi iknaya teşebbüs etti ve baş başa gelerek, bütün mebusların, muvafıkı muhalifi, istisnasız hepsinin mutlaka hükümeti kurmasını istediklerini, kendisinin de samimiyetle ayni istekte bulunduğunu izahla;
‘Raufcuğum’, dedi. ‘Malta’dan döndüğünden beri, henüz Meclisteki vaziyeti ve memleketin ahvalini lâyıkiyle tetkike imkân bulamayışın, bir taraftan da rahatsızlığın dolayısıyla biraz dinlenmeğe ihtiyaç duyuşun, elbette mâkul mazeretlerdir, bunları ben de kabul ediyorum. Fakat görüyorsun ki, hükümetti kuramıyoruz. Yine Fevzi Paşayı işbaşına getirmek belki mümkün ise de, ben bu nazik zamanda, birçok mülâhazalarla, tıpkı ilk günlerde olduğu gibi, yine seninle birlikte çalışmayı bütün samimiyetimle istiyorum. Nasıl el ele işe başladıksak yine öyle, şu işi hayırlı bir neticeye ulaştırmak için birlikte çalışalım. Esasen, bütün mebus arkadaşlar da, benim bu samimî arzumu hissetmişler gibi, ayni nokta üzerinde ittifakla ısrar ediyorlar. Böyle kahir bir ekseriyetin muhabbet ve itimadına mazhar olan, bilhassa senin gibi memleket uğrunda daima hayatını istihkar ederek fedakârlıklardan çekinmeyen bir arkadaş, artık hükümet mesuliyetini üstüne olmakta tereddüt edemez. Yoksa, benim bilmediğim başka sebepler mi var?. Kardeşim, lütfen açık söyle.’
Rauf bey, bir an düşünerek, açıkça cevap vermekten çekinmedi:
‘Paşam’, dedi, ‘Senin de, bütün arkadaşların da lâyık olmadığım, iltifat ve teveccühlerinize nasıl teşekkür edeceğimi bilemem. Ancak, mademki açık söylememi istiyorsun, söyleyeyim: Ben bu vazifeyi kabul edersem, sen ötekilere yaptığın gibi, benim de işime karışacaksın. Ben de buna tahammül edemeyeceğim ve çekilmek zorunda kalacağım. Halbuki benim imanım, bu orduların başında bu milleti senin kurtaracağın merkezindedir. Bu yüzden seninle anlaşmazlığa düşmeyi kat’iyyen kabul edemem.’
Mustafa Kemal Paşa bu anda :
‘Kardeşim, ben namussuz muyum?’ deyince, şaşırıveren Rauf bey, hayretle yüzüne baktı:
‘Ben, böyle bir şey söylemedim…’
‘O halde… Sana namusum üzerine söz veriyorum, Vekiller Heyeti başkanlığını kabul et, hükümeti kur, senin hiç bir işine karışmayacağım.
Mustafa Kemal Paşa, Rauf beyin ifadesine göre, hakikaten bu dediğini yaptı.
Rauf bey, Mustafa Kemal Paşanın samimiyetle verdiği bu teminat üzerine 10 temmuz 1922 günü hükümeti kurmayı kabul etti ve ertesi günü Meclisteki 203 mebusta 197 sinin oyu ile İcra Vekilleri Başkanlığına seçildi. (Sayfa 60-61).
‘İçimizdeki muhalif lider’
Rauf Orbay’ın aktardığı bu samimi diyaloğa rağmen Mustafa Kemal bu konuşmadan 5 yıl sonra okuduğu Nutuk’unda o an sahip olduğu kanaati açıkça söylüyor:
Efendiler, bir nokta dikkatinizi çekmiştir. Kara Vasıf Bey’le Rauf Bey, muhalefetin doğuşunda, desteklenmesinde ve yönetiminde, daha ilk günden birlik olmuşlar ve liderliğini yapmışlardı. Fakat Rauf Bey, açıktan açığa İkinci Grup’a geçmeyerek, bizim içimizde kalma durumunu tercih ediyor. Bu durum üç yıl sürdü. Rauf Bey, en sonunda kendi ifadesiyle: “Bizimle birlikte imiş gibi görünmeye artık imkân kalmadığı zaman” ayrılığını ilân etmek zorunda kaldı.
Mustafa Kemal, bu çatışmalı ve çekişmeli ortamda bir yandan kendi dar grubuyla Büyük Taarruz hazırlıklarını yaparken bir yandan da artık kendisinin ufukta gördüğü mutlak zafer sonrasının siyasi ve diplomatik ortamını hazırlıyor.
Ancak o sırada Ankara’da özellikle muhalif grupta bir ümitsizlik hali var. Yunanistan orduları bir tarafta Eskişehir, diğer tarafta Afyonkarahisar’a kadar gelmiş durumda ve bazı milletvekilleri savaşın cephede kazanılamayacağı düşüncesiyle bir an önce barış teşebbüslerine geçilmesini istiyor.